“Her söylediğin hak Hak olmalı, ama her Hakkı söylemek senin hakkın değildir. Çünkü bazen senin gibi niyeti halis olmayan birinin sözleri aksülamel yapar, sözü damarlara dokundurur.”
Bütün malumat sahipleri hikmetli beyanın birinci cümlesini esas aldığını der durur ama asıl mananın bütünlükte olduğunu “es geçip”, beyana asıl mânasını yükleyen ikinci cümleyi yele verir...
Halbuki “aksülamel”in neticesi nedir diye düşünmeli? O insanın “âmel”inin bozulması, değil mi?
Demek oluyor ki “doğruyu bazen – kimi zeminlerde- dememek” âmelle alâkalı bir husustur. İTİKAT VE İMANLA alakasızdır.
Yoksa bu “umde”yi itikadî olarak anlamak Bekri Mustafa’nın Selimiye’ye imam olmasını kabullenmek gibi bir garabet olur.
İtikadî bir meselede, çok namüsait zeminlerde olmamak kaydıyla, sükût etmek mümine yakışır bir sıfat değildir.
Çünkü “sükût ikrardan gelir.”
Mevzuya neden temas ihtiyacı duydum?
Efendim, her doğru her yerde denmeyeceğinden bir kısım “paralelmisal" yanlışlıkları sükutla karşılayıp, mazide onları kimilerinin yanında meşruiyet kazanmalarını sağlamak 4 yıl öncede kalmış bir yaraymış, kalkıp da onu deşmeye gerek yokmuş!
Yahu böyle diye diye bu “yapı”yı bunca şişirmediniz mi? O kadar dallandırıp budaklanmasına göz yumdunuz ki devlet bile kısa zamanda bu kumpasçı yapıyı çözemiyor. Ya ileriki günlerde de mazideki gibi “gözü küllü” ve “masumca” davranıp, “gülün dikeni” (!) gibi yeni bir yapıya meşrutiyet verirseniz…
Bugün Fetö, sonraki günlerde de -Allah korusun- Metö, ellerini her işe ata ata işi camii duvarına siymelere kadar vardırdılar ve başlarına devletin balyozu inmeden önce bu fakire dedirttiler:
“Allah onlara öyle bir vuracak ki darbenin nereden geldiğini bilemeyip şaşkın tavuğa dönecekler.”
Risale-i Nur Camialarının içini karıştırma ameliyelerinin ayyuka çıkması bir yana, Risale-i Nurları sadeleştirme adıyla tahrif etmeler, Kur’an-ı Kerim hizmeti gören dinî gruplara kumpaslar kurmalar.
Öyle ki bu hâller şefkatiyle sebkat etmiş Sungur Ağabey’i bile feveran ettirip o meşhur bedduayı yapmasına yol açtı.
“Her doğru her yerde söylenmiz”miş!
Adam İslam alemini bırakıp Yahudi zalimine dua, ülkemizi İslam Âlemi ve bütün mazlumların sığınağı haşine getiren Cumhurbaşkanımıza beddua edecek… Susacak mıyız? Efendim, “müsbet hareket”miş!
15 Temmuz gecesi bir katliamın emrini verip 247 şehit ve yaklaşık 3000 gaziye oh çekecek Pensilvanya’dan, güzide vatanımızı işgale açık hale getirmek için her şeyi yaptıracak örgütüne, üstüne üstlük gizli-açık elemanları bölücü fikirlerle iş tutacak, kimi mağduriyet algısı yapanlar kırılmasın diye susacakmışız!
Müslüman dışındaki bütün unsurlara hoşgörü göstermesine rağmen, her zaman İslâmî hassasiyeti olan yapılara buğzedecek. Biz yine hakkı ketmedecekmişiz.
Neden? Mesleğimizde hüsnü zan esasmış!
Öyle, şöyle, böyle…
Üstad’ın her doğruyu söylemem emri demek ki Müslüman’dan yana olmakla veya itikadla alâkalı değildir. Nasihatladır; nasihattaki üslûbu ayarlamakla alâkalıdır.
Bulunulan normal bir zeminde Kur’anî itikada muhalif bir söz dense, sükutla karşılasan bunu, diğer insanlar bu sükutu ikrar olarak kabul etmezler mi?
Bu vebali sırtlamayı kim ister?