İnsan her mücadeleyi anlıyor da, “ehl-i tevhid” olan “ehl-i İslam”ın (birbirinin mütemmimi olmalarına rağmen) zaman zaman birbiriyle “cihad”ının(!) sebebini pek bulamıyor!
Bu sebebi Bediüzzaman Hazretleri “hubb-u nefis” demiş, “hevanın istibdadı” demiş, “uhrevi rekabet” demiş, “yanlış anladığı izzet” demiş; izah üstüne izah buyurmuş ama nedense asıl sebebi ben yine de bulamıyorum!
Malum, bilinen bir beyan vardır; “asimetrik savaş.” O savaş son iki yüz yıldan beri ne zaman kesildi ki? Ama ifadenin maksadının tam tersi bir şekilde elbet.
İnsanlar sözde hamiyet hisleriyle mi aldatılmadı, “halk için halka rağmen” sloganı hayata mı geçirilmedi, “her şey vatan için” kaidesiyle ülke insanı birbirine mi düşürülmedi, “ehl-i hak” olan “ehl-i diyanet” birbirinin önüne "takaddüm” mü ettirilmedi? Hülasa icra edilen her “seyyiat”, öylesi bir savaşın parçası olduğu tarafınca (ehlince) biliniyor zaten, “kayl u kıl”e lüzum yok.
“Binler teessüf ki; şimdi müdhiş yılanların hücumuna maruz bîçare ehl-i ilim ve ehl-i diyanet, sineklerin ısırması gibi cüz’î kusuratı bahane ederek birbirini tenkidle yılanların ve zındık münafıkların tahribatlarına ve kendilerini onların eliyle öldürmesine yardım ediyorlar.” (Kastamonu Lahikası, s: 246)
İşin en garip tarafı da işte böylesi bir “asimetrik savaş” saman altından hâlâ yürütülüyor!
“Cüz’i kusurat”ın “şahsi ve beşeri kusurlar” demek olduğunu fehmediyoruz; “dini olan kusurat”ları “mübalağalar ile” büyütmenin sebebinin de “cüz’i kusurat” bahaneleri olduğunu çok yaşadık. Asıl mesele “dini kusurat”a karşı olması gerekirken (dostane izah tarzında) insanımız neden habbeyi kubbe ederek, “vur pençe-i âlîdeki şemşir aşkına” der gibi birbirine düşüyor?
Cevap hemen hazırdır yine aynı eserde; “ehl-i ilhad.” Ne yapar “ilhad” ehli? “ İki ehl-i hakkı” biribirine düşürerek, “ birinin hüccetleriyle” ötekini yere serer, sonra ayakta kalanı de – âmiyâne tabirle- tepeler.
“Hem, Hasan Avni ismindeki zât, madem evvelce Risale-i Nur’a girmiş ve yazısıyla da iştirak etmiş, o daire içindedir. Onun fikren bir yanlışı varsa da afvediniz. Biz, değil onlar gibi ehl-i diyanet ve tarîkata mensub müslümanlar, şimdi bu acib zamanda, imanı bulunan ve hattâ fırak-ı dâlleden bile olsa onlarla uğraşmamak; ve Allah’ı tanıyan ve âhireti tasdik eden, hristiyan bile olsa, onlarla medar-ı niza’ noktaları muvakkaten medar-ı münakaşa etmemeyi; hem bu acib zaman, hem mesleğimiz, hem kudsî hizmetimiz iktiza ediyor. Ve Risale-i Nur’un Âlem-i İslâm’da intişarına karşı, hayat-ı içtimaiye ve siyasiye cihetinde maniler çıkmamak için, Risale-i Nur şakirdleri musalahakârane vaziyeti almağa mükelleftirler. Sakın hocaların Cuma ve cemaatlerine ilişmeyiniz. İştirak etmeseniz de, iştirak edenleri tenkid etmeyiniz. Gerçi İmam-ı Rabbanî demiş ki: “Bid’a olan yerlere girmeyiniz.” Maksadı, sevabı olmaz demektir.” (age. S: 247)
Dikkat edilirse, “onlarla uğraşmamak” denilmiş; “onlarla iştirak” ya da “onlara iltihak” denilmemiş. Yani kulvar meselesi… Hristiyan olanlar için de “muvakkaten” tabiri kullanılmış; yani “geçici olarak”; büyük düşman olan ateizm ve komunizm düşmanı bertaraf edilinceye kadar. ( 15. Mektub’a müracaat)
Son musibetlerde -acaba- bu halin dahli yok mudur diye düşünmeden edemiyorum. Ehl-i bid’a ile “fikren” mücadele bunun dışında!.. Bid’anın tarifi şöyle bir düşünürse ehl-i bid’anın kimler olduğu ortaya çıkmaz mı?