Yalel Sedaları veya Aksa Mescidi!

Mehmet Nuri BİNGÖL

10-05-2021 11:47

Filistin’in isimsiz kahramanlarına…

Önce etraf sarardı, sonra gün. Ardından koyu renk halitasını tadınca da ortalığı seçilir kılan alaca karanlığı sertçe uzaklara itti. “İkinci kuşluk” akşam perdesine sarılınca cıvıltılar silikleşti.

Sessiz naralar...

Onlarındı elbet sükûn besteleri. Duyulması müşkül nağmeler yeni başlayan süzülüşleriyle göğü biçip duran yarasalara aitti pek tabii. Kurbağa hıçkırıklarıyla göl yakınındaki gölete çevirdi başını. Kurbağalar gibi çeşitli su mahlukatının da orada yaşadığını biliyordu.

Abdullah sebebini bilemese de su böcekleri Lut’a düşer düşmez, anında “gölet”e kaçarlardı. Sanki göl itiyordu onları. Birkaç sabırsız kurbağanın kimisi “vırak”ladı, kimisi “vık”ladı, bazısı da türü bilinmeyen dağ kuşları gibi ötmeye koyuldular. Her gündüzün ve gül bahçesinin bir bülbülü olduğu gibi onlar da gelecek gecenin bülbülüydüler demek.

Günler ve geceler başa dönünce dünya ömrü sona eriyordu elbet. Ya hayat?.. Zaman ise semadaki gök cisimleriyle glaksi kollarında koşturuyordu. Hülasa her şey dönüyordu. Bıkmadan usanmadan hem de. Kimisini una, kimisini kepeğe çeviriyordu.

Tarladan çekip ufka çevirdiği gözleri bu sefer sulara döndü. Akşamın adım seslerinin duyulduğu bu vakitte muhteşem görünüyorlardı. Güneşin serptiği ışıklarla tutuşmuş gibiydiler.

Gecenin ilk adımı akşam vakitleriydi. O anları yaşarken hüznü depreşir, bir garip olurdu Abdullah. Günışığının dünyaya elveda etmesi düşündürürdü onu.

“Neden buradayız?” diye acı acı tebessüm ederdi.

Babasınınki garipsediği bir inattı sadece. Sualine karşılık bile vermezdi. Annesi desen dünyada ne olup bittiğinden bile habersizdi. Her sabah erkenden uyanır, sac ekmeği yapmar biteviye. Akşama kadar dur dinek bilmez, bir de kır çiçeklerinden ilaç yapmaktan başka bir işle uğraşmazdı.

Babası ise boş vermişlikle “tevekkül”ü karıştıran bir hâldeydi. Bu durumuna imrenirdi yine de.

 “Ne yapayım ki babam.” diye düşünür, kızamaz, darılamazdı ona.

Annesine sorsan böyle olmasına sebep iki “ağa”sının Yahudi askerlerince götürülmeleri ve bir daha da dönmemeleriydi. Garip tavırları o günlerden itibaren başlamıştı.

Bazı günler kaybederler babasını. Pek çok hafta geçince elbiseleri yırtılmış, kır sakalı toprağa bulanmış olarak köye dönerdi. Ancak o vakit nerede olduğunu öğrenebilirlerdi.

 “Can oğullarımı aramak için gezindim durdum.”

En son kayboluğunda göz nurları, Miraç’ın başlama noktası Kudüs’e gittiğini söylemiş ve Abdullah’ı şaşırtmıştı. O dikenden telleri ve silahlı Yahudiler’ce sarılı sınırı nasıl geçmişti?

Hadisenin yaşandığı gün kan ter içinde tarlayı çapalıyordu. Gün ikindiyi çoktan devirmiş, gurup vaktine yaklaşmıştı. Bir Yusufçuk kuşu çığlık çığlığa ağlıyor, yırtınıyordu. İnce esen rüzgâr gözlerini körpe toprakla dolduruyordu.

Yine aynı tarladaydı. Yanındaki Lut Gölü’nden bahar kokuları geliyordu, su tuz karışımı ıtır genzini yakıyordu. Yamaçtaki köy evleri beyazlıklarıyla ona göz süzüyordu. Birden babası çıkageldi; usulca, bir suçlu gibi... Acı bir bakış, süzgün bir gülüş, ipince ve acayip... Kuğunun süzülüşü, kelebeğin kanat çırpışı gibi kırgın bir sesle:

“Kudüs’te de bulamadım onları” deyiverdi. Ardından başladı hıçkırmaya. Bulamayacağını düşünemiyor bile. Belki de ümidini kaybetmemede haklıydı. Böylesi tavırlarını delice buluyorlardı ama hatalı olan ya kendileriyse?

Her zamanki gibi Abdullah’a düşen şey onu teselli etmekti. Gerçi tam da inanmıyordu ona, Kudüs’e ulaşabildiğini sanmıyordu ama yine de onu avutması, başlayan hıçkırıklarını dindirmesi, yatıştırması gerektiğini anlayabiliyordu. Yoksa yine başlardı ardı arkası gelmeyen “yalel” sedalarına.

Bu “yalel”ler de mi neydi? Her sabah bütün köyü uyandıran figanlardır bunlar. Henüz gün yeni doğduğunda dama çıkar, en uca oturup ayaklarını salıverir, başlar ciğerinden bir aksiseda hâlinde kopup gelen nağmeleri dökmeye.

İlk başlarda İsrail askerleri:

“Buna da ne oluyor?” diyerek mâni olmaya çalıştılar ona. Vaziyeti kavrayınca da “Deli işte...” deyip vazgeçtiler. İyi mi ettiler, kötü mü? Bunu düşünmedi bile.

Ay da aynıydı, mevsim de. Hangi gündü, hatırlamıyordu. Beş yıl öncesi. Annesi bozkıra yollamıştı onu, oldukça uzağa yani. Annesinin merhem yapma ilmi vardı ayrıca. Çiçek toplamaya göndermişti onu.

Döndüğünde annesi hıçkırıyordu. Kalın ve boğuk sesi ağlayıp üzüldüğü zamanlar gibi ipince olmuştu. Babası dama çıkmış “yalel” diye haykırıyordu yine. Yirmi Filistinli genç gibi ağabeyleri de götürülmüştü. Karşı koymak isteyen üç kadın ve beş ihtiyar şehit edilerek hem de.

Ellerinden ne gelirdi ki? Bilmiyor Abdullah, düşünmek de istemiyor. Belki de yersiz bir çıkış, bir delilik yapar diye kimi vakit hatırlamak bile istemezdi olan biteni.  Güneşin ufak bir parçasının el ettiğini fark ettiğinde düşünceleri noktalanmıştı.

Kazmayı omzuna atıp köye giden yolu adımlamaya koyuldu. Köy evleri her zamanki görünüşleriyle alaca karanlıklara yaslanıp arzı endam ediyor, tepenin basık zirvesine tırmanıp gölü seyrediyordu.

Önündeki on küsur kavak açık lacivert semaya dikilmiş, platoya hüzün dağıtmaktaydı. Köye girmeden önce durdurulup arandı İsrail askerlerince. Hain gülüşlere, sırıtışlara, esaretini daha da sakilleştiren müstehzi hareketlere dayanmalıydı her zamanki gibi.        

Aldırmaması, diklenmemesi ve acı da olsa sabretmesi gerektiğini biliyordu. Yoksa anası mahzun, babası kendisinden de mahrum kalabilirdi. Acılarına acı eklememesi lazım onların. Yoksa nasıl, neyle ve kiminle yaşarlar?

Evleri köyün merkezindeydi. Toprak yolu tırmanarak anasının kendisini beklediği fakirhanelerine varmaya çalıştı. Her zamanki gibi annesi kapı önüne oturmuş, kendisini bekliyor, dönüşünü gözlüyordu. Babası içeride olmalıydı, onu fark edemedi çünkü.

“Abdullah ağam! Abdullah ağam!”

Başını çevirdi, tanıdı hemen. Dayısı oğlu Abdussettar’dı bu. Çok hissî, ateşli ve heyecanlı, kendisinin aksine düz siyah saçlara, en garibi de beyaz bir tene ve olduğundan büyük gösteren vücut yapılı o  çocuk.

 “Ne vardı Abdussettar?”

 “Duydun mu?”

Biraz durup nefeslendi, soruya tekrarladı.

“Duydun mu gelişmeyi?”

“Bir şey duymadım. Ne vardı?”

Çocuğun yeni fark ettiği hıçkırıkları şaşırttı onu, sonra da benzi attı. Kızıp merak ettiği anlardaki gibi titremeye koyuldu. Acaba neydi olan?

 “Şey...” dedi çocuk. “Babam Kudüs’e gitmişti. İki gün evvel, Aksa Mescidi’nde cemaatla namaz kılarlarken ateş açılmış üzerlerine.”

 “Sakın dayım?..”

 “Ağır yaralıymış, bunu duyduk. Fazlasını bilmiyoruz.”

Hafakandan beter bir hâl. Ardından titreme ve vücudundan boşanan ter damlaları... Delikanlı o mübarek mescidin bir bölümü yakıldığı haberinde de böyle olmuştu. Yıkılacak, boğulacak, ölecek sanmıştı kendini. Deli hislerle bozkıra doğru yılkı atları gibi kayıp gitmişti. Şimdi de koşmak, koşmak, koşmak arzusuyla doldu ama tuttu kendini.

Abdussettar’ın kısık sesi onu kendine getirdi:

 “Bu haydutların hakkından ne zaman geleceğiz? Bu hâlimiz ne vakte kadar sürecek?”

 “Ne vakte kadar mı? Bilemem ki aslanım.”

Elini omzuna attı çocuğun, sakinleştirmeliydi onu:

 “Hele yemek yiyelim de sonra konuşuruz .”

Aniden duruşu değişti çocuğun, daha bir irileşti gibi geldi Abdullah’a. Ya sesindeki aşağılama?

 “Akşam yemeğiymiş...” dedikten sonra geriye döndü ve koşmaya başladı. Bir yandan da durmadan haykırıyordu.

 “Yemekmiş. Akşam yemeğiymiş.”

Uzaklaşan sesi, boğazlanan bir kuzu melemesini andırıyor, yavrusu öldürülen bir anne figanına benziyordu. Abdullah bir baktı ki kendisi de koşmakta. Onu iteleyen şey gayret hissi miydi, utanç mı? Bir çocuk tarafından aşağılanmak, hor görülmek miydi yoksa?

Peşinden koşarken köy evlerinde yanan ocakların küllü ışıkları gözlerinde ürperiyor, bir çok başın meraklı dönüşlerini fark ediyordu ama takmamalıydı hiçbirine. O deli çocuğu durdurmalı ya da onunla birlikte “delilik” yapmalıydı.

Böyle düşünüyordu ama yetişmek mümkün değildi ona. Öyle bir koşuşu vardı ki... Önce keskin komutlar, patlayan kahkaha sağanağı ardından silah sesleri ve can yakan feryat figanlar.

Çığlıkların duyulduğu yöne baktı. Öndeki evin penceresinden sarkan genç bir kızcağız mermilerin hedefi olmuş ve toprağa çakılmıştı. Evlerinin önünde akşam yemeğinde olan üç kişi ise yerde kıvranmaktaydı.

 “Vay deli” dedi tekrar. “Bak, nelere yol açtı.”

***

Silah sesleriyle dışarı fırlayan veya içeriye kaçışan, bazısı da vurulmamak için damlardan aşağıya atlayan köylüler biraz sonra bir ses işitince ürperip titrediler.

 “Artık yetti. Vallahi de yetti, billahi de yetti.”

Nasıl çıktı oraya? İlk kurşun omuz başına saplanınca bunu düşünmeye çalıştı Abdullah, ikincisinde Abdussettar’ı... Gücünü toplayıp boğazı yırtılır gibi haykırdı tekrar. Ama ne dediğini anlamıyordu bile. Sağ böğrünü parçalayan birkaç kuşunla da kendini bir helezonda buldu.

Annesini görüyordu orada. O tombulve esmer yüzünü süsleyen kapkara gözleri kıpkırmızı olmuştu. Dudakları:

“Oğlum, yavrum!” diyordu.

Koridor burgu burguydu. Üstelik renk değiştiriyor, turkuaza dönüyordu.

“Yalel”ler çınlıyordu kısık, boğuk... Ve ardından tekrar annesi:

 “Oğlum.” diye sayha sayha haykırıyordu.

Dudakları şehadet kelimesini söylerken mavi rengin sarıya döndüğüne şahit oldu. Altunî bir kubbe belirdi orada, “Kubbe-i Sahra”ydı bu.

 “Beni sizdeki gaflet, tembellik, vefasızlık, dinî izzet eksikliği bu kahredici esarete attı.” diyordu bora şiddetiyle.

“Eğer olmuyorsanız, ölseydiniz ya... Şehadeti ne zaman hatırlayacaksınız. Bari bunu hatırlamayı ve hatırlatmayı becerseydiniz.”

Sarı zemin yeşile kaydı nihayet. Koridor sonunda yeşillikler görünüyor, etrafından sekerek gözlerine ulaşıyor, tünel eğrile büğrüle yeşile koşuyordu.

 “Allahu Ekber, Allahu Ekber.”

Bu sedalar hem koridor sonundaki yeşil âlemden hem dudaklarından hem de terk etmeye hazırlandığı bu fani âlemden geliyordu. Tekbirler silah seslerine karışıyordu. Yumruk yumruk, uğul uğul fışkırıyordu.

 “Filistin’im, vatanım!..” diyerek büküldü dizleri, ardından “Lâ İlâhe İllallah...” diyebildi ancak, kaydı gitti.

Ve köyündeki insanların getirdiği tekbir nidaları, makinalı takırtıları, havan ve top mermisi patlamaları, bütün dünya haydutlarının suratına suratına şaklayan şehadetler ve“yalel” sedaları.

DİĞER YAZILARI Mahzun ve şevkli notlar... 01-01-1970 03:00 Size Mi Kaldı?.. 01-01-1970 03:00 Fedâkârlık, İsar Farkı 01-01-1970 03:00 Bid'akârlık ve Bahaneler 01-01-1970 03:00 Adını Ne Koyarsan 01-01-1970 03:00 Tevhid Meşalesi- 1 01-01-1970 03:00 Wagner- çeçen ittifakı mı? 01-01-1970 03:00 "Dini vakıf" genci neye hazırlar? 01-01-1970 03:00 28 Mayıs, 27 Mayıs'ın Rövanşıydı 01-01-1970 03:00 Medresetü’z-Zehra ve Ehl-İ Hak Mezhebinin Muhafazası 01-01-1970 03:00 D ö n g ü 01-01-1970 03:00 Müspet Müspet De Istılahi Manası Nedir! 01-01-1970 03:00 Allah kimseyi fahiş - sefil- etmesin! 01-01-1970 03:00 Zafer Sabırdadır ve Ağustos 01-01-1970 03:00 En Büyük Burhan Mucizeler-1 01-01-1970 03:00 Her esma tecellisi resul’ün mucizesi gibidir.-ı 01-01-1970 03:00 Vatan-i aslimiz cennet mi, dünya mı! 01-01-1970 03:00 HİLÂL ve YILDIZ’IN "TEÂLİ" ETMESİ... 01-01-1970 03:00 Dünya, Dünya Dedikleri 01-01-1970 03:00 Vatan giderse ekmek bedava satılsa ne yazar! 01-01-1970 03:00 Ehli Sünnet Cemaati İtikadı 01-01-1970 03:00 Şerrin Harcını Karmak 01-01-1970 03:00 Fetö'nün b planı M(z)illet ittifakı + "muhakeme-i akliyeden noksan" dini darlar! 01-01-1970 03:00 Kafkaslara Konan Kartal 01-01-1970 03:00 Satır Arasını Okumak Yahut Saffı Evvele Düşmanlık 01-01-1970 03:00 Osmanlı ve Fiyat Ayarlaması 01-01-1970 03:00 Siyasetle İlgili Kimi Notlar-1 01-01-1970 03:00 Dâvet Bahar Adır Bundan Geri 01-01-1970 03:00 Gönlü İhya Seferberliği 01-01-1970 03:00 Fetö'nün B Planı 01-01-1970 03:00 Encesi Temizlemek İçin Necisi Tahrik Etmek Akıl İşi Mi! 01-01-1970 03:00 Yaptığımız Yapacaklarımızın Teminatıdır 01-01-1970 03:00 Zilleti ve usa'cı fetöyü savunmak asyacılık mı! 01-01-1970 03:00 Minnet Almayışınız, Şimdi Kanaat Şeklinde Yaşanmalı Milletçe 01-01-1970 03:00 Bizde Melik Dahar Aslında Melik Zahir 01-01-1970 03:00 Tanpınar Ekolünden Romancımız Hüseyin Yılmaz 01-01-1970 03:00 Tiftiklenen Mazim 01-01-1970 03:00 Selmanı Pak Aynasında Kut Zaferi Parladı 01-01-1970 03:00 Ahmed-İ Hâni Birlik Meşalesi 01-01-1970 03:00 Haçlı Ve Emperyalist Zihniyetlerin Zulmettiği Milletler Neyle Kurtulur! 01-01-1970 03:00 Hain içerden olunca! 01-01-1970 03:00 Kuyruklu Yalan Ve Algıdan Medet Umanlar! 01-01-1970 03:00 Bilerek Veya Bilmeyerek Şerrin Harcına Kürek Sallayanlar 01-01-1970 03:00 Hüseyin Avni Ulaş, Said Nursi Ve Hürriyet-İ Hakiki 01-01-1970 03:00 İkiyüzlülüğün Alfabesi 01-01-1970 03:00 Bir Asimetrik Savaş Çeşidi 01-01-1970 03:00 Bir Asimetrik Savaş Çeşidi 01-01-1970 03:00 Aman Aman Aman, Teyakkuz! 01-01-1970 03:00 Zillet İttifakı Adayına Sorular! 01-01-1970 03:00 İmanları Diritme Hareketi İçin... 01-01-1970 03:00 İlimden İlhama 01-01-1970 03:00 Esintiler 01-01-1970 03:00 Gönlü İhya Seferberliği 01-01-1970 03:00 Olacağı Beklemek 01-01-1970 03:00 İman Ve Amel 01-01-1970 03:00 Ramazanda bir tefekkür! 01-01-1970 03:00 Metnin Anahtar Kelimesi 01-01-1970 03:00 Külliyat'ı Anlamak Üzerine-2 01-01-1970 03:00 Akif İslam Şairidir Yahut İstiklal Marşı Şairi 01-01-1970 03:00 İhlas, “Îsar” Münasebeti 01-01-1970 03:00 Eski Değil, Eskimez Said 01-01-1970 03:00 28 Şubat'çı "Kafa" Bu Sefer de Erdoğan'ı Hedef Aldı 01-01-1970 03:00 Kavala Talebi Üzerine… Düşman Kime Saldırıyorsa…! 01-01-1970 03:00 Alma Mazlumun Ahını... 01-01-1970 03:00 Manevı “Seyyidlik” Resulullah Dāvasına Sahip Çıkmaktır 01-01-1970 03:00 Geç Bir Osmanlı Yazısı 01-01-1970 03:00 Tarihi Sevdiren Adam'a Rahmet Dileğiyle 01-01-1970 03:00 Külliyat'ı Anlamak Üzerine-2 01-01-1970 03:00 Külliyatı Anlamak Üzerine-1 01-01-1970 03:00 "Silik Söz”lerin Gezdiği Arena 01-01-1970 03:00 Zekânın Zekâtı Borcu Silmez; Mecazidir o... 01-01-1970 03:00 Asıl Ambargo Zihinlerde; O Kalktıysa Onlarcası Bile Hava Civadır Bize... 01-01-1970 03:00 Tek Derdi Dünya Olan Şebeke 01-01-1970 03:00 İnternet ve Sosyal Medyada Türkçenin Doğru Kullanımı 01-01-1970 03:00 Tepetaklaydı İçim... 01-01-1970 03:00 “Akibet Müttakilerin” ve “Kadere Teslim” Olanların Değil mi! 01-01-1970 03:00 Taklacı Kuş Olmak Kimi Vurur Önce! 01-01-1970 03:00 Duzah mı, Vicdan mı? 01-01-1970 03:00 Ehl-İ Hak Olan Sünnet İtikad Mezhebi 01-01-1970 03:00 Muvakkat İttifak ya da Tapu Dağıtmak! 01-01-1970 03:00 Bulut Ve Ördek Meseli 01-01-1970 03:00 Mitoman Siyasi Belki Mazur, Ya Taammüden Yapan! 01-01-1970 03:00 Van Yolundaki Han Kapısı” ya da Muzdarip İslam Alemi! 01-01-1970 03:00 Mutasavvufa ‘Felsefe Yapma Deme’ Hadsizliği! 01-01-1970 03:00 Bu Asrın Bir Mücahidi: Fırıncı Ağabey 01-01-1970 03:00 Türkmenem! 01-01-1970 03:00 İpin Ucunu Verdiysen Geçmiş Olsun! 01-01-1970 03:00 Belirsiz Bırakmak da Bir Aleniyettir! 01-01-1970 03:00 Eyüp Otman Ağabey 01-01-1970 03:00 Dünya Dedikleri Acayip Yer 01-01-1970 03:00 Layt Laikratos, Artan Sekülerizm! 01-01-1970 03:00 Navteks Bir Ara Formül Asıl Hedef MEB 01-01-1970 03:00 Çığlığı Afakta Yankılanmayan Yazar” Olur Mu! 01-01-1970 03:00 Çay Deyip Geçmeyin 01-01-1970 03:00 Yine İspanyol Siyaseti veya İstanbul Sözleşmesi 01-01-1970 03:00 Osmanlı'nın Töresi Sünnetin ta Kendisidir! 01-01-1970 03:00 Doğruyu Her Yerde Dememek Ama Hangi Makamda? 01-01-1970 03:00 Sarp Ufukların Hikâyesi 01-01-1970 03:00 Nur’ların Ahirzamandaki Makamı ve Bütünlük... 01-01-1970 03:00 15 Temmuz'da Bize Kefen mi Biçmek! Meydandayız, Gel de Biç! 01-01-1970 03:00 Düşünme Özgürlüğüne Set Haline Dönüşmüş Bir Kanun: 5816 01-01-1970 03:00 Ayasofya Davası İçin Her Nakil Seslendirildi de... 01-01-1970 03:00 İbibikler Öttüğünde Ordayım! 01-01-1970 03:00 İhlas, Hal-i Alem Siyaseti Ve "Siyaset-i İslamiye" 01-01-1970 03:00 Hakiki Meşveret! 01-01-1970 03:00 CHP'nin Hali Pür-Melali Ve Tir Tir Titremek! 01-01-1970 03:00 Said Molla, Şeyh Said Ve Molla Said Bediüzzaman Bir Mi! 01-01-1970 03:00 Ayasofya Fethi Ve Zincirler... 01-01-1970 03:00 Ver Elini Türkmeneli 01-01-1970 03:00 Sünnet İtikadında Mehdi 01-01-1970 03:00 Bay - Ram Düşünceleri... 01-01-1970 03:00 Suriye Yahut Diyar-I Şam 01-01-1970 03:00 Korona Sürecinde İslam! 01-01-1970 03:00 Her Zamanın Pakraduni'si 01-01-1970 03:00 Aya Sophia Mı, Mahzun Mabed Mi? Fatih'in Bedduasından Ne Kurtuluş Ne Zaman! 01-01-1970 03:00 Nefsi Yenmek Ve Koronayı Yenmek. Hangisi Zor! 01-01-1970 03:00 Sait Molla, Molla Said Farkı 01-01-1970 03:00 Nâbî'yi Nabi Eden Hüsn-ü Nazar... 01-01-1970 03:00 Ne Çektikse Kamal'lardan... 01-01-1970 03:00 Vatanı Sevmek... 01-01-1970 03:00 “İstiklâlden İstikbâle” Deneme Eseriyle “Efendi Bey” Romanı 01-01-1970 03:00 “İstiklâlden İstikbâle” Deneme Eseriyle “Efendi Bey” Romanı 01-01-1970 03:00 Enbiya Şehri Urfa Ama Diyarbakır Şehr-i Ashab! 01-01-1970 03:00 Halilullah (As.) 01-01-1970 03:00 Baltanın Sapı... 01-01-1970 03:00 Keşke Haklı Çıkmasaydık... 01-01-1970 03:00 Fasl-I Paşa 01-01-1970 03:00 “Hikmet-İ Kudsiye” İle Felsefe Hikmeti Münazarası 01-01-1970 03:00 Doğubayezıd Hâni 01-01-1970 03:00 Elif Öğretmen Ve Romancı Hüseyin Yılmaz! 01-01-1970 03:00 Fikir Cüceliği! 01-01-1970 03:00 Tarih; Gerçek Aynası! 01-01-1970 03:00 Yol Açıcılar- Yol Kapatıcılar 01-01-1970 03:00 İdilhan, İlhanlı Ve El-Megiddo Ovası!.. 01-01-1970 03:00 “Hakikatı dışlamış kimselerle tevhidi toplum inşa edilemez.” 01-01-1970 03:00 " Erkeğe karı libası yakışmaz" veya "kendi yürüyüşünü terk etti..." meselesi... 01-01-1970 03:00 Göbeklitepe Diye Bir Yer 01-01-1970 03:00 Kimlere? 01-01-1970 03:00 Yokuşta Yürüyenler ( Bir Emek Hülasası) 01-01-1970 03:00 "Şura-yı Hakiki" Veya "Meşveret-i Şer'iyye" 01-01-1970 03:00 Yeni FETÖLERİ “Önlemek” İçin… -2 01-01-1970 03:00 Medeniyet dediğin tek dişi savunan kimler?.. 01-01-1970 03:00 Yeni FETÖ’lerin önünü almak... 01-01-1970 03:00 Mehdi İttihad-I İslam Ordularının Başkomutanı 01-01-1970 03:00 Züğürtlük Gazeli 01-01-1970 03:00 Akasya -1 01-01-1970 03:00 Manevi “Seyyidlik”, Resululah (Asm)Nin Dāvasına sahip çıkmaktır! 01-01-1970 03:00 Üfürükten teyyare kripto vazife! 01-01-1970 03:00 Fedakârlığa Farklı Bir Bakış 01-01-1970 03:00 Kısır döngü yahut "fasit tevilat" 01-01-1970 03:00