Tarih
Giriş Tarihi : 24-12-2019 10:52   Güncelleme : 24-12-2019 10:52

100 sene sonra Türkler Yeniden Libya’da mı?

Libya, dört asırlık bir Osmanlı eyaleti ve aynı zamanda Afrika’da kaybedilen son vatan toprağıdır...

100 sene sonra Türkler Yeniden Libya’da mı?

Afrika’nın geniş topraklı az nüfuslu memleketi Libya’da Osmanlı hâkimiyeti 360 seneden fazladır. Osmanlılar gelmeseydi, Libya İspanyol hâkimiyetine girer; halkı da Maltalılar gibi Arapça konuşan Katolikler olurdu. Beldenin fatihi Turgut Reis, Malta’da şehid düşmüş, na’şı Trablusgarb’a getirilmiştir. Beldeye gelen vâliler ilk önce türbeyi ziyaret edip dua ederdi. Trablus halkı da “Durugut Bâşâ”ya veli muamelesi yapar.
Libya, Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp (Tripoli) ve Bingazi eyaletiydi. Trablus batıda, Bingazi doğudadır. Libya, memleketin antik çağdaki ismidir. Ekserisi çöl olan ülkede az nüfus yaşar. Osmanlı hazinesine katkısı yoktu. Ama Akdeniz hâkimiyeti cihetiyle stratejik ehemmiyeti vardı.

Ay yıldızlı Libya bayrağı gölgesinde Libyalı mücahitler Fizan’da

Son vatan toprağı

1860’ta kurulan İtalya; İngiltere, Fransa gibi sömürgeci devletlere bakıp gözünü burnunun dibindeki Libya’ya dikti. Sultan Hamid, Mısır ile Tunus işgal altında olup buradan sevkiyat mümkün olmadığı için Libya’yı muktedir kumandanlar elinde tuttu. Silah ve askerce takviye etti. Mahalli halkı silahlandırdı. İttihatçıların Harbiye Nâzırı Mahmud Şevket Paşa, Libya’da da 4 bin asker bırakmıştı. Trablus kumandanı Müşir İbrahim Paşa bunun, eyaleti İtalyanlara terk etmek manasına geleceğini söylediyse de, kulak asan olmadı.
İtalya, Jön Türklere verdiği destek ve borç mukabilinde, Libya’yı istiyordu. Muayyen bir meblağ mukabilinde Libya’nın devri için Kont Volpi vasıtasıyla Düyûn-i Umumiye mümessili Hüseyin Cahit Bey üzerinden hükûmete teklifte bulunmuştu. İtalya’nın emelini herkes biliyordu.
23 Eylül 1911’de Libya’yı boşaltması hususunda ültimatom verdi. Bu esnada, Sadrazam Hakkı Paşa İtalyan komiseri Robilan ile evinde briç oynuyordu. Daha evvel Roma sefirliği yaptığı için, İtalyanlarla senli-benli idi. İstanbul’a gelişinde İtalyanların hiçbir kötü emel taşımadığına teminat vermişti. Libya mebusları hâdiseyi meclise taşıdılar; sadrazamın Divan-ı Âli’ye sevkini istediler. Ancak İttihatçılar meclisi feshettirerek, hem Hakkı Paşa’yı, hem de kendilerini kurtardılar. Hakkı Paşa Londra sefirliğine tayin edildi.

Bir fırsat

İtalyanlar 3-20 Ekim arasında sırasıyla Trablus, Tobruk, Derne ve Bingazi’yi kolayca ele geçirdiler. Vali vekili Libyalı Miralay Neşet Bey, elindeki imkânlarla bir müdafaa cephesi kurdu ve İtalyanların sahilden içeri sızmasını engelledi. İtalya, silah ve mühimmat sevkini önlemek için 24 Nisan 1912’de Rodos ve 12 Adaları işgal etti.
Genç İttihatçı subaylar, bunu askerî kariyer için fırsat bilip Libya’ya giderek mukavemete iştirak ettiler. Nitekim Binbaşı Enver günlüğüne şöyle yazar (25 Eylül 1911):
“Trablus, artık kaybolmuş sayılır. Buna rağmen bizden bekleneni yerine getirmek için gidiyorum.” (Aydemir, II/226)
Halil (Kut), Mustafa Kemal, Fethi ve Rauf Beyler de bu maceraya atılmışlardı. Lord Kinross, Yüzbaşı Kemal Bey’in ümitli olmadığını; Libya’nın işgalini imparatorluğun tasfiyesi yolunda normal bir hadise olarak gördüğünü; ancak Enver’den geri kalmamak ve muharebedeki muvaffakiyetlerin parti içindeki mevkiini sağlamlaştırabileceğini düşündüğü için Libya’ya gittiğini söyler (I/86).
Hepsi gazeteci gibi saklı hüviyetlerle Mısır veya Tunus üzerinden Libya’ya gittiler. Hükûmetin tahsisatına ilaveten, Mısır’da zenginlerden para topladılar. Yerli halktan milislerle Derne ve Tobruk’ta çok cana mal olan neticesiz harekâtlara giriştiler. Buna rağmen birer rütbe aldılar. Enver Bey’in maiyetinde çalışan Kemal Bey’in, müzmin rahatsızlığı sol gözüne vurup iritis oldu ve bu gözünü neredeyse kaybetti. Yakın arkadaşı Fuad Bey ise, gözüne sönmüş kireç sıçradığını söyler.
1912 sonbaharında Balkan Harbi patlayınca Bâbıâli, Libya’yı müdafaa edemeyeceğini anladı. 15 Ekim 1912 Uşi Muahedesi ile Libya ve ilaveten Rodos ile 12 Ada, Halife’nin nüfuzu bâki kalmak ve vergi vermek kaydıyla İtalyanlara bırakıldı. İttihatçı genç zâbitler sonbaharda memlekete döndüler. İttihatçı gazeteler, -Şevket Süreyya’nın tabiriyle- Derne’de İtalyan gemilerinin menzilinden uzakta, bir şark serdarının otağına benzeyen çadırında oturan Yarbay Enver Bey’i Bingazi Kahramanı ilan etti. Maksat hâsıl olmuştu.

Libya’nın felâketi

Yerli halk dağlara çıkıp mücadeleye devam etti. Başlarında Sünusî şeyhi Seyyid Ahmed vardı. İtalya, Cihan Harbi’nde müttefiklerin yanında harbe girince, Şehzâde Osman Fuad Efendi Libya’ya gönderildi. Halkın, bu halife torununun etrafında toplanması umuluyordu.
İttihatçılar, Ahmed Sünûsî’yi Mısır’a hücuma zorladılar. Hâlbuki Mısır, Libya’nın yegâne dışarı açılan kapısıydı. İngilizler de İtalyan işgaline karşıydı. Şeyh Ahmed dinlemeyince, Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Bey, Libyalı birliklerle Mısır’a saldırdı ise de hezimete uğradı. Bu, Libya’nın felâketi oldu. Bu taarruz İtalyanlara yapılsaydı, Libya kurtulabilirdi. Fakat maksat Libya’yı kurtarmak değil, Almanya’ya yardım etmekti. Bu sayede İngilizler Mısır’da çakılı kaldı.
23 yaşındaki Şehzâde, Afrika Orduları Grup Kumandanı sıfatıyla 1919’a kadar mücadeleyi sürdürdü. Ancak kendilerine erzak ve cephane temin eden Alman denizatlıları mütâreke sebebiyle denize çıkamayınca çok müşkül vaziyette kaldı. 300-500 arası Osmanlı zâbit ve neferi ile 15.000-30.000 arasında Libyalı gönüllüden müteşekkil bir ordu, 60.000 kişilik teçhizatlı İtalyan ordusuna dayanamadı. Şehzâde esir düştü. Bu, Libya’nın felâketi oldu. Şeyh Ahmed İstanbul’a kaçtı. 

Tahtı boş bırakmaya gelmez

Türkiye, 1923 Lozan Muahedesi ile Libya üzerindeki haklarından vazgeçti. Ama İtalyanlar binlerce sivili öldürdükleri hâlde Libya’nın bütününde senelerce hâkimiyet kuramadılar; sahilden öte geçemediler. Ömer Muhtar gibi kahramanların mücadelesi onları engelledi. Mussolini başa geçince orijinal bir usul buldu: Vahalara baskın yapılıp, kabile reisleri kaçırılıyor; tayyarelere bindiriliyor ve kabilesinin bulunduğu mıntıkaya atılıyordu. Bu usul, halkı yıldırmaya yetti.
İtalya, Libya’yı umumiyetle sert, bazen merhametli askerî valilerle idare etti. Mahallî âdetlere, İslâm hukukunun tatbikine ve şer’î mahkemelere dokunmadı. Hazırladığı kanunların, beldenin mezhebi olan Mâlikî fıkhına uygun olmasına dikkat ederdi. İtalyanlar, II. Cihan Harbi’nde mağlup olunca, 1943’te Libya’dan çıktı. Trablus ve Bingazi’de İngiliz; Fizan’da Fransız hâkimiyeti kuruldu.
1951 senesinde Libya istiklâlini kazandı. Şeyh Ahmed Sünûsî’nin yeğeni İdris (1889-1983) melik oldu. Türkiye ile iyi münasebetler kuruldu. Halkın Türkleri sevdiği Libya’da Türkiye’ye katılmayı müdafaa eden parti bile vardı.

Çılgın Diktatör

Melik İdris, Libya’nın Irak ve Suudi Arabistan gibi olmasını istemediği için, petrol havzasını parsellere ayırıp işletilmesini 7 Kızkardeş denen Rockefeller grubuna değil, küçük ABD şirketlerine verdi. Bunlar, istihsali kısıp fiyatı düşürebiliyordu. Küçük şirketler bunu yapmak istese bile lisansını iptal kolaydı.
Libya petrolü kaliteli ve mesafe sebebiyle taşıma maliyeti düşüktü. Körfezdeki 1,80 $ iken, Libya petrolü 1,30 $ idi. Ya diğerleri de böyle yaparsa ne olurdu? Petrol karteli bundan rahatsız oldu. Melik İdris 1969 senesinde Bursa kaplıcalarında iken, 27 yaşındaki genç bir subay Muammer Kaddafi darbe yaparak iktidarı eline aldı. Memlekette sosyalist bir diktatörlük kurdu. Melik İdris, Kâhire’de sürgün yaşadı.
Yakın tarihin en eksantrik şahıslarından olan darbeci albay, Hâricî mezhebinde bir kabiledendi. Kaddafi, kan fışkırtan demektir. Ailesi hakkında da çeşitli iddialar vardı. Annesinin Yahudi olduğu; Albert Berizusi (1915-1943) adlı Fransız pilottan hâmile iken Kaddafi’nin babasına kaçtığı söylenirdi. İktidara gelir gelmez petrol istihsalini kısıp fiyatı 40 sent arttırarak kartele rahat nefes aldırdı. Küçük şirketler birer birer düştü.

General Hafter ve Albay Kaddafi
Sosyalist siyasi ve ekonomik felsefesini ortaya koyduğu Yeşil Kitap, bazı “İslamcılara” bile ilham kaynağı oldu. Dış gezilerinde bile lüks bedevi çadırında oturup poz veren ve zenginliğine güvenip sağa sola kafa tutan Kaddafi, Çad, Nijer ve Mali’yi işgale kalkıştı. İrlandalı ve Filistinli militanlara destek verdi.
Soğuk Savaş’tan sonra giderek güç kaybetti. Çeşitli tavizlerle Batı’ya yaklaşmaya çalıştı. Tunus ve Mısır’daki siyasi değişikliklere el atıp da planı bozar endişesiyle, ABD ve AB anlaşarak kendisini devirmeye karar verdi. Rusya ve Çin’i de razı etti. Nihayet Kaddafi, 2011’de kanlı bir halk isyanı neticesinde iktidarını ve hayatını kaybetti. Memleket, Trablus ve Tobruk merkezli olmak üzere ikiye ayrıldı. Dünya Trablus hükûmetini tanıdı. 2014’te BM kontrolünde seçim yapıldı ve birlik hükûmeti kuruldu.
Kaddafi’nin sağ kolu olup Sovyetlerde tahsil gören General Hafter, Çad’da yenilip askerleri esir düşünce gözden düşmüş; Amerika’ya sürgüne gönderilmişti. Burada CIA ile temas kurup, Kaddafi’nin altını oymaya çalıştı. 2011’de Libya’ya döndü. 2014 seçimlerinden sonra isyan etti. Kaddafi ve CIA mazisi sebebiyle halktan pek rağbet görmese de, Tobruk, Bingazi ve Derne’yi kanlı bir şekilde ele geçirdi.  Sahildeki petrol havzasını kontrol alına alıp Sirte, Mısrata ve Trablus’u tehdide başladı.
Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Rusya’nın desteklediği Hafter’in artık Amerika’nın değil Fransa’nın adamı olduğunu söyleyenler var. Nitekim 2016’da düşen Hafter’e ait bir helikopterde 3 Fransız askeri ölmüştü. Mareşal unvanı alan 76 yaşındaki Hafter, kendisini memleketin tek kurtarıcısı olarak görüyor.

Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci / Türkiye Gazetesi

adminadmin