Telefonunuza bir uygulama indirdiğinizde, o masumane "Mikrofona, fotoğraflara, konumunuza erişim izni verir misiniz?" sorusuna "Evet" dediğiniz anda, aslında kendi dijital köleliğinizin sözleşmesini imzalamış olursunuz. Bu, yalnızca Türkiye’nin değil, tüm dünyanın en büyük ulusal güvenlik sorunudur. Meta’nın Instagram, Facebook, TikTok gibi platformları, Microsoft’un işletim sistemleri, hatta akıllı ev aletleri bile artık bizim için birer "dijital hafiyeye" dönüştü. Girdiğimiz her site, yaptığımız her arama, konuştuğumuz her kelime, hatta baktığımız her reklam, algoritmalar tarafından kaydediliyor, analiz ediliyor ve bize özel bir "dijital hapishane" inşa ediliyor.
Telefonunuz masada dururken, bir arkadaşınızla bulaşık makinesi almayı düşündüğünüzü konuştuğunuzu farz edelim. Birkaç saat içinde, sosyal medya platformlarında bulaşık makinesi reklamlarıyla bombardımana tutulursunuz. Tesadüf mü? Kesinlikle hayır! Bu, algoritmaların mikrofonunuzu dinlemesi ve sizinle ilgili bir "ihtiyaç profili" çıkarmasıdır.
Peki ya ibadet alışkanlıklarınız? Beş vakit camiye gidiyorsanız, konum verileriniz kaydedilir ve size dini içerikler servis edilir. Bir cemaate üyeliğiniz varsa, algoritma sizi o yönde besler. Fakat aynı algoritma, bir süre sonra "denge" adı altında, karşıt görüşlü içerikleri de önünüze sızdırmaya başlar. İktidar yanlısı birisiyseniz, zamanla muhalif videolar, haberler ve yorumlarla karşılaşırsınız. Çünkü algoritmalar, "çeşitlilik" kisvesi altında aslında bir manipülasyon makinesidir.
Gençler, eğlence adı altında sürekli olarak cinsellik, sapkınlık ve İslami değerlerle çelişen içeriklere maruz bırakılıyor. TikTok’ta dans eden genç kızlar, Instagram’da müstehcen paylaşımlar, YouTube’da ahlakı altüst eden "challenge"lar… Algoritma, ne kadar zararlıysa o kadar bağımlılık yapar. Çünkü insan beyni, şok edici ve dopamin patlaması yaşatan içeriklere daha fazla yönelir.
Bir genç, sadece bir kez bile uygunsuz bir içerikle etkileşime geçse, algoritma ona benzer yüzlercesini sunar. Zamanla, o genç, İslami değerlerinden uzaklaşır ve modern batı kültürünün "tüketim çılgınlığına" kapılır. Bu bir tesadüf değil, planlı bir dejenerasyon projesidir.
Peki, devletler bu konuda neden etkisiz? Çünkü küresel teknoloji devleri, hükümetlerin bile üzerinde bir güce sahiptir. ABD’de Facebook’un seçimlere müdahalesi, Avrupa’da veri skandalları ortadayken, hâlâ bu şirketler serbestçe faaliyet gösteriyor. Türkiye’de zaman zaman "sosyal medya düzenlemesi" gündeme gelse de, bu yasalar yüzeysel kalıyor.
Asıl soru şu: Neden hiçbir ülke, algoritmaların manipülatif gücünü kıracak köklü yasalar çıkarmıyor? Cevap basit: Çünkü bu şirketler, devletlerin bile veri ihtiyacını karşılıyor. İstihbarat örgütleri, sosyal medya verilerini kullanıyor. Dolayısıyla, bu bir "kendi topuklarına sıkma" durumudur.
Milli ve Yerli Sosyal Medya Platformları: Türkiye, kendi algoritmasını kontrol edebilen yerli platformlar geliştirmelidir. (Örn: PTT’nin "e-Posta" servisi gibi.)
Algoritma Şeffaflığı Yasası: Sosyal medya şirketleri, kullanıcılarına "Bu içerik neden gösteriliyor?" açıklamasını yasal olarak sunmalıdır.
Dijital Okuryazarlık Eğitimi: Okullarda, algoritmaların manipülasyon teknikleri öğretilmeli, gençler bilinçlendirilmelidir.
Veri Güvenliği Anayasası: Kişisel verilerin korunması, anayasal bir hak olmalı ve uluslararası şirketler bu kurallara uymak zorunda bırakılmalıdır.
Alternatif Teknoloji Girişimleri: Blockchain tabanlı, merkeziyetsiz sosyal ağlar desteklenmelidir.
Bugün, birçoğumuz farkında olmadan algoritmaların psikolojik deneklerine dönüştük. İrademiz, bize özel hazırlanan içeriklerle şekillendiriliyor. Bu, sadece bir "teknoloji meselesi" değil, insanlık onurunu koruma savaşıdır.
Türkiye, bu konuda öncü bir rol üstlenmeli, hem kendi vatandaşlarını hem de tüm dünyayı bu dijital esaretten kurtarmak için adımlar atmalıdır. Aksi halde, gelecek nesiller, özgür iradelerini kaybetmiş, sadece algoritmaların onayladığı düşüncelere sahip birer "dijital kuklaya" dönüşecek.
Unutmayın: Mikrofonunuz açık, algoritmalar sizi dinliyor… Peki, siz hâlâ susacak mısınız?