1950 yılında patlak veren Kore Savaşı, Soğuk Savaş döneminin ilk büyük ateşi oldu. Dünyayı ikiye bölen ideolojik savaş, Uzak Doğu’nun küçük bir yarımadasında alevlenirken, özgürlük ve esaret arasında kanlı bir mücadele başladı. Birleşmiş Milletler’in çağrısıyla kurulan uluslararası orduya Türkiye de davet edildi. Türkiye’nin NATO’ya katılım şartı olarak Kore’ye 5 bin asker göndermesi istenmişti. Henüz NATO üyesi bile değilken, Türkiye tereddüt etmedi; binlerce kilometre ötedeki bir halkın özgürlüğü için 5 bin Mehmetçiğini gözünü kırpmadan cepheye yolladı.
Türk askeri Kore topraklarına ayak bastığında dünya, fedakârlığın, cesaretin ve insanlık onurunun gerçek anlamını bir kez daha gördü. Onlar sadece savaşmadılar; vatan sevgisinin, kardeşliğin ve insanlık değerlerinin timsali oldular. Türk Tugayı’nın Kore’ye ayak basmasıyla birlikte, dünya, tarihin en disiplinli, en cesur ve en fedakâr askerlerinden birini tanıyacaktı.
Kasım 1950’de Türk Tugayı, Amerikan 9. Kolordusu’na bağlı olarak ilerlerken, Çin Halk Gönüllü Ordusu’nun beklenmedik büyük saldırısıyla karşılaştı. Çinliler, on binlerce askerle gece vakti ani bir taarruz başlatarak BM birliklerini kuşatmaya çalışıyordu. Sayıca çok üstün olan düşman, Amerikan birliklerini geri çekilmeye zorlarken, Türk Tugayı’na düşen görev, bu çekilişi güvenli hale getirmek ve düşmanı oyalamaktı. İşte bu kritik anda, Kunuri geçidinde tarihi bir direniş başlayacaktı.
26-30 Kasım 1950 tarihleri arasında yaşanan Kunuri Muharebesi, Türk askerinin azmini, cesaretini ve Allah’a olan güvenini bir kez daha gözler önüne serdi. Sayıca katbekat üstün olan Çin ordusuna karşı, Türk askeri siperlerini bırakmadı, geri adım atmadı. Soğuk, açlık ve mühimmat sıkıntısına rağmen, her nefer bir kahramana dönüştü. Türk Tugayı’nın bu direnişi, Amerikan birliklerinin güvenli bir şekilde geri çekilmesini sağladı. Eğer Türk askeri burada durmasaydı, belki de binlerce Amerikan askeri Çin kuşatmasında imha olacaktı.
Kunuri Muharebesi'nde Türk askerinin gösterdiği iki büyük kahramanlık, tarihe altın harflerle kazınmıştır. Bunlardan ilki, Hacı Altıner'in 14 kurşun yemesine rağmen mevzisini terk etmeyerek Çin ordusuna karşı verdiği destansı direniştir. 29 Kasım 1950 sabahı başlayan şiddetli çatışmada, makineli tüfek nişancısı olan Altıner, sol kolunun kırılmasına rağmen son mermisine kadar ateş ederek birliklerinin güvenli çekilmesini sağladı.
İkinci büyük kahramanlık ise yaralı bir Amerikan subayının kurtarılması sırasında yaşandı. Çin hatlarında mahsur kalan yaralı subayı kurtarmak için birkaç gönüllü asker ileri atıldığında, Hacı Altıner bu görevi tek başına üstlendi. Düşman ateşi altında, kendi yaralarına rağmen Amerikan subayını sırtına alarak kilometrelerce taşıdı ve güvenli bölgeye ulaştırdı. Bu fedakarlık, yalnızca bir askerin cesaretini değil, Türk milletinin savaş meydanlarında bile gösterdiği merhamet ve insanlık abidesini tüm dünyaya gösterdi.
Bu iki büyük kahramanlık, Hacı Altıner'in ABD Başkanı Truman tarafından şeref madalyası ile ödüllendirilmesine vesile oldu. Kendisine teklif edilen Amerikan vatandaşlığını ve generallik rütbesini reddederek, "Burada general olacağıma, Türk Ordusu'nda er olmayı tercih ederim" diyen Altıner, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sırasında ABD ile yaşanan gerginlik üzerine aldığı madalyayı iade ederek, "Hâlâ o güce sahibim. Gerekirse tek başıma sizinle savaşırım!" diyerek Türk askerinin onurunu bir kez daha tüm dünyaya haykırdı.
Bu iki büyük kahramanlık öyküsü, Kunuri'deki Türk direnişinin yalnızca askeri bir başarı değil, aynı zamanda insani erdemlerin de zaferi olduğunu göstermektedir. Hacı Altıner ve silah arkadaşları, Allah'ın yeryüzündeki askerleri olarak hem düşmana karşı savaşmış, hem de mazluma el uzatmışlardır. Ne mutlu bu şanlı mirasa sahip olanlara!
Kur’an-ı Kerim’de, “Eğer Allah size yardım ederse, size galip gelecek hiç kimse yoktur” (Âl-i İmran, 160) buyrulur. Kunuri’deki zafer de bir tesadüf değil, Allah’ın lütfuyla kazanılmış bir destandır. Türk askeri, tarih boyunca zulme karşı durmuş, mazlumun yanında yer almış, savaş meydanlarında bile adaletten ayrılmamıştır. Kunuri’deki direniş, Çanakkale’deki, Sakarya’daki ruhun bir devamıdır. Allah, bu millete böyle bir şeref bahşetmiş, onu yeryüzünün muhafızlarından kılmıştır.
Bugün Türk gençliği, Kunuri’deki bu destansı mücadeleyi asla unutmamalıdır. Hacı Altunel gibi kahramanların hatırası, her daim yüreklerde yaşatılmalıdır. Çünkü bir millet, geçmişini bildiği kadar güçlüdür; şuurunu koruduğu kadar haysiyetlidir. Allah’ın inayetiyle bu millet, daha nice zorlu imtihanlardan alnının akıyla çıkacak, yeni destanlar yazacaktır. Ne mutlu bu şerefli mirasa sahip çıkanlara, ne mutlu Allah’ın askerleri olan Türklere!