Fikir
Giriş Tarihi : 22-09-2023 13:55   Güncelleme : 22-09-2023 13:55

Stalin Mi Daha Faşist, Hitler Mi Daha Komünist!

Nazizm ile Stalinizm'in karşılaştırılmasında, Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri Josef Stalin dönemi politikaları ile Nazi Almanyası lideri Adolf Hitler'in politikaları arasındaki benzerlikler şaşırtıcı sonuçlara ulaşıyor.

Stalin Mi Daha Faşist, Hitler Mi Daha Komünist!

Önde gelen Batı Alman sosyal demokratlardan Kurt Schumacher'in komünistlerin "kızıla boyanmış Naziler" olduğu ve her iki hareketin de birbirlerinin var olmasını sağladığı sözü çok ünlüdür.

Her ne kadar Nazi Partisi ideolojik bağlamda komünizmin tam zıddı olduğu savunulsa da Adolf Hitler ve diğer Nazi liderleri kendilerinin "devrimci" ve "ideolojik" karşılıklarının yalnızca Sovyet Rusya'da bulunduğunu sıklıkla belirtmişlerdir.

Yazar François Furet'in Passing of an Illusion: The Idea of Communism in the Twentieth Century adlı eserinde anlattığına göre Hitler, Sovyet lideri Joseph Stalin'e ve Stalinizme karşı hayranlık duymaktaydı.

Bu durumu Lev Troçki, Grigori Zinoviyev, Lev Kamenev ve Karl Radek gibi Yahudi komünistlerin tasfiyesine atıfta bulunarak Stalin'in Sovyetler Birliği Komünist Partisi'ni Yahudi nüfuzundan arındırma çabalarını takdir ettiğini söylemesini gerekçe göstererek açıklamıştır.

Yazar Robert Service de Stalin: A Biograph adlı eserinde, Joseph Stalin'in de Adolf Hitler'e karşı hayranlık duyduğunu ifade etmiş ve buna gerekçe olarak da Hitler'in 1934 yılında "Uzun Bıçaklar Gecesi" tasfiyesini takdir ettiğini gerekçe göstermiştir.

ÜREME POLİTİKALARI İLE DEVLETİN İDEOLOJİK AMAÇLARI

Stalinizm ve Nazizm, özellikle üremeye ilişkin olmak üzere ütopyacı biyo-politikanın önemini vurgulamışlardır.

Bu vurgu yalnızca bu iki ideolojiye ait değildir, aynı dönemde diğer Avrupa devletleri ve ABD de öjeni uygulamaktaydı. Stalinist ve Nazist idealler birbirlerinden tamamen farklıydı.

Sovyetlerdeki öjeni anlayışı ırksal bir arka plan barındırmıyordu, Nazist öjeni anlayışında ise, ABD'deki ve diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, ırklar arasında bir hiyerarşi çizilerek öjeni politikaları oluşturuluyordu.

Stalinizm ve Nazizm arasında çizilen benzerlik, üreme politikaları ile devletin ideolojik amaçları arasında bulunan bağlantıdır.[18] Her iki rejimin uygulamaları arasında önemli farklılıklar vardır. Stalin dönemi Sovyetler Birliği öjeniyi Nazilerin yaptığı gibi resmî olarak desteklemedi ancak aslında Sovyet öjenistler bulunmaktaydı.

Nazi Almanyası, Sovyetler Birliği ve Faşist İtalya düşük doğum oranlarından muzdariptiler.

Sovyetler Birliği ve Nazi Almanyası sağlık sistemlerini kullanarak üreme politikalarını yönetiyordu. Her iki rejim de sağlık sistemlerini yeni bir topluluk tasarlamak için ana taşlardan biri olarak görüyordu.

Sovyetler Birliği kamu sağlık sistemini sıfırdan yaratmak zorunda kaldıysa da Nazi Almanyası 1883'te Otto von Bismarck'ın yönetiminde dünyanın ilk kamu sağlık programı olarak geliştirilen Alman sağlık sistemi üzerinde çalışıyordu.

Naziler kendi ideolojilerini kabul ettirmek için Alman sağlık sistemini merkezileştirdiler ve gönüllü ya da kamu sağlık kurumlarını ırksal hijyene ve Nazi ideolojisinin diğer parçalarına bağlı yeni kurumlarla değiştirdiler.

Her iki rejimin de aile ile çalışma arasında farklı yaklaşımları vardı: Nazizm aile reisi olarak çalışan tek bir erkeğin olması gerektiğini öne sürerken Stalinizm iki kişinin çalıştığı aile idealine önem vermiştir.

Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti Komünist Partisi 1920'de Rusya Öjeni Derneği'nin kurulmasıyla öjeniyi kabul etti. Ertesi yıl Sovyet Bilimler Akademisi'nde Öjeni Bürosu kuruldu.

SİYASİ ŞİDDET VE ŞİDDETİN SİYASİLEŞMESİ

Hem Stalinist politikalar hem de Nazist politikalar kitlesel şiddet yoluyla toplumu inşa etmeye çalışmıştır.

Hem Stalinci Sovyetler Birliği hem de Nazi Almanyası devlet ajanları tarafından yönetilen toplama kampları kullanmıştır: Sovyetler Birliği'nde NKVD ve Nazi Almanyası'nda SS.

Her iki rejimde zenofobi temelli olarak azınlıklara karşı şiddet uygulamıştır: Nazilerin yabancı düşmanlığı açıkça belirtilmekte ancak toplumun "asosyal" ögelerine karşı yapılıyor diye rasyonalize edilmekteydi; Stalincilerin yabancı karşıtı şiddet davranışları ise aslında diaspora ulusları hedefleyen ancak "sosyal olarak zararlı" ögelere karşı diye belirtilen davranışlardı.

Gerek Stalin dönemi Sovyetler Birliği gerekse Hitler liderliğindeki Nazi Almanyası'nın, devlet tarafından kitlesel şiddetin kabul edildiği şiddet toplumları olduğu ifade edilmiştir.

Buna; Sovyetler birliği'nde 1937 ila 1938 yılları arasından yaşanan Büyük Temizlik ve Nazi Almanyası tarafından II. Dünya Savaşı sırasında işgal edilen tüm topraklarda uygulanan Holokost örnek olarak verilmektedir.

Stalin dönemi Sovyetler Birliği aralarında eski hükümlüler, suçlular, evsizler, vatandaşlık hakları elinden alınmışlar ve "sınıfsızlaştırılmış ögeler"in de olduğu "sosyal olarak zararlı"ların ya da "sosyal açıdan tehlikeli"lerin sürgün edildiği "özel yerleşim"ler kurulmuştur.

Bu "özel yerleşimler" çoğunlukla Sibirya, en kuzey bölgeler ve Ural Dağları gibi yaşamaya elverişsiz yerlerde kurulmuştu.

Temmuz 1933'te yalnızca etnik kökenleri gerekçesiyle 5000 çingene Sovyetler Birliği'nde topluca tutuklanmış ve aynı ay içinde Batı Sibirya'da "özel yerleşim"lere zorla gönderilmiştir.

1935'te Sovyetler Birliği'nde 160.000 evsiz ve hafif suçlu genç tutuklanarak çok sayıda NKVD çalışma kamplarına zorla gönderilmiş ve çalıştırılmıştır.

Nazizm'e benzer olarak Stalinizm etkisindeki Sovyetler Birliği'nde 1930'larda başlayan etnik tehcirler 1950'lerin başına kadar devam etmiş olup bu dönem içinde 3 milyon Sovyet vatandaşı etnik kökenlerine göre tehcir edilmiştir.

İlk büyük etnik tehcir hareketi Aralık 1932 ila Ocak 1933 arasında toplu olarak sosyalist politikalara karşı çıkan protesto gösterileri ve Ukrayna milliyetçiliği ile bağları nedeniyle suçlanıp mahkûm edilen 60.000 kadar Kuban Kazağı için uygulanmıştır.[31] 1935 ila 1936 yılları arasında Ukrayna'nın batı illerinde yaşayan Leh ve Alman asıllı Sovyet vatandaşları ile Finlandiya-SSCB sınırında yaşayan Fin asıllı Sovyet vatandaşları tehcir edildi.

Bu tehcirler onbinlerin üzerinde aileyi etkiledi.

Eylül-Ekim 1937 arasında Sovyet yetkililer Japon kontrolü altındaki Kore ile olan sınırlarında yaşayan Koreli azınlığı tehcire maruz tuttu.

Sovyet otoriteler "toprağın Japonların sürmesi için zengin" olduğunu söyleyerek burada yaşayan Kore kökenlilerin Japon birlikleri ile birleşme ve toprakları Kore'ye katma potansiyelleri olduğundan şüphelendiklerini ima etmişlerdir.

Bu dönem içinde 170.000'den fazla Koreli Sovyet Orta Asya'sının uzak köşelerinde tehcir ettirilmiştir. Bu etnik kökenli tehcir hareketleri Stalinci politikada bu insanların yabancı kapitalist güçlerin etkisi altına girmesinin muhtemel olduğundan şüphelenen ve yeniden alevlenen Rus milliyetçiliğinde temellenen yeni bir "Sovyet zenofobisi" akımı başlatmıştır.

Nazi Almanyası 1941 yılında Sovyetler Birliği'ne savaş ilân ettikten sonra Sovyetler Birliği'nde yine büyük bir etnik kökenli tehcir hareketi başlamıştır.

İlk etkilenen grup Alman kökenli Sovyet vatandaşları olmuştur ve Eylül 1941 ila Şubat 1942 arasında tüm Alman kökenli Sovyet vatandaşlarının yüzde 70'ini oluşturan 900.000 kişi toplu olarak Kazakistan ve Sibirya'ya zorla gönderilmiştir.

İkinci kitlesel tehcir dalgası Kasım 1943 ila Mayıs 1944 arasında Sovyet otoritelerin sayıları 900.000'e yaklaşan Balkarlar, Çeçenler, Kırım Tatarları, İnguşlar, Karaçaylar ve Kalmukları zorla sürmeleriyle yaşanmıştır.

II. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında sayıları onbinleri aşan Kırım Bulgarları, Rumlar, İranlılar, Hemşinliler, Kürtler ve Ahıska Türkleri gibi azınlıkların Karadeniz ve Transkafkasya sınırından zorla gönderildikleri daha küçük çaplı tehcir hareketleri de olmuştur.

Stalin'in yönetimindeki Sovyetler Birliği tarafından özellikle hedeflenen iki etnik grup Çeçenler ve İnguşlardır.

Etnik kökenleri nedeniyle yabancı devletlerle ilişkilendirilebilecek etnik grupların aksine Çeçenler ve İnguşlar Sovyetler Birliği'nin yerli halklarındadı.

Bu nedenle Sovyetler Birliği bu halkların kültürlerinin tamamıyla Sovyetler Birliği ile uyumsuz olduğunu ileri sürmüş; Çeçenleri eşkıyalıkla suçlayarak Sovyetler Birliği'nin müdahale ederek Çeçen kültürünü "yeniden yapılandırma" ve "reform etme" gerekliliğini belirtmiştir.

Pratikte bunun anlamı zorla asimile edilememiş olan Çeçen "eşkıya"lara karşı ağır silahlı müdahale ile cezalandırıcı operasyonlar düzenlenmesi olmuş ve sonucunda 500.000'den fazla Çeçen ve İnguşun 1944 yılında tutuklanarak Kafkaslardan Orta Asya ve Kazakistan'a sürülmesi ile Çeçen-Inguş Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin nüfusunun yüzde 30'unu oluşturan Rus azınlığın "rahatlatılması" gerçekleştirilmiştir.

Çeçen ve İnguşların tehciri sırasında binlerce insan katledilmiş; tehcir edilenler zor koşullara maruz bırakılmış, açık vagonlara konulan ve yiyecek verilmeyen muhacirlerin çoğu dört haftalık yolculuk sırasında açlık ve yorgunluktan ölmüştür.

1939'da Polonya'nın Nazi Almanyası tarafından işgali ve Sovyetler birliği ile paylaşılması sonrasında Stalin'in portresi altında Brest'in Sovyet kontrolüne resmî transferi sırasında Alman ve Sovyet askerleri.

TOPLAMA KAMPLARI

Ernst Nolte, Andreas Hillgruber ve diğer tarihçilerin 1980'lerdeki çalışmaları Adolf Hitler ile Josef Stalin'in politikalarını karşılaştırmış ve Sovyetler Birliği ile Nazi Almanyası'nda kurulmuş olan toplama kampları sistemleri arasında bulunan benzerlikleri göstermiştir.

1937 ila 1940 yılları arasında komünist toplama kamplarında, 1940 ila 1945 yılları arasında da Nazi toplama kamplarında kalmış olan Margarete Buber-Neumann anılarında iki rejimin toplama kamplarında uyguladıkları yöntemlerin çok benzer olduklarını belirtmiştir.

Ravensbrück Toplama Kampı'ndan salındıktan sonra gözlemlerini şöyle özetlemiştir

Hitler ile Stalin'in işlediği kötülükler arasında yalnızca nicel bir fark vardır. Tabii ki Komünizm başlangıçta pozitif bir ideal idi ve Nasyonal Sosyalizm hiçbir zaman pozitif olmadı; ortaya çıkışından ve başlangıcından beri amaçları ve programı ile cürüme yönelikti. Komünist düşüncenin teorisinde temel bir hata mı taşıdığını yoksa Stalin yönetimindeki Sovyet uygulamasının özgün fikre ihanet ederek Sovyetler Birliği'ni bir çeşit Faşizme mi döndürdüğünü bilmiyorum.

YENİ İNSAN İNŞASI

Hem Stalinizm hem de Nazizm ideal bir "yeni insan" yaratmaya dair ideolojik bir vizyonu paylaşmaktadır. Her iki rejim de "burjuva" dünyayı artık miadını doldurmuş eski dünya olarak tanımlamakta ve her ikisi de kişisel hak ve özgürlükler ile liberalizmi toptan redderek yeni, liberal olmayan modern bir toplum yaratma ülküsünü taşımaktadır.

Yeni İnsan vizyonu konusunda görüşleri farklıdır.

Stalin taraftarları Yeni İnsan'ı küresel ve etnik kökenli olmayan bir hedef olarak tüm insanlığın kurtuluşu olarak görmekteyken Naziler Yeni İnsan'ı Avrupa'da yeni ırksal hiyerarşik düzeni sağlayacak üstün ırk olarak görmekteydi.[39] Stalinizm yeni "Sovyet İnsanı"nı şekillendirmeye çalıştı, Sovyet insanı "Homo Sovieticus" olarak da tasvir edilmiştir.

Her iki sistemde de yeni insan anlayışının yayılmasında propagandadan faydalanılmıştır.

MİLİTARİZM

Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliği de Nazi Almanyası da militarizm yaklaşımını benimsemiştir.

Her ikisi de parti tarafından kontrol edilen düzenli silahlı kuvvetler ile "parti ordusu" yaratma üzerine büyük vurgu yapmışlardır. Sovyetler Birliği Ordusu'nda "politruk" adı verilen siyasi komiserler ile 1943 yılında bunlara benzer "Nasyonal Sosyalist Rehber Subayları" örnek gösterilebilir.

SOSYALİZM

Tarihçi Conan Fischer, Nazilerin sosyalist sıfatını samimi olarak kullandıklarını iddia etmektedir. Nazilere göre sosyalizm, nasyonal sıfatından ayrılmaz bir kavramdı ve "adalet ve eşit haklar arayan yoksul ve bastırılmışlar"ın sosyalizminden çok "üstün ırk"ın sosyalizmi anlamına gelmekteydi.

Ancak her iki ideoloji de "yoksul, proleter ulus" teorisini benimsemiştir. Bu görüşler, Lenin'in bu teoriyi İtalya'da ortaya çıkmasından sonra benimsediğini hatırlatır.

Hitler "taktik" nedenlerle sosyalist basmakalıplarla dolu 1920 parti platformunu "sarsılmaz" olarak belirtmişse de William L. Shirer'a göre "parti programının birçok paragrafının zor zamanlar geçiren ve radikal hatta sosyalist sloganlara sempatik olarak yaklaşan alt sınıflara yönelik demagojik bir çağrıydı.

Nasyonal Sosyalizm'in sosyalizm kısmına görünüşe göre inanmış olan Drexler ve Feder'in ısrarı üzerine konmuştur."

Gerçek uygulamada ise bu maddeler yalnızca slogan olarak kullanılmış, parti iktidarı ele geçirdiğinde çoğu unutulmuş ve Nazi liderine bunlar hatırlatıldığında bir kısmından rahatsız olmuştur.

Bununla beraber Stalin ülkesinde toptan millileştirme ve kamulaştırma konusunda tutarlı davranmıştır.

MEZALİM

Komünizmin Kara Kitabı adlı eserinde komünizm araştırmacısı Stéphane Courtois Nazi rejiminin özellikle Gulag sistemi olmak üzere Sovyetler Birliği'nin baskı sistemini benimsediğini ve Sovyet dönemindeki baskıların Nazi politikaları ile benzerlik gösterdiğini iddia eder.

Courtois, komünizm ile Nazizm'in çok az farklı totaliter sistemler olduğunu öne sürer. "Son zamanlarda Holokost'u kendine özgü bir zulüm olarak tanımlama amacıyla yalnızca Yahudi soykırımı üzerine odaklanılması buna benzer büyüklükte Komünist dünyada gerçekleştirilmiş diğer olayların değerlendirilmesini engelledi." diye belirtmiştir. Courtois "sınıf" soykırımının "ırk" soykırımına denk olduğunu ve SSCB'de kıtlıktan ölen bir çocuğun ölümünün Varşova Gettosu'nda ölen Yahudi çocuğun ölümüne eşit olduğunu iddia etmiştir.

Courtois'nın yaklaşımı Annette Wievriorka tarafından reddedilmiştir. Wievriorka, Courtois'nın Nazi mezalimi ve vahşeti hatıralarının yerine komünizm hatıralarını geçirmeye çalıştığını iddia etmiştir.

Tarihçi Amir Weiner da Courtois'nın savlarına karşı çıkmaktadır. Weiner "Yalnızca askerî yenilgi ile durdurulabilen Üçüncü Reich'ın ölüm makinasının yalnızca kurban sayısı bile göz önüne alındığında diğer tüm vahşet hareketlerini gölgede bırakacağını" belirtir. Rusya köylülerinin "Nazi dünyasındaki Yahudiler ve diğer ırksal-biyolojik kategoriler gibi toptan yok edilmek için hedeflenmedikleri"ni söyler.

Weiner Naziler ile Sovyetlerin karşılaştırılmasının hatalı olduğunu iddia eder ve "Stalin'in halefleri Gulagların kapısını açtığında 3 milyon mahkûmun evlerine dönmelerine izin verdiler. Müttefikler Nazi ölüm kamplarını ele geçirdiklerinde hayata pamuk ipliğiyle bağlanmış ve kaçınılmaz ölümü bekleyen yaşayan insan iskeletler buldular" der.

Ekonomi ve komünizm araştırmacısı Steven Rosefielde ise Komünist rejim ile yönetilen ülkelerdeki baskılar için "Kızıl Holokost" terimini kullanır.

GULAG TAKIM ADALARI

GULAG’ların Nazilerin toplama kamplarından tek farkı, gaz odalarında değil de, Sibirya'nın soğuğu, yetersiz beslenme, bakımsızlık, sağlıksız şartlar ve aşırı çalışma nedeniyle gelen ölümlerdi.

Hitler ile Stalin’in kamplarını işlevsel olarak da birbirinden ayırt etmek mümkün; Hitler, kamplarında sadece yok etmeyi hedef almışken, Yoldaş Stalin bir yandan insanları sömürüp öldürüyor, diğer yandan ekonomiye katkı sağlıyordu.

Öldürdükleri insan sayısı birbiriyle yarışan diktatörlerden faşist olanıyla sosyalist olanının arasında gaddarlık ve işledikleri cürümler açısından hiçbir fark yoktu. Ancak sosyalist olan diktatör halkının ‘iyiliğini’ istediği, ideallerinin uğruna fedakârlık yaptığı için yüceltildi, faşist olansa tarihin kara sayfalarına gömülerek utançla anıldı. Bunlardan en çok göze çarpanı, Hitler’den 3 kat fazla insan öldürdüğü halde, tarihin 1 numaralı diktatörü olarak Stalin’in değil de Hitler’in adının anılması oldu.

Tüm dünyada diktatörlüklerin revaçta olduğu 1900’lü yılların ilk yarısında, ideolojileri ne olursa olsun halkı işkence ederek, döverek, öldürerek, gayri insanî şartlarda çalıştırarak veya aç bırakarak yola getirme düşüncesi hâkimdi. İtalya’da Benito Mussolini, SSCB’de Joseph Stalin, Almanya’da Adolf Hitler dönemin diktatörlerinin en meşhurları. Öldürdükleri insan sayısı birbiriyle yarışan bu diktatörlerden faşist olanıyla sosyalist olanının arasında gaddarlık ve işledikleri cürümler açısından hiçbir fark yoktu. Ancak sosyalist olan diktatör halkının ‘iyiliğini’ istediği, ideallerinin uğruna fedakârlık yaptığı için yüceltildi, faşist olansa tarihin kara sayfalarına gömülerek utançla anıldı. Bunlardan en çok göze çarpanı, Hitler’den 3 kat fazla insan öldürdüğü halde, tarihin 1 numaralı diktatörü olarak Stalin’in değil de Hitler’in adının anılması oldu.

STALİN HİTLER’DEN ÜÇ KAT FAZLA ÖLDÜRDÜ

İdeolojileri açısından baktığımızda Hitler, Darwin ve Nietzche’den etkilenmişti ve Alman ırkının üstünlüğünü savunan bir faşist, aslında Nasyonal Sosyalist’ti. Stalin ise Marx’tan beslenen ve Lenin’in yanında çıraklık dönemini geçiren bir komünist. Biri ırk temelli bir üstünlük savunurken, diğeri sınıfsız bir toplum hayaliyle katliamlarını işliyordu.

Ancak benzerlikleri farklılıklarından daha çoktu. İkisi de otoriterlik ve zalimlikte birbiriyle yarış halindeydi. Komünist Parti Genel Sekreterliği görevini yürüten Joseph Stalin, 1924’ten 1953’e kadar Sovyetler Birliği’ni tam bir diktatörlükle yönetti ve SSCB halkı arasında terör estirdi.

HEM ZEKİ, HEM HIRSLI, HEM DE ADANMIŞ

Tarihin gördüğü en vahşi rejimle Sovyetler Birliğini kana boyayan Yoldaş Stalin, fakir bir kundura tamircisinin oğlu olarak Gürcistan’da dünyaya geldi. Hayatı fukaralık içinde başlamıştı. Bakımsızlıkla geçen çocukluk yıllarında hastalıklar yakasını bırakmadı. Altı ya da yedi yaşlarında yakalandığı çiçek hastalığının izini ömrü boyunca yüzünde taşındı. 12 yaşına geldiğinde geçirdiği iki at arabası kazası sonucu sol kolu sakatlandı ve hayatı boyunca tam iyileşmedi. Bu durum “askerliğe elverişsiz bulunarak” çürüğe çıkmasına bile sebep oldu ama ‘mareşal’ olmasına engel olmadı.

 

Lenin, hastalığının son dönemlerinde kararından pişman olarak Stalin’i görevden almak ve Troçki’yi yerine getirmek istese de gücü buna yetmedi.

10 yaşında Rahip okluna devam etti. 16 yaşında Gürcü Ortodoks Rahip Okulu’na gitmeye hak kazandı, ancak otoriteye karşı geldiği için okuldan atıldı. Sınıf arkadaşlarının neredeyse hepsinin ailesinin durumunun kendinden iyi olduğu bir ortamda, sınıf farkını anlamakta gecikmedi. Zaten öğretmenleri de kısa sürede zekâsını fark etmişti. Diktatörlerin hemen hepsinin zeki olması hiç tesadüf değildi aslında.

Hem zeki, hem hırslı, hem de adanmış... Nitekim 1917 ile 1921 yılları arasındaki iç savaşta öyle bir adanmışlık ve organizasyon yeteneği sergiledi ki, Lenin’in dikkatini çekmekte gecikmedi. Bolşevik hareketin üst kademelerine kadar tırmanması ve 1922 yılında Komünist Partisi Genel Sekreteri olması böyle bir sürecin sonunda geldi. Lenin, hastalığının son dönemlerinde kararından pişman olarak Stalin’i görevden almak ve Troçki’yi yerine getirmek istese de gücü buna yetmedi. Bu makam, Stalin’in iktidarı ile birlikte Sovyetler Birliği’nin en yüksek yönetim merci oldu.

DEMİR YUMRUK

Gençlik yıllarında Lenin’in eserlerini okuyup Marksist bir devrimci olmaya karar veren Stalin,

Lenin’in sağlık durumu hızla bozulurken, onun çevresinde bulunarak mirasına da göz dikmişti bir nevi. Diğer taraftan da kendisine muhalif olabilecek herkesi partiden ihraç etmek veya sürgüne göndermek hatta ortadan kaldırmak için tüm gücünü harcadı.

 

Kısa zaman içinde etrafında ya ölesiye korkudan veya körü körüne bağlılıktan sadık bir ekip ve Sovyetler Birliği kalmıştı bile.

Kısa zaman içinde etrafında ya ölesiye korkudan veya körü körüne bağlılıktan sadık bir ekip ve Sovyetler Birliği kalmıştı bile. Rusçada ‘demir’ anlamına gelen ‘Stalin’ adını alan Yosif Visaryonoviç Cuğaşvili, bir yandan ustası Lenin’i parti içinde ve halkın gözünde ilahlaştırarak bu yolla mirasına sahip çıkarmış gibi görünürken, öbür yandan Lenin’in ekibini tasfiyede gecikmedi. Sovyetler Birliği artık daha da şedit bir “demir yumruk”la yönetiliyordu.

NKVD’YE ANLAT DA GÖRELİM

Bir “demir yumruk” öyle kolay yetişmiyordu. Bunun için öncelikli olarak dâhiyane fikrini harekete geçirerek NKVD’yi (İçişleri Halk Komiserliği) kurdu. Komünist Parti üst düzey yöneticilerini tasfiye etmek ve halka korku salmak için önemli bir adımdı bu. NKVD bir kişiyi yok etmek istiyorsa, onunla ilgili her türlü delili uydurmak ve buna herkesi inandırmak konusunda mahirdi. Sergei Kirov cinayeti işlenmişti mesela, Kirov suikastıyla bağlantısı olduğu iddia edilen yaklaşık 1000 kişi, NKVD tarafından vurularak öldürülmüştü. KGB’nin atası olan NKVD’ye yönelik anlatılan şu fıkra hiç de yabana atılacak cinsten değil:

Bir grup tavşan Polonya sınırına gidip göçmenlik hakkı istemişler. Sınırdaki nöbetçi “Neden göçmen olmak istiyorsunuz?” diye sorunca, yaşlı tavşan cevap vermiş: “NKVD bütün develerin Sovyetler Birliği’ni terk etmesini emretti.” Nöbetçi şaşırmış: “İyi de, siz deve değilsiniz ki? Yaşlı tavşanın cevabı şöyle olmuş: “Bunu NKVD’ye anlat da görelim.”

HOLODOMOR KATLİAMI

Stalin’in hedefinde öncelikle zorunlu kolektifleşme ve sanayileşme vardı. Kolektifleştirme nedeniyle meydana gelen açlık yüzünden hayatını kaybedenlerin sayısı milyonlarla ifade ediliyor. Stalin, 1929’da Ziraatın kolektifleştirilmesi için kanun çıkartma emri verdi. Ukrayna dilinde açlıktan ölmek mânâsına gelen “holodomor” adıyla anılan felaket işte bundan sonra başladı. Ukrayna’yı merkeze bağlamış, çıkarılan kanunlarla köylülerin toprakları devletin eline geçmiş, köylüler kendi topraklarında devletin işçisi hâline getirilmişti. Devlet bütün buğdayları Avrupa’ya satıp fabrikalar kurarken, köylüler kendileri için bir kilo buğday ayıramaz olmuştu. İsyan etmek kimsenin aklına gelmiyor muydu? Geliyordu elbette, ama sonucu ya sürgün ya da ölüm oluyordu.

 Sovyet Rusyası 1932-33 yılları arasında Ukrayna'da suni kıtlık oluşturmak için birtakım uygulamaları da işleme koymakta gecikmedi.

Ukrayna'da yaklaşık yarım milyondan fazla insan rejimin tarım uygulamalarına isyan ettiği için evlerinden sürüldü, yük trenlerine doldurularak Sibirya'ya sürgün edildi. Sürgün sırasında binlerce Ukraynalı açlıktan, hastalıktan hayatını kaybetti. Sovyet Rusyası 1932-33 yılları arasında Ukrayna'da suni kıtlık oluşturmak için birtakım uygulamaları da işleme koymakta gecikmedi. Amaç, kasıtlı olarak köylülerin yok olmasını sağlamak... Zira bütün köylüler, bütün Ukraynalılar ve tabi ki bütün Ukraynalı köylüler Bolşevizm’in geleneksel düşmanıydı ve sayılarının azaltılması hedefleniyordu.

SUNİ KITLIK ÇIKARTMA YÖNTEMLERİ

•       Kıtlığın had safhaya ulaşmasıyla 8 milyon insan açlıktan ve buna bağlı hastalıklardan öldü. Suni kıtlığa giden yolda şunlar yapılıyordu:

•       • Un hazırlanması için çok yüksek fiyat konulması,

•       • Yemek olarak kullanılabilecek her şeye el konulması,

•       • Yiyecek maddelerinin satışını yapma yasağı,

•       • Aç insanların yemek bulmak amacı ile Sovyetler Birliği’nin diğer bölgelerine gitmesini engellemek amacı ile ülke içi ve gümrük askerlerinin harekete geçmiş olması.

1928–1932 arasını kapsayan ‘1. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın sonuçlarına henüz beş yıl dolmadan ulaşılmıştı. Bununla birlikte, elde edilen başarının bir bedeli vardı, 1933 İlkbahar’ından itibaren başta Ukrayna olmak üzere, Kuzey Kafkasya, Kazakistan, vb. Rusya’nın tahıl ambarı bölgelerinde kitle halinde açlıktan ölümler bu başarının bedeliydi. 5 ila 10 milyon arasında olduğu varsayılan sanayileşme uğruna açlıktan ölenlerin sayısı, insanlık tarihinde ancak Nazilerin ve Maocuların terörüyle kıyaslanabilir.

ÖLÜM KAMPLARI GULAGLAR

Pek çok edebi esere, sinema filmine ve anılara konu olan GULAG kampları, Stalin’in milyonlarca insanın "halk düşmanı" suçlamasıyla gönderildiği cezalandırma kamplarıydı. Bir gece yarısı ansızın kaçırılan insanlar, işlemedikleri suçlardan dolayı cezaya çarptırılıyor, uçsuz bucaksız Sibirya ormanlarında kurulan kamplarda misafir ediliyordu. Hem ne misafirlik; yulaf çorbası karşılığında ormancılık, kerestecilik, demiryolu yapımı, inşaat gibi ağır işlerde çalıştırılmak en iyi ihtimal...

1923-1960 yıllarında Sovyetler Birliğinin sanayi bölgelerinde beş yüzün üzerinde çalıştırma kampı kuruldu.

1923-1960 yıllarında Sovyetler Birliğinin sanayi bölgelerinde beş yüzün üzerinde çalıştırma kampı kuruldu. Stalin dönemindeki ekonomik ve sınai büyümede bu zoraki emeğin payı büyük. İşine geç gelen bir işçi bunu üç kez tekrarlarsa, üç seneliğine GULAG’lara gönderilir. Buradaki olağandışı şartlarda günde 14 saat çalıştırılırdı. GULAG'ın faaliyetleri sonucunda, 20. yüzyılın en parlak sanayi yapıları ortaya çıktı ve Stalin dönemindeki Sovyet Sanayi Devrimi gerçekleşti. NKVD verilerine göre, Stalin döneminde, GULAG kamplarındaki mahkûm sayısının azami rakamı 2 milyon 760 bin olduğu belirtiliyor. Resmi kayıtların gerçeği hiçbir zaman söylemediği, özellikle de Rusya gibi bir ülkede bunun kat be kat fazlasını düşünmek gerektiği de sır değil.

TARİHİN GÖRDÜĞÜ EN ACIMASIZ SÜRGÜN

Dünya’nın en büyük sürgünleri olarak tarihe geçen Stalin sürgünleri, batıda Fin ve Polonya halklarını, güneyde Kırım Tatarlarını, Volga havzasında Almanları, Kafkasya’da Karaçay, Balkar, Çeçen, İnguş ve Avar halklarını, Güney Kafkasya’da Ahıska Türklerini, Hemşinli Müslüman Türkleri ve Kürtleri, Hazar kıyısında Kalmukları, Uzakdoğu’da Kore halkını kapsamıştı. Buna ek olarak Sovyetler Birliğinde yüzlerce rejim muhalifi, toprakların devletleştirilmesine karşı gelen her halktan köylüyü de “kulak” sıfatına koyarak bu sürgün kervanına kattı. Bahanesi ise Almanlarla işbirliği ve vatana ihanet. Asıl amacı milliyetçilik tehlikesine karşı farklı milletleri bölmek ve birbirine düşman etmek.

TÜRKLERİ YOK ETMEK

Sürülen Müslüman halklar nüfuslarının yarısından fazlasını bu uzun yolculuklarda ve gittikleri çalışma kamplarında yitirdiler. Ahıska Türklerinin sürgünü Sovyet arşivlerinde “Karadeniz çevresinin Türklerden temizlenmesi” ifadeleriyle yer alıyor.

 Sürülen Müslüman halklar nüfuslarının yarısından fazlasını bu uzun yolculuklarda ve gittikleri çalışma kamplarında yitirdiler.

Zira Ahıskalılar, Sovyetler Birliği içinde yaşayan halklar arasında kimliğinde “Türk” ifadesi yer alan tek topluluk. Bu halkların geri dönüşüne Stalin’in ölümünden sonra izin verildi. Tabi birçoğu maddî yetersizlik ve yasal engeller nedeniyle geri dönemedi.

HANGİSİ DAHA DİKTATÖR

Alman Nazi Partisi lideri Adolf Hitler 1934-1945 yılları arasında Almanya’nın tartışmasız tek diktatörüydü. Amacı ârî ırk oluşturmak için Alman olmayanlardan kurtulmak ve Avrupa’da hegamonya kurmaktı. Onun faaliyetleri de 17 milyondan fazla insanın ölümüne sebep oldu. Ama Stalin’in öldürdüğü insan sayısına ulaşamadı. Gel gelelim günümüzde 1 numaralı diktatör olarak yerini korumayı başardı. Bunun bir sebebi sosyalistlerin entelektüel dünyayı domine etmesi olabilir. Zira kendilerine yapılan haksızlıkları romantikleştirerek dile getirirken, sosyalizm adına yapılanlara da ‘faydacı’ bir kılıf bulmakta üzerlerine yok.

İSRAİL’E DESTEK İÇİN…

Hitler-Stalin karşılaştırması bundan ibaret olmasa gerek. Zira her ikisi de Müslümanlar ve diğer kavimlerin yanı sıra fakir Yahudileri de hedef yaptılar. Sonrasında anlaşılmıştı ki, ikisinin de Yahudileri hedef almasının gizli bir amacı vardı. O da Filistin topraklarında kurulma hazırlıkları yapılan İsrail için Yahudi nüfusu sağlamak. Zîra Almanya’daki fakir Yahudilerin ölümüne daha çok Hitlerin ordusundaki Yahudi SS subayları neden olnuştu. Böylece yoğun olarak Almanya ve SSBC topraklarından hayat endişesi taşıyan Yahudiler Filistin’e göç edecekti.

 Böylece yoğun olarak Almanya ve SSBC topraklarından hayat endişesi taşıyan Yahudiler Filistin’e göç edecekti.

Öyle de oldu. SSCB ve Almanya vatandaşı yüzbinlerce Yahudi, kendilerine sağlanan özel imkânlarla Filistin’e taşındı. Benzer bir durum İstanbul’da da yaşanacaktı. Tarihe “6-7 Eylül Hâdiseleri” olarak geçen ve İstanbul’daki Gayrimüslimleri hedef alan komplo ile hem Menderes suçlandı, hem de pek çok Yahudi’nin Filistin’e göçü sağlandı. Bu arada Rumlar da bu haksızlıktan nasibini alacaktı.

KADERİN CİLVESİ

Yakın tarihe kadar Batı’da halklar arasında fitne fesat çıkaran Yahudiler insan yerine bile konulmuyordu. Yahudilerden bıkan Batı, onların ülkelerini terk etmesinden büyük memnuniyet duymaktaydı. Ancak para da Yahudilerdeydi. İsrail devleti için nüfus gerekiyordu. Zenginlerin gitmek istedikleri topraklara fakirler neden gitsindi? Nihayetinde şiddet ve bazı ölümler gözleri korkuttu. Böylece bir taşla iki kuş vuruldu.

Neticede Stalin her şeyi halkının iyiliği(!) için yapmıştı ve günümüzde de buna inanan insanlar azımsanmayacak kadar çok. Yahudileri komünizme ve oluşturduğu rejime karşı tehdit olarak gören Stalin de birçok Yahudi’yi katletmişti aslında. Fakat kaderin bir cilvesi olarak Yahudi soykırımıyla anılan kişi olarak tarihe o değil Hitler geçti.

Derleme

Recep YAZGANRecep YAZGAN