“Kumandan Talut nehirden içme…!”
Önümüz bayram. Ve dünya zor günlere gebe. Yeryüzü zulüm altında. Yanan ateşler yürekleri dağladı. Herkesten kaçtığımız gibi kendimizden de kaçıyoruz. Bedenlerimiz artık bu yükü kaldıramaz oldu. Oluklar doldu taştı. Mavi dünya kırmızıya boyandı. Bu acıdan bir doğuş hikayesi yazmak hayatını imanına şahit kılmak isteyen gönüllere şart oldu. Zira insanlığın dibe vurduğu ana hızla girdik.
Hayatı ve yaşananları anlamlandıramazsak bittim noktasından kalırız. Halbuki karanlığın en koyu zamanıdır güneşin doğuşu. Acıların en yoğun olduğu zamandır nur evladın gelişi...
O halde her ne kadar acılar en üst boyutta olsa da, yeryüzü işgal edilmiş gibi görünse de bu işgal yüreklere inmemeli. Bu yüce gönüller Hak sevgisi ile yeşermeli. Hem de inadına daha da yeşil, daha da gür, daha da bol meyveli olmalı...
O halde yaşananlara şer görünenin ardındaki hayra talip olarak hayır gözlüğünü takmalıyız. Allah’a ait olduğumuzun bilinciyle hareket etmeliyiz. Salat halinde olup kıyama kalkmalıyız. Ve bu noktada ellerimizi Rahman’a açıp niyazda bulunmalıyız...
Tıpkı gözümüzün nuru, Allah Resulü Hz. Yakup gibi gamımızı, kederimizi, hüznümüzü, tasamızı içinde bulunduğumuz anımızın ve ahirimizin sahibi olana arz etmeliyiz. Şikâyetimizi arz edecek merci olarak sadece Allah’ı tanıyorum. Alemlerin sahibine dayanıp güvenmeli, teslim olmalıyız. Bilmeliyiz ki her şey O’nun iradesi ve idaresi altındadır. O dilemezse yaprak bile düşmez. Onca akan kanlar, göz yaşları O’ndan habersiz de değildir.
Gözümüzün içine baka baka yapılan bu katliamlar ne ilk, ne de son olacak. Ölüm olduğu müddetçe zulümler bitmeyecek. Ne ilk insanlığın babası Hz. Adem (a.s.), ne ikinci babası Hz. Nuh (a.s.) ne de diğer Nebileri es geçmeyen bu belalar bizim başımıza gelmeden cenneti hak edeceğimiz de bir gerçektir.
Hz. Adem ve iblis hikayesi herbirimizin malumu. Hayat, ya Adem ya da Şeytan, ya Habil, ya da Kabil, ya Karun, Haham, Haman, Firavun, Nemrut hali ya da Süleyman hali... Acep herbirimiz sorumluluğumuzu almadan, hayatın içinde özne olmadan, bulunduğumuz halden razı olmadan Allah’ın bizden razı olmasını da bekleyemeyiz.
Hz. Nuh (a.s.)’ın 950 yıllık hayat mücadelenin akabinde Rabbine niyazı ve kabulünün sonucunu acaba bilmeyenimiz var mıdır? Yeryüzünde kulluk sözleşmemizi bozarsak, sorumluluk bilincimizi şuur altımıza atarak üzerlerini örtersek, haksızlıklarımızda ısrarcı olursak, bu şekilde zalim olanların yer yurt sahibi olabileceğini sanmayalım.
Acaba Hz. Yakup gibi kaldıramadığımız bu gönül acısını her şeyin sahibine arz ederken, alemlerin sahibine el açıp “zalimin zulmü varsa mazlumun da Allah’ı var” diyerek teslimiyet gösterelim.
Talut ve calut kıssasında Rahman yeryüzünü fesada uğratmamak, dirlik ve düzen içinde tutmak için insanların bir kısmının eliyle diğer bir kısmını bertaraf etmeyi dilemektedir. Rabbim Allah, kendisini Vahyinde anlatırken, bütün varlıklara çok büyük lutuf ve inayet sahibi olduğunu talut ve calut kıssasının akabinde anlatmaktadır. (Bakara 251)
Az sayıda nice topluluğun, çok sayıda nice kalabalığı Allah’ın izniyle yeneceğini Rabbimiz Allah vaad ederken, kendisinin ancak sabredenlerle beraber olacağını buyurmuştur.
Talut ve askerleri! Bir nehir var ve emir!
Allah’ın verdiğine razı olmamız, kabul ederek Adem olmamız, akabinde yola düşmemiz, yolda giderken önümüze gelen nehirden kana kana içmememiz gerekmektedir. Eğer içersek suyumuz bozulacak, içinde bulunduğumuz nimetleri fark etmeyecek, şikayet modunda olacak ve saf bakışımızı yitireceğiz. Sonunda yorgunluk, atalet, bitkinlik hali hakim olacak.
Emir kesin. Kana kana içmeyerek ümitsizliğe düşmeyecek, umudumuzu yitirmeyeceğiz. Mal giderse hiçbir şey olmaz. Sağlık giderse yarı şey gitmiştir. Ümit umut giderse her şey bitmiştir. Şu bir gerçektir ki, inanıyorsak üstün olacak elbette biziz. İlgili ayet Al-i İmran suresi 139. Ayetindedir.
“Ey İnananlar! Yeryüzünde fesat çıkaranlara karşı gevşemeyin, yaptıklarından dolayı sakın üzülmeyin. Eğer gerçekten müminseniz mutlaka onlara galip geleceksiniz. Ve inandığınız sürece galip olmaya, üstün olmaya devam edeceksiniz.”
O halde imtihan öncelikle Musa ve Harun ailesinden kalan şeyleri yani vahyi kabul edip uygulayarak gönül huzuru içinde olma halidir. Zira mümin olanların anlayacağı kesin delil işaret budur. Bu hal ise bir sekine halinin, bir huzur içinde olma halinin bizde hakim olmasıdır. Yasin suresinde Neccar’a söylenen “Gir cennetime” nidasını duyma, bizim de akabinde “keşke kavmim bunu bilseydi?” deme halidir.
Yeter ki suyumuzu bozmayalım, duru bakışımızı yitirmeyelim, Rabbim Allah’a güvenimizi sarsacak söylem ve eylemlerde bulunmayalım. Dik duruşlu olup kıyamda olalım. Ki Kayyum atanabilelim...
Gerisi mi? Gayrisi hikaye...