Gündem
Giriş Tarihi : 13-04-2014 11:37   Güncelleme : 13-04-2014 11:37

CAHİT KOYTAK ŞİİRİNDE ‘ÖTEKİ’NİN ‘BERİKİ’LEŞMESİ

Çağın acısına tanık olan sanatçının görevi, yaşanan tragedyaları; resimle, karikatürle, şiirle, yazıyla, sinemayla, tiyatroyla ve sanatın diğer kollarıyla insanlığın gelecek hafızasına taşımak olmalıdır. Bu minval üzere baktığımızda, “Kendisine Kürt mü, Türk mü, Ermeni mi?” diye soran Cahit Koytak’ı, görürüz.

CAHİT KOYTAK ŞİİRİNDE ‘ÖTEKİ’NİN ‘BERİKİ’LEŞMESİ
Bu yerinde ve haklı soru, onun sanatçı kişiliğinin en bariz örneğidir. İnsani duyarlılığı, sanatçı duyarlılığıyla öylesine pekişmiştir ki, yaşadığı çağın tanıklığını güzelce yapıyor. Cahit Koytak’ın, “Hepimiz Hrant’ız”, “Uludere, Uludere” ve “123.000 Tüy” adlı şiirlerine, şairin dünyasına müsaade ettiği ölçüde kısa bir seyrüsefer yapma arzusundayım.

“HEPİMİZ HRANT’IZ”

Hrant Dink’in öldürmesinin ardından eşine bir mektup yazan Rakel Dink, o mektupta şöyle demişti; “Ben bu çocuğu yargılamıyorum, bu çocuk bir zamanlar bebekti. Bir bebekten bir katil yaratan sistemi sorguluyorum.” İşte bu sözler Cahit Koytak’ın o narin yüreğinde yer bulmuş, Hepimiz Hrant’ız, adlı şiiri yazdırmıştı, (26 Ocak 2007). Şair, birçok konuda olduğu gibi burada da şair hassasiyetiyle çok cesur davranmıştı -ki ben kendi adıma diyorum; gıpta etmemek elde değildi-. İşte bu! Sanatçı kimliği bu, dedirtircesine bir özgüvenle sunmuştu fakat -bu malûm yakın- çevrenin tepkisi gecikmemişti. Suya sabuna dokunmayanların sanatçı sayıldığı bu ülkede, Cahit Koytak ve onun gibi reel düşünenler bu kategoriye girmiyorlar, bilesiniz. “Vursalardı beni de, Hrant gibi, ben şahsen, zaptiyenin /Örtbas muşambasıyla değil, hayır, /Agos gazetesiyle /Örtsünler isterdim cesedimi” diyor. Şair, kavmiyetçi bakıştan uzak, salt insan sevgisiyle dolu yüreğiyle Yunus misalî, “Yaratılanı hoş gördük Yaratandan ötürü” sözünü şiar edinmiş, hayatına zapturapt olmuş kardeşlik bilinciyle, halisane kalple, “Agos gazetesiyle örtsünler, ne fark eder” diyor. Cahit Koytak’daki bu tevhidi düşünce şu mısralarla devam ediyor:

“Vursalardı beni de, Hrant Dink, senin gibi,

Her şeyi göze alıp, cenaze namazımı

Tanrı’nın ‘Meryem Ana’ evinde

O evin avlusunda

Kılsınlar isterdim, ‘bizimkiler’!

Kılsınlar ne fark eder?

Kılsınlar ki, böylece, Tanrı’yı bir mülk gibi

Çitlerle çevirmeye kalkışan ferisiler

Bütün mülklerin, mabetlerin

O’na ait olduğunu bilsinler.” İsterdim…
 
“Uludere, Uludere”

Cahit Koytak, ahengini insan sevgisinden almış, hür bir damardan gürül gürül çağlıyor. O, “Uludere’de Allah’ın göklerini bombalarla yırtarak /Allah’ı seven Kürtlerin başlarına yıkan tağut’a” güneş yüzü görmemiş kelimelerle sesleniyor. “Yazdığı kıssalar arasında, Bir de Uludere Kıssası” olup olmadığını, soruyor. “Allahın bu uzak akrabaları için” sorusunun cevabına, içsesine kulak kesilen şair ilerleyen mısralarında şu cevabı verecek; “Dicle kıyısında kaybolan kuzular” dan da ricalin sorumlu olduğunu hatırlatacaktır. Cahit Koytak, Kürtleri burada Allah’ın uzak akrabaları gibi görmüş değildir, bilakis, yakîn bellemiştir. Bu, Kürtleri de bir kavim olarak görmekten aciz, bilgisiz, Allah’tan habersiz kafatasçılara, -anlayabilirlerse tabi- derin bir göndermedir. Çünkü “Zihnin arka sokaklarında ve bilincin bodrumunda: /”Ulan, biz Allahın Kürdüyüz, Kürdü /Ve O’na dönüyoruz, kabul! /Peki, ya siz? Ya siz, neyi oluyorsunuz O’nun /Ve kime dönüyorsunuz? diyecektir. İşte hakikat, işte can alıcı soru, “Biz Allah’ın Kürdüyüz, …Ya siz,” Öyle değil mi, ya siz? Evet, ya siz kim oluyorsunuz? Ümmet bilincinden yoksunlaşan /yoksunlaştırılan bu halkın ırkî bakışlarla ne hale geldiğini görmek için kâhin olmak gerekmiyor. Sanatçının duyarlılığı, birlik düşüncesi burada da kendini gösteriyor ve “Dün Dersimlerden, Ermeni kıyımlarından, /Sivas katliamından falan, falan /Bugün Agos’un önünden ve ‘Uludere’den geçen /Ve Nuh’un oğullarını, kızlarını /Çetin mi çetin sınavlardan geçiren büyük gemiyi…” hatırlatıyor, sorguluyor.

Cahit Koytak, bu derunî bilgisine; içten, samimi ve mütevazı bir şekilde iştirak ettirir okurunu. Doğu bilgeliğiyle, öğretirken âdeta öğreniyormuş gibi davranır, “Kürtçe konuşmayı bilen bir derecik olmak” ister. Öyle ki, “Peygamber sessizliğini, dağ sessizliğini Kürt babaların” sonra evet, sonra, “Yedinci kat göğe çıkarmak havarlarını Kürt anaların” feryadını yüreğinde taşır. Dönüp sormaktan kendini alamaz, “Yeni bir tanrı mı arıyor bu devletlüler kendilerine” Evet, doğru bir zamanda ve doğru bir mekânda soruyor bu soruyu, “Yeni bir tanrı-sevgisi mi? /Yoksa yeni bir tanrı ve insan sevgisi mi?” arıyorlar.

Cahit Koytak’ın şiirinde müthiş bir bilgi ve kültür birikimi göze çarpar; onda doğunun içsel ve gür sesini, uzak doğunun havasını, batının felsefeci yaklaşımını ve daha birçok boyutu bir arada görür okur.
 
“123.000 Tüy”

Tüysüz yetimin hakkını arayan bir merhametin ve bilgeliğin sesidir. Biliyorsanız, susamazsınız tıpkı Yunus Emre’nin, “ya ben öleyim mi söylemeyince” dediği gibi. Uludere Olayı, Tazminat Meselesine gelip dayandırıldığında, mağdur aileler tepkilerini koymuştur. Cahit Koytak, burada susmamış, susamamış. “Bir kolunuzu isteseler sizden devletlim, /Altmış yıl beraber yaşadığınız elinizi, (…) Verir misiniz, namerde /Yüz yirmi üç bin kaymeye onu?” diye, sormuştur. İnsan canının parayla ölçülemeyeceğini, hiçbir maddi getirinin o insanları geri getirmeye muktedir olamayacağını şiir yoluyla ince ince işlemiştir. Şair, ölen insanların yerine kendilerini koymalarını, kıyas etmelerini kendine has üslubuyla şiirleştirmiştir. Düşündüren, merhamete, hakkaniyete davet eden öğütleyici üslubuyla bir güzel anlatmıştır. “Bir ayağınızı isteseler sizden, devletlim, (…) Kırmızı halıların üstünde sizi gezdiren /Bir ayağınızı isteseler sizden, /Verir misiniz, namerde /Yüz yirmi üç bin kaymeye onu?” Bununla kalmaz, “Bir oğlunuzu ya da kızınızı, /Canınızı yani canınızı” der. Bu can alıcı noktadan sorar, buna devletlinin vereceği cevap var mıdır? Elbette yoktur. Şair, “Kötü siyaset şeytanın kanadı olsa, /Siz de yolmak isteseniz şeytanın kanadını, /İstemez misiniz, eminim istersiniz” der. Çünkü halk da, devletli de iyi bilir şeytandan on kat daha fazla tüy çıkacağını, o halde mazlum halkın tüylerini yolmaktan vazgeçin. Şair de bunu diyor zaten, bakın: “Fukara milletimiz daha fazlasını öder ilerde, /Önce adaletin, sonra barışın, /Sonra da kardeşliğin bereketiyle, efendim…

Cahit Koytak, bu şiirlerle güncel sosyal sorunlara İslam’ın evrensel bakışı ve vicdanı ile yaklaşmıştır. Burada kör bir devlet düşmanlığı da önerilmemekte, salt vicdan açısından bakılarak zalim kim ise onun kınanmasını savlamaktadır. Bu bakış açısı; katliamları da, şiddetle toplumu geren ve masum insanları hedef alan zihniyeti de kesin bir red ile dışlayacak olan bir bakış açısıdır. Koytak’ı, salt bu şiirler çerçevesinde değerlendirmek de elbette eksik olur, nakıs kalır.

Koytak’da, Hz. İsa’nın nefesini, Hz. Muhammed’in muhabbetini, eşsiz sevgiyi, merhameti, insan hallerini, konuşur gibi ama öylesine ahenkle, müzikaliteyle okunmuş (yazılmış değil) şiirlerle karşı karşıya gelirsiniz ki; işte burada hiçbir afili söz, fiyakalı cümle Cahit Koytak’ı anlatmaya yetmez.
 
http://hurbakis.net/content/cahit-koytak-siirinde-otekinin-berikilesmesi
Kaynak: Hür Bakış 
adminadmin