Ziya Osman Saba derin duyuşların sahibi bir şairimizdir. Her okuduğumda yeni bir incelik bulduğum, beni dinlendiren kelimelerin ozanı bir adam. Aslında hak ettiği yerde olan bir edebiyatçımız da değildir. Belki de bir grubun aidiyetinde kaybolmuştur. Bir akıma ait olmanın böyle bir kayboluşa dönüştüğünü de düşünenlerdenim. Grubun lideri bir şair ya da yazar, sizin gür şiirinizi veya yazınızı da örtebilir. Burada böyle bir durum hissediyorum. Yedi Meşalecilerde böyle bir algı durumu mevcuttur.
Neyse, gelelim Ziya Osman Sabanın şiir ve sanat dünyasına.
Onun şiirinde bir varoluş meselesi vardır. Şehri iyi yaşayan şair, şiiriyle İstanbul’u gezer, sizi de gezdirir: “Ne kadar istiyorum, akşamleyin, ezanda, /Eski bir evde olmak, orda, Eyüp sultanda;/Bir yanda ölmüşlerim, bir yanda kalanlarım.” Diyerek, yaşadıklarına sizi de ortak eder. Bazan da kaçırdıklarına üzülür ozan: “Geç kaldık, Yarab, geç kaldık!../Şu hayat işte, gök, dallar, gün, /Bizi sardı, Yarab, geç kaldık...” Pişmanlığın gecikmişliği ağırdır. Şairin ruh dünyası bunu da kaldıramamıştır belki? Sizi aydınlığa sevkedecek şiirlerine de bakmakta yarar var. Her şiiri, bir durum anlatmaz şairin.
Şairlerin alemini en iyi anlatan dizeler, onların mutlu olduğu satırlardır. Ziya Osman Saba da küçük dokunuşların, azla mutlu olanın şairidir. “Şu güneş, açık pencereden giren,/Şu rüzgârla birlikte şu aydınlık,/Taze, ılık./Gök, damlar, ağaçlar... İyilik, sevgi.../Bütün kelimelerle, dilimin ucundaki,/Şu bahtiyarlık.” Unuttuğumuz bir kelime, bahtiyarlık. Bahtiyar olmanın tadını almış şair mısraları. Ne güzel. Bireysel mutluluğu, huzuru yakalamış bir şair gönlü. Bugün ne zor! Mutsuzluğun şiirini yazmaya çalışan yeni şiir! Ziya Osman Saba, huzurun şairidir. Bu dizeler de onu anlatır. Huzuru arayan okur, mutlaka Ziya Osman Saba şiiri okumalıdır.
Ziya Osman Saba; yaşadıklarının, basit hayatların derin şairidir. O zamanı ve anı kovalar. Vakti kuşanmak derdinde değildir. Çok da politik bakmaz hayata. “Bir parça aşk, bir parça sevinç, su, güneş ekmek, /Bahtiyar, seveceğiz, yaşamayı, ölmeyi.” Evet, dünya hayatı budur. Bunu ancak sufiler böyle anlar, duyar. Ziya Osman da böyle ruhani bir dünyaya aittir. Onun için severim şiirini. Bahtiyar olmak meseledir. Mutlu olabilirsin de bahtiyar olamayabilirsin. Mesele iyi yaşamaktır. Ziya Osman küçük dünyasında iyi yaşayan bir kişilikti. Mısralarındaki engin duruş bunun iyi bir işaretidir. Zengin bir gönül dünyası olan ozan, “mesut insanlar fotoğrafhanesi”nde bunun tanıklığını da iyi anlatır.
Gelelim bir başka şiirin tanıklığına: “Son kalan eşyasını mezada veren yoksul./Fakirin iç çekişi, zenginlerin usancı./Gurbete düşmüş yolcu, yolcu bekleyen hancı/Şu anda yeraltına günahıyla gömülen,/Büyük tımarhanede kahkahalarla gülen./Ölü, ölü yıkayıcı, hasta, hastabakıcı,/Allah’ım, cümlemize acı!..” Amin diyelim de, şiirin dünyaya nizamat vereni budur. Büyük tımarhanede kahkahalarla gülen insan olmak nasıl bir şeydir? Dünyayı tımarhaneye benzetmek ne güzeldir. Her hane mesuttur da, dünya nasıl tımarhane olur? İşte şair budur. Zenginlerin bıktığı bir maddi alan, yoksulların da iç çektiği bir dünyadır. Dünyanın bozuk düzeni zengini bile mutsuz ve tatminsiz eyliyor. Sanki günümüzü resmetmiş şair. Şiir de budur. İyi şiir; ayağında güncel, mısralarında gelecek olandır. Ziya Osman Saba’yı bugüne taşıyan budur.
Onun şiiri göğe bakma durağı gibidir. Siz okudukça geleceğe doğru adım atarsınız:” Bakmak istiyorum günler günü gökyüzüne, /Nere olursa olsun, yatıp sırtüstü yere,/Damlardan, bacalardan, duvarlardan öteye/Bakmak istiyorum günler günü/Gökyüzüne.” Şiiriyle sizi göğe yükselten şair, aslında okuruyla da yürüyen adamdır. Ben onun şiiriyle yürüyorum. Gökyüzü metaforu burada uzaya karşılık gelmez. Gökyüzü, ulvi alemin basamağıdır. Onun için gökyüzü, tılsımlı bir alandır. Gizemlidir, sıcaktır, derindir. Dahası var, ulaşılan bir yerdir. “Şu garip yeryüzünde anlaşılmaz ömrümüz.../Gelip yanı başıma boynunu büken öksüz, /Evladı gitmiş ana, siyah yeldirmeli dul,” Yeryüzünü de böyle görür ozan. Netameli, ezik, öksüz, karanlık bir yer! Öyle değil midir? Dünya yaşanılası bir yer olmaktan çoktan çıkmıştır. Şiirin yazıldığı zaman böyleyse, bugün nasıldır dünya? Şair yaşasa ne söylerdi?
Dünyanın çelişkisini yeryüzü ve gökyüzü kavramlarıyla anlatan şair, bir başka şiirinde Misakı Milli sokağıyla mutlu olur. Yine küçük yaşamları, eskiyi, zamane kızlarını, anlık sevgileri kovalar. Bakalım ne söyler usta:” Misakımillî Sokağı! Senin /Esen rüzgâr, yağan karını sevdim. /Camın önüne her oturuşta seyrettiğim, /Arnavut kaldırımlarını sevdim. /Bir çocukluk oyunu mu oynadık orada? /Sen gelin olmuştun, ben güvey. /Sen öyle güzel; ben daha genç, /Yepyeni, taptazeydi her şey. /Ne zaman o sokağa yolum düşse şimdi, /Ayaklarım geri geri gider. “Ayağımız gerçekten geri gider. Giresun’u, Samsun’u, Adıyaman’ı, Ordu’yu, Çarşamba’yı arar olduk. Uluburun plajını, Perşembe denizini, Atakum sahilini, Nemrut’un güzel kızını bulamaz olduk. Benim açımdan durum böyleyken, şair de eski İstanbul’u ve çocukluluğunu aramaktadır. Maziyi böyle aramaya, atiyi de kovalamaya devam edeceğiz. Hayat böyle bir arayıştır.
Yeniden başlayanlara selam olsun diyerek, bir Ziya Osman Saba şiiriyle bitirelim:
YENİDEN BAŞLAYIŞ
Allah’ım bakıyorum her mahlûkun yavrusu...
Yeşeren çayırlarda yeni otlayan kuzu.
Toprakta karıncalar, kuşlar yuva dolusu,
Dünkü kuru dallarda ilk çatlayan tomurcuk,
Bir anne kucağında gülümseyen bu çocuk.
Gözlerinde ilk hayret, dudağında ilk hece,
Beri yanda cıvıltı içinde bütün bahçe.
Kendiliğinden açan gül, doğan gün, biten kış,
Ölmüşlerin izinde bu yeniden başlayış!..