Fikir
Giriş Tarihi : 11-02-2024 09:40

Konuştuğu dile sadık kalmayanların…

İstiklal Marşı Derneği Fahri Genel Başkanımız Şair İsmet Özel, derneğin resmi internet sitesindeki yazılarına ‘Türk Taşı Neresi’ ser levhasıyla devam ediyor.

Konuştuğu dile sadık kalmayanların…

Özel bu haftaki yazısında Türk Taşı’nın Yeri Neresi diye sorarak, “Her ne kadar aramızdan bazıları Türk olduğunu söylese de Türklüğümüz şimdiye kadar meyve vermedi.

Bundan sonra verecek mi? Vermesini sağlayacak işaretler üzerinde miyiz?

Bunlar esrarlı suallerdir. Esrarlıdır çünkü kendimize Türk deyişimiz iki şeyin billurlaşmasına bağlı: Vatandan vazgeçmeyenlerin birbirlerine kenetlenmesi” diye yazdı.

Özel yazısına şöyle devam etti:

Kenetlenmemize mani olacak insanlık aklına ve mantığına sığmayacak binlerce sebep buluyoruz. Bu bir.

Kenetlenenlerin ümitlerini dışardan desteğe bağlamayışları. Devrede desteğini kenetlenmeden alan dâhili bir güç fışkırması gerekiyor. Bu da iki. Türk milliyetçiliğini “Ne mutlu Türküm diyene” ibaresini ikrar veya tekrar etmek başlatmış değildir.

Ne olduysa bayramlarını dini ve milli olarak ikiye ayırmak zorunda kalanların eliyle olmuştur.

Yani Türklük sadece dönen ve Türk düşmanları eliyle mümkün olan en büyük hızla, akıl almayacak derecede büyük bir hızla döndürülen dolabın en dolambaçlı yeridir, o kadar. Andığım ibare Mustafa Kemal’in onuncu yıl nutkunun son cümlesidir.

Yıl Hıristiyan takviminin 1933üncü yılı. Mustafa Kemal dış görünüş itibariyle Türk devletini tepeden tırnağa modernleştirmiş, Türk milletine elinden ne geliyorsa bunların hepsini yapmıştır.

GERİYE BİR TEK ŞEY KALMIŞTIR

Soyadı kanunu. İnkılâpçı anlayış onu da Hıristiyan kültürün şartlarına boyun eğerek 1934’te yürürlüğe koyacaktır. Hıristiyan kültürü dillerinin Hint-Cermen (veya Avrupa) dil grubu içinde yer aldığına hem kendileri inandı ve hem de bütün dünyayı buna inandırdı. Bu dilde aristokratlar François-René de Chateaubriand örneğinde görüldüğü gibi sahip oldukları topraklar veya tıpkı Robert Taylor’da, Gary Cooper’da karşımıza çıktığı gibi meslekleri vesilesiyle anılırlar. Avrupa dillerinde büyük bir ekseriyetle sıfat isimden sonra gelir. Dolayısıyla önümüze muhteşem bir şatoda doğup büyümüş bir François-René ve terzi Robert, bakırcı Gary çıkar. Modernleşmenin bizi soyadı taşımağa mecbur kıldığını farz edelim. Bu mecburiyet karşısında bile millî kalabilirdik. Macarlar millî kalmakta ısrar ettiler. Bugün hâlâ konuştukları dile sadık kalarak soyadlarını isimlerinden önce kullanıyorlar. Millî kalmak demenin konuştuğu dile sadık kalmaktan zerrece farkı olmadığını iyi bilmek zorunludur. Hayal edebileceğimiz diyalog şöyledir:-Ali geldi. –Hangi Ali? –Süpürgecigillerden Ali. Yani “Hangi Ali?” sualinin cevabı “Ali Süpürgecigillerden” değil, “Süpürgecigillerden Ali ”dir. Konuştuğu dile sadık kalmayanların mensup oldukları dine sadık kalacaklarını mümkün sanmak çocuksu bir inanıştır.

 

Biz Türkler bilhassa son 100 senedir iskambil kâğıtlarından yapılma bir şatoda oturuyoruz. Bu şatonun sağlam olduğuna inananlarımız var mı? Hayır, yok. Kâğıttan yapılma binayı savunan herkes gün gelip de işlerin ters döneceğinden korkuyor. O halde kâğıttan yapılma bina niçin yıkılmıyor? Çünkü neden yapılmış olursa olsun bir şeyin yıkılması ancak onu yıkacak gücün faaliyetiyle gerçekleşir. Yıkan yoksa yıkılan da yoktur. Niçin Türk milleti Müslümanlığa sahip çıktı? Bugün yeryüzünde Recep Tayyip Erdoğan’ı dünya Müslümanlarının önderi gibi görenler var. Kenan Evren’i bile 12 Eylül 1980 askeri darbesinin akabinde İslâm lideri konumunda gören Müslümanların bulunduğuna şahidim. Türklerle İslâm arasında sıkı ve sağlam ilişkilerin olmasının sebebi ikidir: Birinci sebep Türklerden önce bu topraklarda Hıristiyanların hâkim olması ve Hıristiyan dindarlığının hoşgörüden çok uzak oluşudur. Meselâ, teslis inancını veya ikonlar önünde tapınmayı reddeden Hıristiyanlar yaşama haklarını muhaliflerinin çoğunlukta olduğu bölgede savunamıyor, göç etmek zorunda kalıyorlardı. Buna mukabil Müslümanlar hane masuniyetine sıkı sıkıya bağlı idi. Diğer sebep ferdi tercihlerin İslâm içinde göz önüne alınışıdır. Bu tavır devletin kendini Müslüman kabul eden Alevilerin askere alınmalarını kabul etmesine sebep olmuştur. Yeniçerilerin bağlı olduğu tarikat Sünnileri Alevilerle aynı yolda gören Bektaşilikti.

TÜRK VARLIĞI DERKEN FRENK TAKLİTÇİLİĞİNDEN UZAK DURMAYI ANLAMAMIZ GEREKİYOR

Çeşitli İslâm devletlerinde bulunmuş insanlarla konuştuğunuzda hayrete düşeceksiniz:

Hepsi Türk vatanı dışında Müslümanların Türklerden İslâm adına bir eylem bekliyor.

Bu bekleyiş Türkleri idaresi altında tutan devletin tavrına göndermede bulunmaktan doğmuyor. Cami cemaatlerinin ruhuna vakıf olanlar millet bünyesinde sönmemiş bir ateşin yandığını görüyor.

Bu Müslümanlar aynı ateşi halkı Müslüman diğer ülkelerde görmemekten rahatsızlık duyuyor. Hâsılı, Türk varlığı derken Frenk taklitçiliğinden uzak durmayı anlamamız gerekiyor. Kim bunlar? Üfürükçü hocalar mı? Türk halkı içinde üfürükçü hocalara itibar edenlerin sayısı hayli kabarık olsa da, bunlar arasında “Ocak Kültürü” şartlarından haberdar olanlar da bulunur. Modern tıp yollarıyla tedavi uygulayan hastahanelerin lağv edildiğine dair hiçbir haber işitmedim. Demek ki, tamire niyetlendiğiniz cisme kaç çekiç darbesi indirdiğiniz değil, o darbeleri gereken yere indirip indirmediğiniz sonuç veriyor. Eğer Türk taşının ağırlığını merak ediyorsak cevabın İstiklâl Harbimizin bitmediğine hükmetmekte olduğunun bilinmesi gerekiyor.

 

Kayna: İSMET ÖZEL - istiklalmarsidernegi.org.tr

adminadmin