Bundan iki hafta önceydi. Metro istasyonuna ulaşmak için otobüse binmiştim. Aslında üç duraklık mesafe, yürüsem yürünür fakat hava şartları kötü olunca bir durak da olsa otobüs kullanma ihtiyacı hissediyor insan. İşte öyle yağmurlu bir günde kuru halde metroya ulaşabilmek için otobüs kullandım. Benim gibi bir sürü insan vardı. Onlar da otobüs kullandı. Haliyle, İstanbul burası.
En son bir teyze bindi. Aşırı derecede telaşlı, şaşkın ve de meraklı gibiydi. Bir sürü sorular soruyordu önündekine, yanındakine, şoföre... Yol tarif etmelerini istiyor, nerede ineceğini öğrenmeye çalışıyordu. Verilen cevapları teyit etmek istercesine tekrar tekrar aynı soruları soruyor, aynı cevapları dinliyordu. Öğreniyor, aklına yazıyor, tekrar soruyordu.
Otobüse giriş faslını bitirdikten sonra gelişme faslına geçti. İç tarafa doğru ilerleyerek etrafa bakındı, geldi yanıma oturdu. 'eh artık öğrenmiştir herhalde' dedim içimden ama öyle olmadı. Karşısında duran kişiye sordu. Cevap aldı. Sesini yükseltti, tekrardan şoföre sordu. Yine cevap aldı. Derin bir nefes çekti. Yine soracaktı. Teyze durmak bilmiyordu.
Bu tarz insanlara direkt cevap vermek yeterli olmaz. En baştan başlamak gerekir. Anlaşıldıklarını iliklerine kadar hissetmeliler. Yoksa asla tatmin olmaz, asla ikna olmazlar... Bunu bildiğim için en başını sordum, "pardon teyzeciğim, siz nereye gideceksiniz?" dedim. Teyze durakladı, bana baktı. Telaşla "ah güzel kızım! Maltepe köprüsünde ineceğim. Yoksa geçtik mi?" dedi. "Yo yo henüz geçmedik. hatta iki durağımız var. Ben de orada ineceğim, birlikte ineriz." dedim.
Allah razı olsun dedi, bir sürü dualar etti. Fakat sanki yine de tam olarak ikna olmamış gibiydi. Ben de otobüslerde durakları gösteren ekranı işaret ettim. "Bakın o arada yazıyor. Henüz geçmedik. Hem isterseniz ordan takip edin, zaten anlarsınız. rahat olun lütfen." dedim. Nedense teyzenin derdini dert edinmiştim.
Kalan iki duraklık mesafede başına gelen talihsiz olayı anlattı. Geçenlerde yine böyle köprüye gelebilmek için minibüse binmiş. "yavrum ben durağı kaçırırım, Maltepe köprüsünde beni indir." demiş. şoför de "taaam abla gel gel" demesine rağmen Köprüde haber vermemiş. Geçtikten sonra yolu tanımış, durağı kaçırdığını anlamış. Şoföre söylenmiş, biraz da kızmış. Şoför de teyzeye kızmış olacak ki köprüden çıkışta E-5 ' in ortasında indirmiş.
"Aklım çıktı kızım" dedi teyze. "Ben o gün minibüsten nasıl indim, E-5'in kenarından nasıl karşıya geçtim, nasıl köprüye vardım hatırlamıyorum." dedi. O günkü korkusu hala gözlerindeydi. Şimdilerde böyle evham yapmasının sebebi de buymuş zaten.
Dinleyince hak verdim doğrusu. Herkes bir değil. Herkes şu yaşam maratonunda bir takım hakları olduğunun farkında değil. Hatta hakkını alabileceğinin bilincinde değil. Bazıları çekimser ya da diğer bir deyimle pasif. Onlar, isteklerini rahatça dile getiremiyor. Dile getirdikleri ricaların altında eziliyor. Hele ki, güvensiz, bilinçsiz ve acımasız insanlarla karşılaştıkları zaman kendi iç dünyalarına kaçıyor. Hal böyle olunca karşılaştıkları talihsizlikler sayesinde güvensizlik ve telaş haline bürünüyorlar.
Hayatın herhangi bir alanında böyle bir olayla karşılaştığımızda ön yargılı yaklaşıyoruz. Pasif insan, takıntılı insan, rahatsız edici insan gibi etiketler yapıştırıp olabildiğince uzak duruyor hatta ruhen iteliyoruz. Arka planda o kişinin ne tür bir olayla karşılaştığını düşünmeden, ona bu şekilde davranmasına sebep olan olayları bilmeden yargısız infaz yapıyoruz.
Hayat zor deriz ya hep, cidden zor. Fakat kolay olabilir. Kolaylaşabilir. Bizim elimizde. Yapmamız gereken tek şey bakış açımızı değiştirmek, içimize birazcık anlayış yerleştirmek hepsi bu. Daha güzel bir dünya olabilir. Şimdilik esen kalın, Esen kalalım.
Bedia Yılmaz