Analiz
Giriş Tarihi : 27-08-2017 14:00   Güncelleme : 27-08-2017 14:00

Aşk İle ‘Ben’i Seyretmek

Kaz Dağları’nın eteklerindeki güzelim Yeşilyurt köyünün kahvesinde, beş öğretmen oturmuş şevkle TEOG sorularını tartışıyor. Ağızlarından bir şikayet cümlesi çıkmıyor, öğrencilerine daha iyi nasıl yardımcı olabilirlerdi, sorular nasıl olup da daha iyi düzenlenebilirdi, bütün dertleri bu. Türkiye’de işini seven ve bulunduğu yerden bir yakınma üretmeyen insanlarla karşılaştığımda seviniyorum. Bu bir güzellik. İnsanı mihver alan, insana su ve ışık taşıyan her kimse, bu ülkeyi imar edenler de onlardır.

Aşk İle ‘Ben’i Seyretmek

Kısa tatil kaçamağında beni şaşırtan şeylerden birisi, selfi (özçekim)  çılgınlığının  vardığı salgın raddesini fark etmem oldu. Her kapı önünde, her sokak başında, her panoramik manzaranın kıyısında, karşılarındaki güzelliği doya doya içlerine çekeceklerine, fotoğrafta çıkmanın hazzına mağlup olan insanlar. Dünyaya gözlerimizi kapayarak ve kulaklarımızı tıkayarak ne kadar iyi hissedebiliriz?  Görmek değil de göstermek arzusu. Benliğin bir yanılsama olarak inşa edilmesi. Bakın ben neredeyim? Nerelere gittim, hangi yemekleri tattım, hangi otellerde kaldım?  Seyahat sitelerine düştükleri notlarda, üç beş günlüğüne gittikleri otelleri birer peri masalına dönüştüren insanlar, tükettikleri ürün ve gıdalarla da dünyada bir cenneti yakaladıklarını sanıyor veya belki  bizim öyle sanmamızı istiyorlar. İnsan daimi bir gurbette ama şifasını yanlış yerlerde arıyor. Ebedi olan bir kutup yıldızı gibi ufkumuzda parlamadığında, fani olandan ebediyetin parıltısını istiyor ama sükut-u hayale uğruyoruz. Bu toprağın bilgeleri aşk ile anı seyrediyordu, bugün aşk ile ‘ben’i seyrediyoruz. Kendimizi seyretmelere doyamıyoruz.

Selfi Sendromu ifadesi, önceki zamanlarda ayıplanacak kadar kendi içine gömülme ve kendisiyle aşırı meşgul olma durumunu anlatıyor. Kendimizle o kadar sarhoşuz ki başka insanların yiyip içtiklerimizle, gittiğimiz tatille, çocuğumuzun doğum günüyle ilgileneceklerini sanıyoruz. Kendimize aşırı odaklanmak, hem çevremizdeki insanları  sarih bir biçimde görmemizi engelliyor, hem de kendimizin gerçekte ne olduğunu fark edebilmemizin önünü tıkıyor. Kendimizi özel hissettiğimizde, kendimize dair farkındalığımız azalıyor. Çok da uzağa gitmemize gerek yok: Sosyal medyada yediklerini paylaşanlar, başka insanları kızdırabildiklerini çoğu zaman fark etmiyorlar bile. Elbette sosyal medyanın ‘gayrı şahsi biçimde şahsi’ doğası içimizdeki özseverliği kışkırtıyor. Çevrim içi etkileşimde muhatabımızın buğulanan gözlerini, bükülen ses tonunu çoğu zaman görmüyor, işitmiyoruz. Bu uyaranların yokluğu bizi daha duyarsız, kopuk, düşüncesiz ve ben merkezci kılabiliyor. Araştırmacılar buna ‘ahlaki sığlaşma varsayımı’ adı veriyor: Ultra hızlı çevrim içi etkileşimlerimiz yüzeysel ve hızlı düşünceler uyandırıyor ve bunun sonucunda hem kendimizi hem de başkalarını daha sığ biçimlerde algılıyoruz.  Batı dünyasında yapılmış çalışmalar, yeni nesillerin narsisizm ölçeklerinden öncekilere oranla çok daha yüksek puanlar aldığını gösteriyor. Dünyanın yeni veba salgını bu, kendini beğenmekte sınır tanımayan, ukala ama içi boş bir insan tipi, hız teknolojileriyle birlikte bütün dünyaya yayılıyor. Ama durun bi dakika! Bir kuşağı narsisist olmakla suçlamak  pek kolay evet ama acaba onlar sadece içinde yaşadıkları kültürün bir belirtisi de olamazlar mı? Küresel bir neoliberal benlik bize yepyeni bir ufuk tayin ediyor nicedir: Hızlı, girişimci, dışadönük, ince, güzel, bireyci, iyimser, yeri geldiğinde bencil ve çıkarcı, iyimser, girişimci, yüksek benlik saygısı ve  selfi çekebileceği bir cihazı olan…’Başarmak için bütün güç içinizde’ diyor bu fısıltı. O halde başaramıyorsak bütün suç da bizdedir. Benliğin bir sınırsız kaynaklar haznesi olarak neoliberal tasviri, mağlup olanlar için bir kabusa dönüşüyor. Şişmiş özgüvenin yerini bir kendini suçlama tiradına bırakması an meselesi. Neoliberal dedikodu, haddi zatında insan mutsuzluğuna hizmet ediyor.

Muhteşem tatilimden bir kareyi Facebook sayfama koyduğumda neyi murat ediyor olabilirim? Yapmak istediğim şey nedir? Kendimizle ilgili bir bilgiyi paylaştığımız çoğu zaman, aslında kendimizi takdim etmenin hazzını yaşıyoruz.  Hır gürün hiç eksik olmadığı kimi evlerdeki karı kocalar, başkalarının yanındayken birbirlerine ‘balım, hayatım, aşkım’ demeyi pek sever ya, hani dostlar alışverişte görsün misali. Galiba sosyal medyada da kendimizi olmak istediğimiz biçimlerde takdim etmenin hazzını yaşıyoruz. Hep gülen, hep mutlu, hep gezen, eğlenen, hayattan kam alan, keyifli bir aile hayatı olan mükemmel insanlar olarak görünmek istiyoruz. Bir tür sosyal mükemmeliyetçilik. Ümit ettiğimiz, düşünü kurduğumuz benliğimizin ölçüsüzce reklam edilmesi, gerçekler ve hayaller arasındaki makas açıldığında benliğimizi un ufak eden bir sonuç doğuruyor. Başkalarını nasıl da çekici, başarılı, ve mutlu bir insan olduğumuza ikna etmeye çabaladıkça gerçekte en derinimizde, ta içimizde ne ölçüde yetersiz, başarısız ve mutsuz hissettiğimizi kendimize hatırlatmış oluyoruz.

İnsan en çok kendisinden saklanır. En çok kendisine yalan söyler, kendisini kandırır. Birine bir yüzünü gösterir diğerine ötekini, sonra hangi yüzün gerçek olduğunu şaşırır. Şişmiş bir özgüven kendi kendimizi fark etmemizin önüne geçer, bizi bir seraplar aleminde hayallere zebun eder.  Hayaller aleminden gerçeğe uyanmak için şimdi reçetemize geldik:  Önce, tevazu. Mükemmel değiliz, birçok zayıflığımız var. Mütevazı olmadan bunları fark edemeyiz. Hayatta başardığımız her şey bizim zekamız ve yeteneğimizle gerçekleşmedi, Allah yardım etti, başka insanlar omuz verdi. Başka insanların fikir, tavsiye ve eleştirilerine açık olalım. Bilmediğimizi söyleyelim, başkaları bizden daha iyi bildiğinde takdir edip onları dinleyelim. Reçetemiz sürüyor: Madem zayıflıklarımız var, kendimizi olduğumuz gibi kabullenmekten ar etmeyelim. Kendimizi geliştirelim evet ama olduğumuz hali görmezden gelip olmak istediğimiz kişiyi oynamayalım. Ne isek o olalım. Gerçek, sahici insan olalım. Kusurlarımız var ve onları düzeltmeye çalışsak da onlar bizim bir parçamız. Kendimizi olduğumuz gibi kabul edelim, zinhar kandırmayalım.

Kendinden başını kaldır dostum, bak Allah’ın yarattığı nice güzellik etrafında fır dönüyor. Onları kalbinin kadrajına al. ‘Dünyaya geldim gitmeye../Aşk ile an seyretmeye’ diyor bilge. ‘Ben’i aradan çıkar, anda kal.

Kemal Sayar

http://www.gercekhayat.com.tr

adminadmin