Güncel
Giriş Tarihi : 17-01-2020 11:30   Güncelleme : 17-01-2020 11:30

Dilimin Gücü Azaldı Mı Kitapları Açarım

Dilimin gücü azaldı mı akşama kadar, geceden sabaha varmadan kitaplara gözümü ve yüzümü sürer, yüreğimi koyar, gönül ve fikir dilimi kavî kılmış olarak başlarım güne. Gündüz maişet telâşında ve “nesneleşen dünyada” mecâlini kaybeden gönül ve fikir tâlimimi bu kitaplardan alır, azıklı çıkarım yola.

Dilimin Gücü Azaldı Mı Kitapları Açarım

Bu haslettendir ki bâzı kitaplar başucu kitaplarımdır. Yıllar geçer de kitaplıktaki yerlerine girmezler. Masada derde devâ ilaç gibi dururlar hep.  Sessiz ve vakur, eski ve gelecek zaman bilgeleri gibidir. Akşamdan sabaha, günden ertesi güne yürürken derdimi sorar, fikrimi ve kalbimi açarım bu kitaplara. Dilimin anahtarı onlardadır.

Bu kitapların alâmet-i farikası önce dil ve üslûbudur, sonra mevzu. Dil, mevzuu şefkatli bir ananın yavrusunu kucakladığı gibi her yanıyla kuşatıcı bir unsurdur. Dili medenîleştiren, gönlü olan bir insana dönüştüren bu kitaplar damarlarımda bir iksir gibi dolaşır, dimağımı ve kalbimi şifa veren sayfalarına çekerek günlük hayatımı fikirli ve bediî kılarlar.

Kitap ve dil                                                                      

Dil, âciz derûnumda hâşâ bir mâbed gibidir. Dinimize, irfanımıza götüren büyük bir vasıtadır. Dîvân şairi Taşlıcalı Yahya Bey şu mısralarını haddim değil ama fakir için yazmış sanki:

“Kitâbı şol ki okur dikkat eyler / Kitâbun sâhibiyle sohbet eyler / Kimi şemşîr-i âteşbâra benzer / Kimisi revzen-i envâra benzer / Eyi söz eskimez nitek-i altun / Olur yevmen- feyevmâ kadri efzûn.”

Şerhinden öğrendiğime göre diyor ki şair: Kitabı dikkatle, mânası içre okuyan kimse / kitabın sahibiyle sohbet eder / Kimi ateş yağdıran kılıca benzer / Kimisi ışık saçan pencereye benzer / İyi söz eskimez altın gibidir / Günler geçse de değeri çoktur.

Gençlik yıllarımda âmâ üstadım Cemil Meriç'in “Bu Ülke”si az çarpmadı dimağımı. Dile yaslamak istediğim gücümü sağlıyor, dile olan meftunluğumu vuslata erdiriyor, dile olan açlığımı doyuruyordu. Türkçeye olan karasevdam üstüne muharrik bir güç olarak tesirini hâlâ kaybetmedi.

Ne zaman aydınların zihniyet ve tavırlarında yabancılaşma görsem ve üniversite allâmelerinin düşmanca duruşlarına bir mâna veremezsem hemen o gece “Mağaradakiler” kitabından “İsrafil'in sûru gibi heybetli bir dil” den neşet eden “Hasbî Tefekkür” yazısını üç-beş defa hatmettikten sonra çıkarım muarızlarımın karşısına.

Şekeri yükselmiş bir hasta nasıl ensülin vurulursa damarından; günlük hayatımda kitap ve yazıyla irtibat zayıflığı hissettiğim anda aynı kitabın “Son Yaprak” yazısını kana kana okur ve âdeta sarhoş olurum.

Yunus Emre kitabı çokça yazıldı. Fakat, Sezai Karakoç'un “Yunus Emre” kitabı nasıl da o âlemi, o ruhaniyeti, o mânevî iklimi nefes nefes, kare kare yüreğime ve düşüncelerime emdirmişti öyle. Elbette mevzu diğerlerindeki gibi Yunus'tu. Fakat bu kitaptaki fark dildi, sanatkârane bir bakış ve üslûptu.

Mâneviyatımı ve dost aşkını gönlümde diri tutan, hattâ bir vakit iflah olmaz diş ağrılarımın sızısını dahi unutturan Fethi Gemuhluoğlu'nun “Dostluk Üzerine” kitabının gücü hiç eksilmedi nezdimde.

Tarihî şahsiyetlerimiz gibi asırlar önce vücuda gelip, mimarîsi, eşkâli ve kimlikleriyle bize mekân şuuru veren “Osmanlıyla yaşıt” şehirlerimizin sûret ve sîretlerini her dem taze yaşamak duygusu içime çöktüğünde Ahmet Hamdi Tanpınar'ın “Beş Şehir” kitabını birkaç gün yanımda taşırım.

Hazret-i Peygamber Efendimiz ve sahâbelerinin câhiliyeyi “açıp gülzar yaptıkları” ve İslâm ahkâmını yürürlüğe soktukları Asr-ı Saadet'in mübarek vak'alarını gönlümden ve fikrimden taşra düşürmemek için has üslûbun bânisi, dilimizin büyük tâcidarı üstad Necip Fazıl'ın “Çöle İnen Nur” kitabını senede birkaç kez okurum.        

Peygamberler ve halifeler tarihini bıkıp usanmadan Ahmet Cevdet Paşa'nın “Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârih-i Hulefâ”sından kıraat etme şevkimin kaynağı şiir gibi akıcı, hikâyeli, kıssalarla işlenmiş dili ve edebî üslûbudur. Mavi sakalın kırkıncı odası gibi girmesi zor olan Türkiye'nin yakın tarihi hakkında sayısız kitaplar var. Amenna! D. Mehmet Doğan'ın “Batılılaşma İhâneti”, “Yüzyılın Soykırımı” ve “Türkiye Cumhuriyet Tarihine Giriş” kitaplarını defalarca okumamdaki saik sürükleyici, kamçılayıcı üslûbu ve Türkçesidir, yâni dilidir. 

Dili gönlüme sürûr veren kitap ve yazılar

Gıda gibi her an ihtiyaç duyduğum dostlara benzeyen ve iç evimi aydınlatan bu kitapların yanında, mevzuunda tek başına Himalaya Dağları gibi zirvede bir duruşu temsil eden yazılar da var. Selâset, sarâhat, söyleyiş ve telaffuzda akıcılık gibi iyi yazının bütün özelliklerini ilmî, tasavvufî ve fikrî mevzuların izahatına giydiren Ali Yurtgezen hocanın “Adam Olmak” ve “Hâlimiz Vaktimiz Yerinde mi?” yazılarını, gönül ve irfan dünyamızın el kitabı hüviyetini taşıyan “Evin Mahremi Olmak-Beyit Şerhleri” kitabını okumadan yattığım vâkî değil.

Batılılaşmaya kurban edilen muazzez medeniyetimizdeki ezanî vakitlere ayarlı hayatımızı, yâni ibnü'lvakt (vaktin oğlu) oluşumuzu yok eden modern zamanlardan ruhum daraldığında Ahmet Haşim'in “Müslüman Saati” yazısını okuyarak mânevîyatımı tazelerim.

Ecdadımızın Kur'ân-ı Kerim'e ve O'nu takip eden insan yazması kitaplara hürmetini hatırlatan ve bir muamele, bir siyaset etme sırasında kitapta yeri var mı diyen tavrındaki ululuğu yâd etmek ihtiyacı duyduğumda Nevzat Kösoğlu'nun “Kitap Şuuru” yazısına müracaat ederim.

Hâfızasını ve dilini kaybeden toplumun “diriliş” gücünün bir ayağının dilimiz olduğunu hatırlattıkları için Yunus'tan Fuzûlî'ye, Dede Korkut'tan bin yıllık türkülerimizin ana sütü gibi helâl Türkçesine kadar dilimizin kahramanları önünde ihtiramla eğiliyor ve selâm duruyorum.

Recep YAZGANRecep YAZGAN