Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 15-06-2017 10:09   Güncelleme : 15-06-2017 10:09

Hürriyet Ve Medeniyet

Hürriyet, klasik sözlüklerde azad edilmek, bağımsızlığına kavuşmak anlamında gösterilir. Hür ise; köle olmayan, şerefli, her şeyin en iyisi gibi anlamlarla ifade edilir.

Hürriyet Ve Medeniyet

 Kur’an-ı Kerim’de hürriyet kelimesi geçmez. Köleyi hürriyetine kavuşturma anlamında “tahrir” kelimesi geçer. Bir ayet de ise; İmran’ın eşinin hamile kaldığı çocuğunu (Hz. Meryem) mabede adaması “muharrer” kelimesiyle ifade edilir.Gazzali İhya ‘da hürriyeti “tutkuların esaretinden kurtuluş” olarak, Ragıb el-İsfehani ise; hürriyetin, “özellikle arzulara ve dünyevi amaçlara kul olmayan kimse” için kullanılacağını ifade eder. Kuşeyri ise,”er-Risale”sinde; ”kulun yaratılmışlara köle olmaması, maddeler alemindeki herhangi bir gücün onun üzerinde etkisinin bulunmaması” şeklinde tanımlar.

İslam, insanın benliğini iradesiyle şuur halinde Allah’a teslim etmesinin adıdır.  Kelime-i Tevhid, nefy ve ispattan oluşan bir kelimedir. Allah’a imandan önce tüm sahte tanrıların reddedilip, inkâr edilmesi gerekir. Bir kulun kalbi Allah’tan başka bütün bağlardan kurtulmadıkça hür olamaz. Tam anlamıyla da Allah’a kulluk yapamaz.  İnsan tevhidi ahlak ve amelleri ile içselleştirmediği müddetçe, hürriyetine kavuşamayacağı için Allah’a kulluğun hakikatini gerçekleştiremez.

Hz. Peygamber (S.A.V.) bir Hadis’inde “Kahrolsun altına, gümüşe ve lükse kul olan kimse” buyurmaktadır.(Buhari, cihad /70) İnsan nefsi tarafından Allah’ın kendisine üflemiş olduğu ruhuna karşı yabancılaştırılarak kendisini tanımayı unutmakta, bunun karşılığında ceza olarak Allah’ta onlara kendisini unutturmaktadır. Allah’ın bize verdiği “ene” (ben) ,sahibi olan Allah’a verilerek, insan kul olduğunun bilincine varır. Ene Allah’a abd (kul) yapılmazsa, Allah’tan bağımsızlığını iddia ederek firavunlaşır ve özgürlüğünü iddia ederken, özünden uzaklaştığı için eşyanın kölesi olur. Cihadın en önemli yönü nefsin hevasının esaretinden kurtularak, benliğimizi Allah’a kul olma yolunda yaptığımız çaba ve gayretlerdir. Allah’a kul olmak hürriyet, Allah’tan bağımsız olduğunu iddia etmek ise, tam bir köleliktir. Ve bunun sonucu tuğyandır. Tüm tağuti düşünceler ve tağutlar Allah’tan, O’nun indirdiği bilgi olan vahiyden ve vahyin uygulamalı öğreticileri olan Rasul’lerin rehberliğinden yüz çevirerek, varlıklarını temellendirirler. İslam’ın akide, ahlak, hukuk ve siyaset olarak temelinde bu anlamıyla hürriyet vardır.

Bugün İslam medeniyeti denilen tarihi süreç, Hz. Peygamber’in Medine’de hayatın tüm alanlarına vahyi hakim kılmasıyla başlamıştır. İslam medeniyetinin yeniden var olmasının şartı; onun kurucu ilkeleri olan Kur’an-Sünnet ile doğru bir bağlantı kurmakla mümkün olacaktır.

Müslüman bir toplumsal yapının oluşumu için ubudiyetle (Allah’a kullukla) hürriyetini gerçekleştirmiş Müslüman ferdin inşa edilmesi gerekir. Hz. Peygamber’in hayatında bu Mekke dönemine karşılık gelmektedir. Hz. Peygamber Medine’ye geldiğinde şehrin eski adı olan Yesrib’i değiştirerek Din kavramıyla da ilişkili olan Medine kelimesini kullanmıştır. Şehir anlamına da gelen bu kelime, hayatın siyasal ve sosyal bütün alanlarıyla vahiy alan bir Nebi tarafından kurulması demektir. İnsana hürriyetini, özgürlüğünü  veren tek medeniyet İslam medeniyetidir. Bunun dışındaki tüm medeniyetler denaet (alçaklık) anlamında birer mimsiz medeniyettirler. İnsanı Allah’ın vahyinden kopararak hevanın ürettiği düşüncelere, doktrinlere teslim ederek alçaklaştırmışlar ve hayatı, dünya hayat(alçak hayat) dediğimiz duyuların ötesinde anlamlandıramamışlardır. Bu çerçevede iki medeniyet vardır: İslam medeniyeti ve diğerleri. Medeniyet değiştirmek, din değiştirmekle aynı şeydir. Batı medeniyetine bağlı kalınarak Müslüman olunamaz. Her Müslümanda Allah katında tek din olan İslam’ın Medine’sini ve medeniyetini kurmadan yeryüzünde Allah’ın dinini hakkıyla yaşayamaz. Tarihin hangi zaman diliminde yaşarsak yaşayalım,  Allah’ın son elçisi Muhammed (a.s)’ın Medine’sini esas alan, bir medeniyetin savaşını vermek zorunda olduğumuzun bilincinde olmalıyız. Medine’yi çözen bugün içinde yaşadığımız sıkıntıları da çözer. Medine’de yaşanan siyasal ve sosyal hayat, kıyamete kadar  yaşayacak olan tüm insanlar için bir örnektir. Medine Kur’an ayetlerinin indiği ve inen bu ayetlerle bir medeniyetin inşa edildiği yer olmuştur. Hakk’ın batıldan ayrıldığı çizgiler orada çizilmiştir. Ümmet, tarihi yürüyüşünde tüm ayarlarını Medine’ye bakarak yapacaktır. Medine’de kurulan medeniyet, dünyayı ahiretden, maddeyi manadan, akideyi şeriatdan ayırmayan bir medeniyetin nasıl olacağını bize gösteren mutlak örneğimizdir. İnsanlık Medine medeniyetini esas almaya devam ettiği müddetçe yücelecek, Medine’den uzaklaştıkça da alçalmaya devam edecektir. Medine sadece bir şehrin adı değildir. Allah’ın bizden nasıl bir siyasi ve sosyal hayat istediğinin canlı bir örneğidir. Medine Allah’ın emriyle, O’nun elçisinin eliyle kurulan örnek medeniyetin merkezidir. Ümmet-i Muhammed Medine’den aldığı nuru kıyamete kadar bütün nesillere taşıyacaktır. Tarihi yürüyüşümüzde inişler, çıkışlar, yokuşlar yolun bittiğini göstermez. İslam zorlandıkça yayılan, zaman ilerledikçe kazanan bir dindir. Çünkü Allah İslam’ı, İslam şeriatını kıyamet vaktine kadar, bütün insanlığın hidayet kaynağı olarak gelmiştir.

 Medeniyet son üç yüzyıl içerisinde batının kendisini çağdaşı olan diğer toplumlardan farklı ve ileri olduğu fikrini ileri sürerek oluşturduğu hayat tarzı olarak algılanmaktadır. Bu hayat tarzının öne çıkan en önemli özelliği ise; formatını nefsin hevasının belirlediği teknoloji ile aynı hevanın ürettiği siyasi-sosyal doktrinlerdir. Batılı insan kendi ürettiği hayat tarzı olan bu sahte dinlerin kölesi olmuş, eliyle yaptığı teknolojinin kulu olmayı da özgürlük zannetmiştir. İslam medeniyetinin yeniden inşası, hürriyeti Allah’a kulluk olarak anlayan tevhid bilincini kuşanmış Müslümanlar eliyle olacaktır.  

Nur DİNÇKAN

adminadmin