Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 22-04-2012 14:50   Güncelleme : 22-04-2012 14:50

Türkiye Suriye’nin Amr Bin Âs’ı mı olacak?

Suriye’de birinci yılını dolduran halk ayaklanmaları sırasında yaklaşık on bine yakın insan hayatını kaybetti, bir o kadar insan yaralandı, birçoğu ülkesini terk etmek zorunda kaldı

Türkiye Suriye’nin Amr Bin Âs’ı mı olacak?
Suriye’de birinci yılını dolduran halk ayaklanmaları sırasında yaklaşık on bine yakın insan hayatını kaybetti, bir o kadar insan yaralandı, birçoğu ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Tüm bu gelişmeler sonunda Birleşmiş Milletler ve Arap Birliği Özel Temsilcisi Kofi Annan bir yıldır halkını katleden Beşşar Esad yönetimiyle görüştü ve “ateş kes” sözü aldı ama ateş kese uyulmadığı gibi ateş kes sürecinde Suriyeli aktivist Alaa Den Dure öldürüldü.
 
  Hatay-Suriye sınırına Suriyeli mültecilere yardım götürmek amacıyla giden sevgili okurum Büşra Nur’un Suriye ile ilgili anlattıkları ise şunlar:
 
  “…Çadır kentte yaşayan Suriyeli kadınlarla Suriye’nin durumunu konuşma fırsatı bulduk. Bir anne 3 KIZ ÇOCUĞUNUN BİR EVDE DİRİ DİRİ YAKILDIĞINI ANLATTI… Bir diğer kadın eşinin 8 aydır cezaevinde olduğunu söyledi ve öldüğüne emindi… BİR BABA İLE KONUŞMA FIRSATI BULDUM. 12 YAŞINDAKİ KIZ ÇOCUĞUNA TECAVÜZ EDİLDİĞİNİ VE HAMİLE KALDIĞINI SÖYLEDİ. AYNI DURUMDA KALAN BİR SÜRÜ 10-12 YAŞ ARASI KIZ ÇOCUĞU OLDUGUNU SÖYLEDİ. BUNU BİR BABANIN AĞZINDAN DUYMAK…“
 
 Tunus, Mısır ve Libya’daki halk ayaklanmaları diktatörlerini devirdi ama Suriye’ye sıçrayan devrimlerden henüz bir sonuç alınamadı. Normal şartlarda sınır dışı operasyonlarda başrol oynayan ABD-NATO (Irak, Afganistan, Libya örneğinde olduğu gibi) Suriye’ye müdahale etmeyeceğini açıkladı. Elbet bunda Çin ve Rusya’nın Suriye’deki Baas Rejimine verdiği destek ile ilgisi de var.
 
  Batı cephesi böyle iken Doğu cephesinde ise mezhepsel temellere dayanan nedenlerden Hizbullah lideri Hasan Nasrallah ve İran, Beşşar Esad yönetimine destek verdiklerini açıkladı. Onların bu tavırlarına olan gerekçeleri güya “antiemperyalist” tutumlarıydı. Beşşar Esad’ın İsrail’e karşı olması gibi durumlardı. İsrail ile Arap-İsrail savaşı sonrasında ağzının payını alan ülkelerden biri olan Suriye’nin arasında o tarihten bu tek bir sürtüşme gören var mı? Hatta İsrail bir şekilde düzensizliğin düzenine bağlı olan Esad yönetiminden memnun bile olabilir zira Mısır örneğinde olduğu gibi olası Esad yerine gelecek isim güvenliği öncelik kabul eden İsrail için yeni tehlikeleri işaret eder. Tabi bu İran ve Suriye’nin Filistin’e yardım ettiği gerçeğini değiştirmiyor.
 
  Mesele Suriye ile sınırı olan Türkiye’ye geldiğinde ise bir ara Başbakan’ın neredeyse Suriye’ye girme niyetinde olduğunu düşünmeye başlamıştık ki çok şükür bunu düşünmemize neden olacak söylemleri kısmaya başladı. Ancak Türkiye’de “antiemperyalist” bir gurup var ki sormayın, vaktiyle birbirlerine darbe yapan bu iki gurup (Türk tipi laiklerden ve Türk-İslamcı muhafazakârlardan oluşuyorlar) Suriye’deki Esad rejimini ve katliamlarını desteklemekle yetinmiyor tüm bunların “Batı’nın bir oyunu olduğunu” söylüyorlar. Tabi tsunamileri bile Amerika’nın yaptığına inanan bu insanların halk ayaklanmalarını da Amerika’nın yaptığına inanması çok kolay ve konforlu bir yol!
 
  Peşinen söyleyeyim ben Suriye’ye silahla müdahale edilmemesi gerektiğini düşünenlerdenim. Hele ki Türkiye’nin bu işe iç mi kalkışmaması taraftarıyım. Türkiye hali hazırda kendi Alev-Sünni ayrılığında (bir derin devlet projesi de olsa) tedirginliklerin olduğu bir ülke, Türkiye’nin Kürt Meselesi gibi kendi içinde halen çözemediği bir sorunu mevcut. Türkiye ve Suriye sınır komşusu… Suriye’de Nusayri Esad Ailesi yönetimi mevcut, Suriye’de Ermeni Hristiyanlar, Süryaniler, Sünniler, Nusayriler -ki Esad yönetimini destekleyenlerin sayısı da çok az değil- ve Kürtler var tüm bu ırksal ve mezhepsel farklılıkların toprağı olan Suriye’ye silahla müdahale demek gelecek 10-20 yılın savaşlarına imza atmak demek. Peki, ama ne yapalım, izleyelim de Esad halkını tümüyle öldürsün mü? Elbette hayır, Suriye’ye “barış gücü” anlayışı ile beklemeksizin müdahale edilmeli.
 
  Ortalama bir vicdana sahip, ideolojik yandaşlığın gözlerini kör etmediği her insan Suriye’nin mevcut durumunu sessizce izlemenin zulme ortak olmak olduğunun farkındadır. Bir şekilde bu zulüm son bulmalı ancak savaş seçeneği kısa vadede sağlıklı çözüm olmayacak gibi bu nedenle içinde BM’nin de bulunduğu özellikle Müslüman ülkelerin dâhili olduğu bir “barış gücü” oluşturulmalı. Müslüman ülkelerin bulunması gereği bölgede olası bir “mezhep savaşının” (Misal Bahreyn mezhepsel eylemlerle kaynıyor ve Suudi Arabistan Şii çoğunluğa zulmeden Sünni azınlık yönetimini destekliyor)önüne geçilmesi için şart. Birçok zulmün faili olmasına rağmen bölgedeki mezhep savaşlarının, dikta rejimlerinin sebebi tamamen Batı değil durum biraz da bölgenin kendine özgü koşullarından kaynaklanmaktadır. Ortadoğu’daki sömürge dönemi ve sonrasında yaşananların faili emperyalist Batı ülkeleri -emperyalist olmayan Batı ülkeleri de vardır, toptancılık yapmayalım- olduğu kadar bölgenin kendi diktatörleridir.
 
  Türkiye’nin rolü ne olmalı bahsine gelirsek… Hakem Olayını bilirsiniz; Sıffin Savaşında, Müslümanın Müslüman ile karşı karşıya geldiği, İslam dünyasının veremediği imtihanı olan Şii-Sünni ayrılığının tohumlarının atıldığı bu savaşta Amr Bin Âs mızrakların ucuna Kuran-ı Kerim sayfalarını asar ve “Allah’ın ayetleri aramızda hakem olsun.” Der ama bu göründüğü gibi bir durum değil bariz bir oyundur. Daha sonrasında bu oyun Amr Bin Âs’ın Muaviye’yi halife ilan edeceği sürece doğru gitmiştir. Öyle ki insan Amr gibi bir sahabenin 1500 yıllık İslam Tarihindeki bu ayrılığın mimarlarından biri olacağına inanmak istememektedir. İşte bu noktada Türkiye, Batı’nın gazına gelmemeli, iddia edildiği gibi “Esad ile PKK anlaştı” durumlarından vazife çıkarmamalı, tek başına hareket etmemeli, öne sürülmemeli, içerdeki “Suriye’deki eylemler Batı’nın bir oyunu” diyenlere pirim vermemeli, Suriye’nin Amr Bin Âs’ı olmamalı. Ve bu zulmü daha fazla izlemeden, BM ve Müslüman ülkelerden oluşan bir “barış gücü” ile Suriye’deki zulmün son bulması için çalışmalı. Bu çalışmanın gereğinin de “Büyük Ülke” olma isteğinden değil Müslüman bir ülke olmasının getirdiği zorunluluktan olduğunu unutmamalı.
adminadmin