Dünya
Giriş Tarihi : 15-03-2018 16:09   Güncelleme : 15-03-2018 16:09

Yedinci Yılında Küreselleşen Suriye Dramı

İslam dünyasının Acziyeti ve Batı’nın Çöken Değerleri

Yedinci Yılında Küreselleşen Suriye Dramı

15 Mart 2011 yılında Suriye’de başlayan barışçıl gösteriler hızlı bir şekilde silahlı çatışmalara evrildi. Suriye nizami ordusundan genellikle Sünni, orta ve alt rütbeli albayların ayrılmasıyla etmesiyle birlikte Özgür Suriye Ordusu kuruldu. ÖSO kısa zaman içerisinde başta Suriye’nin kuzeyinde olmak üzere güney ve doğu kısımlarda da hâkim olmaya başladı. Hızlı bir şekilde ilerleyen silahlı milislerin arasında yabancı ülkelerden gelen aşırı fikirlerle donatılmış mobil savaşçıların bulunması ve Irak hapishanelerden salınan el-Kaide tutsaklarının salıverilmesi, DAEŞ terör örgütün ortaya çıkmasına sebep oldu. DAEŞ’in önünün açılması ve muhalif silahlı gruplar arasında başlayan çatışmaların yanı sıra, diğer yabancı ülkelerin müdahalesi, Suriye halk devriminin büyük bir siyasi ve insani krize evrilmesine yol açtı.

2011 yılından itibaren İran’ın, 2012 yılından itibaren de ABD’nin örtülü ve açık müdahaleleri, 2015 yılında Rusya’nın fiziki olarak askeri müdahalesi, Körfez ülkelerinin muhaliflere olan desteğinin giderek azaltması, hatta bizzat aralarında yaşadıkları sorunları Suriye sahasına taşımaları, Suriye’de büyük kargaşanın meydana gelmesine ve Suriye’nin, bölgesel hesapların görüldüğü bir sahaya dönüşmesine sebep olmuştur.

Diğer yandan ABD ve Rusya’nın fiili müdahaleleri Suriye sahasında bazı sonuçlar doğurdu. Birincisi, savaş yayıldıkça muhaliflerin inisiyatifi ve sahadaki gücü arttı, ABD ve Rusya gibi küresel aktörlerin etkinliği arttı. İkincisi, Suriye fiili olarak ikiye ayrılmış durumuda. Fırat Nehri’nin doğusunda hava sahası ABD tarafından, karadaki alanlar ise kendi müttefiki olan PYD/PKK tarafından kontrol edilmektedir. Fırat’ın batısını ise havada fiili olarak Rusya, sahada ise Rusların yanında İran, Hizbullah ve çeşitli başıbozuk Afgan-Pakistanlı Şii grupları kontrol etmektedir.

7 yıllık süre zarfında halkın politik ve demokratik isteklerine destek veren Türkiye, başta sınır güvenliği olmak üzere ekonomik, iç ve dış tehditlerle karşı karşıya kaldı. Buna rağmen halkın gönlünü kazanan Türkiye, 2016 yılında başlattığı Fırat Kalkanı Operasyonu ile birlikte toplamda 2.500 km2 alan güvenli sağlayarak, yaşanılabilir bir bölge oluşturdu. Türkiye, Soçi zirvesi ile birlikte, muhaliflerin hâkim olduğu; Halep’in güneyi, İdlib kent merkezi ve Hama’nın kuzey bölgelerinde garantör ülke konumuna gelmiştir. Krizin 7. yılında terör örgütü PYD/PKK’ya karşı Afrin’de operasyon başlatan Ankara’nın amacı Suriye’nin toprak bütünlüğü ve sınır güvenliğini sağlamaktır.

Son siyasi duruma baktığımızda Suriye sahasında; Esed rejimi toprakların % 55’ini (102.863 km2), PYD/PKK % 27’sini (50.830 km2), ılımlı muhalifler % 11,8’ini (22,197 km2) ve DAEŞ % 6’sını (%11 km2) hâkimiyeti altına tutmaktadır.

Diğer yandan Suriyeli ılımlı muhaliflerin hâkim olduğu bölgelerde birlik ve güvenlik bulunmamaktadır. İdlib başta olmak üzere Fırat Kalkanı bölgesinde, Afrin’de oluşan güvenli bölgede, Hama ve Doğu Guta’nın yanında, güneybatısında da hâkim olan muhalifler, coğrafi olduğu kadar askeri ve siyasi olarak da birbirinden ayrılmış durumundadır.

Hâlihazırda muhalif askeri yapılanmalar üç ana cepheye ayrılmış durumundadır. Birincisi genelde daha ılımlı ve İslami yapılanmaları içeren Ahraru Şam, Nurettin Zengi ve Ceyşul İzze dâhil Cephetu Tahriri Suriya (CTS), ikincisi eski Nusra ve bazı yabancı savaşçı grupların dâhil olduğu Heyetu Tahriru Şam (HTŞ) ve üçüncüsü çeşitli gruplardan oluşan ve genellikle Türkiye destekli Özgür Suriye Ordusu’dur.

Ağırlaşan İnsani Durum

Beşar Esed rejimine karşı başlatılan isyanlar 7 yıldır sürmektedir. Ülke genelinde durum, insani bir krize dönüşmüş durumdadır. Siyasal olarak bir yanda Astana Zirvesi ile Türkiye-Rusya-İran üçlüsü çözüm bulmaya çalışırken diğer yandan da Cenevre süreci ile ağırlıkta Batı ülkelerin inisiyatifinde çözüm yöntemleri aranmaktadır.

Ülke genelinde, gayri resmi rakamlara göre ölen insan sayısının 1 milyonu aştığı ifade ediliyor. Diğer yandan Birleşmiş Milletler (BM) insani kayıplar ile ilgili uzun bir süredir veri yayınlamamaktadır. BM, Suriye’de yaşanan kayıplarla ilgili sağlıklı veriler alamadığı gerekçesiyle veri yayınlamıyor. Suriye sahasında krizin başladığı günden, 2018 Mart ayına kadar 450.000 kişi çeşitli savaş sebepleriyle hayatını kaybetmiştir. Yine savaş sebebiyle oluşan açlık, hastalık ve benzeri nedenlerden dolayı 70 bin kişi hayatını kaybetmiştir. İnsan Hakları Suriye Örgütü, Mart 2011 ile Mart 2018 arasında gerçekleşen ölümlerin, % 93’ünün Rusya ve Esed saldırıları kaynaklı olduğunu belirtmiştir. Bu kayıtlı ölümlerin 24 bin, çocuklardan oluşmaktadır.

Suriye savaşında 2018 Şubat ayına kadar, 2 milyona yakın insan savaşa bağlı çeşitli nedenlerden yaralanmıştır.

Mülteci Krizi

BM’ye göre 22 milyon nüfuslu ülkede, yaşayanların 2/3’si evini terk etmek zorunda kaldı. BM Mülteci Örgütü tarafından verilen bilgilere göre 5,6 milyon kişi bölge ülkelere geçerek mülteci durumuna düşerken, 6,1 milyon kişi de ülke içinde yer değiştirmek zorunda kaldı. 5,6 milyon mülteciden 3,6 milyonu kadın ve çocuk,  1,3 milyonu ise yetişkin erkektir.[1] Dünya üzerinde, ülke içinde göç etmek zorunda kalan ikinci en büyük nüfusu Suriyeliler oluşturuyor.[2]

Göç eden Suriyelilerin % 85’i komşu ülkelere göç etmiş durumda. Türkiye’de 3,5 milyon, Lübnan’da 1,1 milyon, Ürdün’de 1 milyon, Irak’ta 0,2 milyon ve Mısır’da 0,1 milyon Suriyeli yaşıyor. Ülke nüfusu yüzde 21 oranında azalmıştır.

Türkiye’deki mülteci nüfusunun yüzde 70’ini kadın ve çocuklar oluşturuyor. Ülkenin ev sahipliği yaptığı mültecilerin yüzde 90’ından fazlası mülteci kamplarının dışında, ev sahibi halk ile iç içe, kentsel ve kırsal alanlarda yaşıyor.

Komşu ülkelerin gösterdiği cömertliğe rağmen, Suriyeli mülteci ailelerin çoğu ve ev sahibi topluluklarda bulunan birçok aile yoksulluk sınırının altında yaşamakta ve temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanmaktadır.

Bu esnada, büyük çoğunluğu yoksulluk sınırı altında yaşayan sürgündeki milyonlarca Suriyelinin içinde bulundukları şartlar daha da vahimleşiyor. Ürdün ve Lübnan’ın kentsel alanlarında yaşayan mültecilerin dörtte üçü; gıda, barınak, sağlık ya da eğitim ihtiyaçları gibi temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor.[3]

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan en büyük mülteci dramı olan Suriye krizinden kaçan on binlerce mülteci Avrupa’ya geçmeye çalışırken hayatını kaybetti.

Ülke genelinde 14 milyon kişi işini kaybetti Suriye’de sadece 2015 yılında fakirlik oranı % 85 arttı.[4] Halkın % 69’u aşırı yoksulluğun pençesinde mücadele ediyor. Ülke genelinde 7 yıl öncesine göre gıda fiyatları 8 kat arttı.

13,5 milyon kişinin acil yardıma ihtiyacı var.

Söz konusu 7 yıllık süreçte her dört okuldan biri hasar gördü, yıkıldı veya sığınak olarak kullanılıyor. Suriye'deki hastanelerin yarısından fazlası artık işler halde değil. Milyonlarca hektar tarım arazisi yok oldu veya terk edildi.

Birleşmiş Milletler 2017 yılında eğitim ve sağlık tesislerine ve personeline yönelik 175 saldırı olayını teyit etmiştir. 

Bugün 2,8 milyonu aşkın kişi savaşla ilgili kalıcı engellilik durumu yaşamakta ve bu sayının 86 bin’i uzuv kaybına uğramış kişilerden oluşmaktadır.

Suriyeli Çocukların Dramı

UNICEF’in verdiği bilgilere göre Suriye’deki çatışmalar 2017 yılı itibariyle yoğunluğunu sürdürmüş. 2016 yılına göre yüzde 50 artışla önceki yıllara göre en yüksek sayıda çocuk ölümüne tanıklık etmiştir. 2018 yılının yalnızca ilk iki ayı içinde 1000 çocuğun yoğun şiddet ortamlarında hayatını kaybettiği ya da yaralandığı bildirilmektedir. Bugün silahlı çatışmalar ülkedeki yetişkin ölümleri arasında birinci sıradadır.[5] BM’nin verdiği bilgilere göre somut olarak Suriye’de çocukların geçtiği bazı riskler şöyle:

  • Suriye’de tahminen 3,3 milyon çocuk, mayınlar, patlamamış mühimmat ve hazırlanmış patlayıcı düzeneklerinin oluşturduğu tehlikelerle karşı karşıya bulunmaktadır.
  • Gerekli tıbbi ve psikolojik bakıma erişememe, çocuklar arasındaki yaralanmaları ve sakatlanmaları daha da artırmakta ya da kötüleştirmektedir.
  • Engeli olan çocuklar şiddet riskine daha fazla maruz kalmaktadır ve bu çocuklar sağlık, eğitim gibi temel hizmetlere erişimde güçlüklerle karşılaşmaktadır.
  • Evlerini bırakıp Suriye’den başka bölgelere ya da komşu ülkelere gitmek zorunda kalan milyonlarca çocuk söz konusu olduğunda, engelli çocuklar trafik, aşılması zor nehirler ve patlamamış savaş mühimmatı gibi risklere karşı daha açık hale gelmiştir.

Okullara gidebilen mülteci çocukların oranı geçtiğimiz yıllarda artış gösterdi; fakat 1,7 milyon okul çağındaki Suriyeli mülteci ya da diğer bir deyişle okul çağındaki nüfusun yüzde 43’ü hala okula gidemiyor.  Bu çocuklar gerçekten kayıp bir neslin parçası olmaktadırlar. 

Türkiye, dünyada en çok mülteci barındıran ülkedir. Türkiye’deki mültecilerin 3,4 milyonu Suriyeli ve bu mültecilerin 1,5 milyonu çocuk. Her ne kadar bu denli yüksek sayıda mülteciye ev sahipliği yapmak, temel hizmetler ve altyapı açısından ekstra çaba gerektirse de hâlihazırda 610 binden fazla çocuk okula gidebiliyor. Ayrıca, BM destekli 320 bin mülteci çocuk da Şartlı Eğitim Yardımı (Ş.E.Y.) programından yararlanmaktadır.[6]

Suriyeli kadınlar

Suriye insan hakları kuruluşlarının son verilerine göre tespit edilebilen tutuklanan kadın sayısı, Mart 2011’den 2017 yılı sonuna kadar 13.581’dir. Mart 2011’den bu yana Suriye Savaşı sırasında Suriye rejim güçleri tarafından tutulan ve halen hapishanelerde olan kadın sayısı ise 6736’dır. Bu sayının 6319’u  yetişkin 417’si ise kız çocuğudur. Bunlar sadece resmi cezaevlerinde tutulanlardır. Hapishane gibi kullanılan diğer türlü boş fabrika vb. binalarda tutulanların sayısı bilinmemektedir.

Acil yardıma muhtaç bölgeler

Başta Doğu Guta ve Duma olmak üzere Humus ve Suriye genelinde yaklaşık 1 milyon kişi mutlak bir kuşatma altında yaşıyor.

Devam eden bombalamalar ve çeşitli engeller, başta BM ve İHH olmak üzere yardımlarını açlık seviyesinde olan insanlara gönüllü olarak ulaştırmak isteyen STK’ların yardımlarını ulaştırmasını imkânsız hale getirmiştir.

Doğu Guta-Duma, İdlib, Kuzey kırsal Hama, Humus kuşatması, Deraa ve Güney-Batı bölgeleri, acil olarak yardım bekleyen bölgelerdir.

Sonuç: İslam Dünyasının Acziyeti ve Batı’nın Çöken Değerleri

Silah lobileri, kişisel ihtirasları, artan İslamofobik duyguları ve gittikçe kamufle olmayan yabancı düşmanlığı Batı devletlerini adeta ortaklaşa bir şekilde rehin almış durumundadır. Batı dünyasının “değerleri” olarak tekelleştirdiği insan hakları, demokrasi, hukuk üstünlüğü, evrensel barış, uluslararası kurumlar ve değerler, küresel işbirliği ve nihayetinde etik gibi önemli kavramların Suriye’de çöktüğünü iddia etmek mümkündür. 6-7 Asır boyunca Batı dünyasının inşa etmeye çalıştığı modern dünyanın tüm norm ve kavramlarının çöküşünün ampirik bir örneğidir. John Locke’nin doğal hukuk fikrinden Kant’ın daimi barış önermesine kadar Batı dünyasının inşa ettiği uluslararası ilişkilerin ve Batı siyasal bilginlerinin sınavda kaldığı bir konudur.

Somut olarak Batı’daki model demokrasilere ne demelidir? Mesela Hollanda, İsviçre, İsveç gibi ülkelerin Doğu Guta’daki kuşatma ve bombalamalara söyleyeceği bir şey yok mudur?

ABD, Rusya ve Esed rejiminin Suriye’deki uygulamaları, şüphesiz tarihte önemli bir iz bırakacaktır.

Otokratik diye suçlanan rejimlerle, demokratik rejimlerin Suriye meselesinde aynı pozisyonda durduğunu ifade etmek gerekir.

Diğer yandan İslam dünyasında parçalanmışlık, duygu-söz birliğinin olmayışı, kişisel ve grup olarak dar çıkar anlayışları, bilgisizlik, eğitimsizlik, diktatörlükler ve bilinçsizlik çoğunlukta Müslümanların yaşadığı Suriye gibi zayıf devletlerde, katliamlara ve insanlık dışı uygulamalara sebebiyet vermiştir.

2011 yılında başlayan ve küresel anlamda etkileri görülen Suriye krizin en önemli sonuçlarından bir tanesi şüphesiz çöken uluslararası düzen ve sistemidir. Ölümlerin ve yaralanmaların yaşandığı bölgelerde, sadece mağdurlara yardım götürmekle yetinen uluslararası büyük örgütlerin işlevliği hiç olmadığı kadar tartışılır hale gelmiştir.

Başta Doğu Guta olmak üzere Suriye’nin birçok yerinde rejim ve destekçileri tarafından abluka ve kuşatma altına alınan insanların varlığı, aslında başta BM olmak üzere uluslararası sistemin ve tüm uluslararası toplumun rehin alındığının bir kanıtıdır.

7 yıl boyunca onlarca kez kimyasal silah kullanılması, kuşatma altında açlık ve bombalar altında ölüm sırasını bekleyen çocukların varlığı, kadınların feryatları, uluslararası sistemi olduğu kadar, Müslüman toplumları yöneten yöneticilerin politikalarını da sorgular hale getirmiş olacaktır.

adminadmin