Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 12-07-2012 09:10   Güncelleme : 12-07-2012 09:10

Yunus Emre’nin Davetlileri İle (3)

Tokat’ta o muhteşem eserleri hızlı bir şekilde dolaştık

Yunus Emre’nin Davetlileri İle (3)
Tokat’ta o muhteşem eserleri hızlı bir şekilde dolaştık. Bilhassa Mevlevihane bizi fazlasıyla etkiledi. Binası, içinde bulunan müştemilat, sergilenen yazma eserler, antika halılar; bunların görünür olması için hazırlanan tezgahlar ve camekanlar;  binanın içinde bulunduğu bahçe, bahçede yer alan ve postnişinlere ayrılmış ev, o evin eşsiz bir zevkle döşenmiş tezyinatı, binaların, odaların, bahçelerin ferahlığı, bahçe içinde evler; ev içinde bahçeler, arka bahçeye bir cennet havası katan küçücük havuz o kadar şaşırtıcı ve etkileyiciydi ki… Bugün içlerine tıkıldığımız, ev niyetine hazırlanmış beton mezarları düşündükçe o benzersiz mimari yapılara hayran olmaktan kendinizi alamıyorsunuz.
 
Her şeyde, ama her şeyde inanılmaz bir zarafetle işlenmiş sanatsal dehanın izleri var. Her şey o kadar estetize edilmiş ki bu hassasiyeti anlamakta zorlanıyorsunuz. Sıradan evlerin kapı tokmakları, içinde yemek yenen kaplar, tavanlara işlenmiş ağaç oymalar, gündelik insan kıyafetleri, kitaplar, ayaklara giyinen nalınlar, kolunu çevirip içeri girdiğiniz kapılar, dışarı açılan pencereler, duvarlara asılmış, çeşitli yazıları muhtevi tablolar, o tabloları çepeçevre kuşatan binbir ayrıntıyla oyulmuş ahşap çerçeveler… Bütün her şeyde inanılmaz bir işçilik, sanatsal kaygı, insanı hayran bırakan bir zarafet var!
 
O zamanlar hayat neden bu kadar estetize idi? Sonra ne oldu da, estetik, zarafet, sanat hayatımızdan bu kadar çekildi ve yerini kabalığa, zevksizliğe bıraktı? Cevabı zor sorular bunlar!
 
Bir şekilde çocuklarımızı, gençlerimizi oralara götürmeliyiz. İnsanın bakmaya doyamadığı o muhteşem yapıları bir zamanlar bizim insanlarımız yaptı. Japonlar, Almanlar yapmadılar. Bu eserleri inşâ edenler o kadar tevazu sahibiydiler ki, bugün nasıl yapıldığını bile anlayamadığımız, dünya kültür mirasına girmiş o eşsiz eserlerin mimarları bir köşeye adlarını bile yazmadılar.
Bugün unvanları adlarından kat kat uzun uzmanlarımız var, hem de mebzul miktarda ama ortada eser yok! Bu ne tezattır, anlayana aşk olsun!
 
Tokat’ın o benzersiz eserlerinin seyrinin doygunluğunun verdiği haz bize yorgunluğu falan unutturdu. Akşam yemeği için tekrar üniversitedeydik. Bu sefer yemeğimizi, muhteşem manzaralar eşliğinde bir terasta yedik. Yine bize özel yemekler hazırlanmıştı. Öğlen yemeğinde bize refakat eden rektör yardımcısı Kenan Kara Bey yine bizimleydi. Onun, bize ve özellikle öğrencilere gösterdiği ilgiye bilhassa teşekkür etmeliyim.
 
 
Yemek ve sonrasında ikram edilen çay esnasında etrafımızda pervane olan güler yüzlü insanlara özellikle teşekkür etmeliyim. Her şey o kadar hoşa gidici cereyan etti ki.. Biz, bunu Yunus Emre’nin yüce ruhaniyetine hamlettik. Olabilir miydi?
 
Herkeste tatlı bir yorgunluk, benzersiz bir gezinin verdiği hazzın keyfi, dönüş yoluna koyulduk. Otobüste; Arapça, İngilizce, Boşnakça, Makedonca, İspanyolca, Romence, Kazakça, Fransızca, Arnavutça vb. pek çok dil konuşuluyordu. Bütün bu öğrenciler, aynı ülkedense kendi dilleriyle konuşuyorlardı, eğer dilini bilmediği bir arkadaşıyla konuşacaksa nasıl anlaşacaktı?
 
 Şahit olduğum bir hadise bu Enstitünün nasıl bir görev yüklendiğini ve ne büyük bir işe koyulduğunu gösteriyor. Bir öğrenci dilini bilmediği diğer arkadaşına bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Onu anlamayan öteki şöyle dedi: “Türkçe konuş!”. Bütün bu birbirine tamamen yabancı öğrencilerin arasındaki ortak anlaşma dili Türkçeydi, evet Türkçe! Bunun bir zamanlar nasıl bir hayal, bir ütopya olduğunu ifade etmeye gerek yok!
 
Birileri bir zamanlar; Boşnak, Alman, Arap, Arnavut, Kazak, Romen, İranlı, Makedon, Perulu, Mısırlı öğrencilerin bir araya geleceğini ve bunların aralarında anlaşma için Türkçeyi kullanacağını söyleseydi, Allah aşkına kim inanırdı!
 
Samsun’a vardığımızda vakit gece yarısına yaklaşıyordu. Yarın yapılacak Amasya gezisini planlarını gözden geçirerek ayrıldık!
adminadmin