Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 29-03-2012 20:08   Güncelleme : 29-03-2012 20:08

Zerre ziyan edilmeyecek

Şahsi menfaatimize olan bir olay gündeme geldiğinde kendimizi haklı çıkarmak amacıyla sürekli kanıt arayışına gireriz

Zerre ziyan edilmeyecek
Şahsi menfaatimize olan bir olay gündeme geldiğinde kendimizi haklı çıkarmak amacıyla sürekli kanıt arayışına gireriz. Bizi haklı çıkarabilecek büyük çapta ve özellikte deliller yanında kıyıda köşede kalmış zerre miktarda kanıtları dahi kendi haklılığımızı kanıtlama anlamında ortaya koyarız. Tersi olaylarda, yani haksız olduğumuz durumlarda ise değil zerre miktarı kanıtları ortaya çıkarmak, insanın gözünün içine batacak derecedeki kanıtları dahi küçümsemek, çürütmek ve yok saymak konusunda elimizden gelen her şeyi yaparız.

İnsanoğlunun yapısında cahillik, nankörlük gibi olumsuz özellikler ile birlikte kendi çıkarını ön plana almak da vardır. Tıpkı öğrencilerinin kendi aralarında oynaşan köpeklere bakarak ne güzel oynadıklarını belirtmesi üzerine Mevlana Celalettin Rumi’nin “sen bir kemik at aralarına da gör kardeşliği” demesi gibidir. Kemik atılmadığı müddetçe tüm köpeklerin dostluğu sadece bir yanılgıdan ibarettir. Gerçek ise ortaya kemik atılmasına bağlı olarak yüzseksen derece değişir. Toplumsal duyarlılık sahibi ve insanlığa karşı sorumluluğunun bilincinde olan bireyleri istisna tutarsak genelde insanlığın geldiği durum da ne yazık ki bu düzeydedir. Hele teknolojik gelişme ve küreselleşme sürecindeki ekonomik çıkar temelli çarpık toplumsal yapılanma, bu durumu sürekli körüklemektedir. Zira mevcut düzenin yapısı bu olduğu gibi sistem kendini de bu çarpık yapılanma ile beslemektedir.

Her şeyde çıkarını düşünen bireyler hayatını da bu temel üzerinde şekillendirmekte, kendini haklı çıkaracak argümanlar ile kendisini rahatlatmaktadır. Yeri geldiğinde ise adalet karşısında da kendini haklı çıkarabilmektedir. Oysa dünyevi adalet mekanizması karşısında haklı veya haksız pozisyonda bulunmak, ilahi adalet karşısında da haklılık kazandırmaz. Zira dünyevi adalet mekanizması göreceli olup, sunulan kanıtlar ve kanıtların inandırıcılığı yanında adalet sağlama makamında bulunan bireylerin de takdir yetkisindedir. Oysa ilahi adalet mekanizmasında ise kanıtların varlığı yanında kişi ve olayların tüm arka planı en ince detayına kadar bilinmekte ve değerlendirilmekte olduğundan “dünyevi göreceli adalet” karşısında “ilahi mutlak adalet” kendini göstermektedir. Örneğin, bir cinayet olayını işleyen kişi bilinsin ve dünyevi cezası isabetli olarak adalet tarafından verilmiş olsun. Sonuçta bu kişinin cezalandırılması ile adalet yerini bulmuş gibi görünmektedir. İlahi adalet kavramında ise bu yeterli değildir. Çünkü bir insanın cinayet işlemesine etki eden pek çok faktör vardır. Anne ve babanın verdiği veya vermediği eğitim, okulda öğretmenin ilgisizliği veya bireyi topluma hazırlamada göstermiş olduğu vurdumduymazlık, camide imamın görevi dışında iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak işlevini tam göstermemesi, komşunun yardımlaşma ve insanlık örnekliği sergilememesi, arkadaşın doğru yola çağırmaması, görsel iletişim araçlarında şiddete teşvik eden filmlerin var olması gibi daha pek çok faktör işlenen bu cinayetin bileşenlerinden bir parçadır. Son aşamada suçu işleyen kişi ise tüm bu olayların bir bileşkesinin sonucudur. Ancak dünyevi adalet mekanizması bu kadar ayrıntılı olarak olayları analiz etme ve suçun oluşumunda rol oynayan her bir bireyin suçta olan katkısının karşılığını verme noktasında, doğal olarak yetersizdir. Zira böyle bir analiz ve karşılığını verme olayı, tüm zamanları kuşatan, insanların tüm iç dünyasını ve yaptıklarını bilen tanrısal güç ve kuvvetle yapılır. Aksi mümkün değildir. Bu noktada asıl sorumluluk tüm bireylerin kendisindedir. Herkesin işini ve görevini doğru yapmış olması bu haksızlıkları sıfırlamayacak, ancak en alt düzeye indirecektir. Günümüzde bu denilenleri başarmak, ancak özverili ve sorumluluk sahibi bireylerce gerçekleştirilecek bir olaydır. Yoksa günübirlik yaşayan ve hayatında hiçbir ölçüt olmayan bireylerle başarılabilecek bir olgu değildir.

Bu noktada olaya başka örneklerle yaklaşmak daha aydınlatıcı olacaktır. Bilindiği gibi her mesleğin maddi gelir getirici yönü olduğu ve bireylerin gereksinimlerini gidermek amacıyla çalışmak zorunda oldukları bir gerçektir. Ancak tüm bunların yanında bu bireylerin yaptıkları işler nedeniyle toplumsal sorumlulukları da vardır. Gıda ürünleri satan bir satış yerinin, tüketici bilinci olmayan alıcıya sağlıksız ve son kullanma tarihi geçmiş ürün satmaması insani ve toplumsal sorumluluk nedeniyledir. Temizlik görevlisinin görev sahasında bulunan her yeri kendi eviymiş gibi temizlemesi, güvenlik görevlisinin evini koruyormuş gibi görevine ve görev yerine sahiplenmesi, bir muhtarın mahallesindeki sorunların çözümü için canla başla çalışması verilebilecek örneklerdendir. Günlük yaşamda her bir meslek veya toplumsal grupta bu tip olaylar söz konusudur. Görevde eksiklik, olumsuzluk veya kasti yapılan yanlışlar başka bireylerin mal ve can emniyetine karşı yapılmış bir haksızlıktır.

Bir doktorun kendini sürekli geliştirmek amacıyla yenilikleri takip etmesi ve her öğrendiği bilginin belki bir hayatı, hatta bir aileyi kurtaracağı bilincinde olması önemli bir sorumluluktur. Tersinden bakarsak öğrenmediği her bir bilginin bir hastanın ölümü veya sakat kalmasına neden olabileceği bilinçte olması mesleğin getirdiği insani bir sorumluluk olmalıdır. Veya bir ziraat mühendisinin kendisini geliştirmemesi ve bunun yanında çiftçiye ulaşarak bilinçsiz tarımsal mücadele ilacı kullanmasının önüne geçmemesi de aynı çerçevededir. İnsan ve çevre sağlığı konusunda öne sürülebilecek hiçbir mazeret haklı değildir. Bu konuda gayret göstermedikten veya görev sahasına giren konularda elinden gelen tüm olanakları kullanmadıktan sonra haklılık söz konusu olamaz. Gayreti olmayanlar mazeretlere sığınırlar. Olayın bir boyutu da var ki bu da içler acısıdır. Herkes karşısındaki meslek grubunun veya bireylerin sorumluluk sahibi olmasını beklerken kendi üzerinde düşen sorumluluklar konusunda bu derece duyarlı olmamaktadırlar. Yani birisi bu işi yapsın, ama ben yapmayayım. Yukarıda verilen örnekler sadece doktor, mühendis için geçerli olmayıp polis, asker, vali, kaymakam, yönetici, avukat, işçi, memur, anne, baba, gibi tüm meslek, birey ve toplumsal yapılar için geçerlidir.

Her şeyin paraya ve çıkara endeksli olduğu günümüzde, bireyler sorumlusu olduğu konularda en iyi olmak noktasında gücü nispetinde çalışmak ve iyi şeyler ortaya koymak durumundadır. Zira para çok şeydir, ama her şey demek değildir. Gündelik yaşamımızda, mesleğimizde veya işimizde yaptığımız, fakat suç olarak tanımlanmamış veya kanıtlanamayacak yukarıdaki örneklere benzer pek çok olay söz konusudur. Dünyevi adalet mekanizması tarafından dikkate alınmayan, insanların can ve mal emniyetine doğrudan ya da dolaylı olarak zarar veren, doğal denge içindeki canlıların varlığını yok sayıp yaşam haklarını gasp eden olaylar başta olmak üzere bu tip konularda hesap verecek bilinç ve sorumlulukta olmak, bu topluma ve çevreye karşı bize verilen ilahi bir sorumluluktur. Bu dünyada yaptığımız iyi veya kötü şeylerin karşılığını almamış veya alamamış olmamız, alamayacağımız anlamına gelmemelidir. Zira “Kim zerre ağırlığınca bir hayır yaparsa, onu görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük yapıyorsa, onu görecektir. (99/7-8)” ilahi hükmü uyarınca herkes yaptığının ve yapmadığının karşılığını mutlak adaletin sağlanacağı günde muhakkak alacaktır. Hem de zerresi eksilmeden. Zerre ise “düşünülebilen en küçük nesne” diye tanımlanır.
 
adminadmin