Kültür
Giriş Tarihi : 23-09-2018 17:00   Güncelleme : 23-09-2018 17:00

İnsanlar vazifeli olarak dünyaya gelirler

İnsanlar vazifeli olarak dünyaya gelirler

Her hayatın içinde, yararlanılması gereken mühim tecrübeler bulunur. Hatıraları dinlemek ve okumak da bu cihetten kilit taşıdır. Büşra Ayar Sır Kâtibi kitabı üzerine yazdı.

Kubbealtı’ndan göğe uzanan mürekkep akisleri... İmân süzgecinden geçen fikirle kalemin buluşması ve bu kalemin sırrına ortak olacak bir kâtip: Aysel Yüksel.

Sır Kâtibi’nden dinleyeceklerimiz var. “Çocukluğum” diyerek başladığı hatıralarını duydukları, gördükleri ve yaşadıklarıyla taçlandırarak sonlandırıyor. Kimden duyuyor, neyi görüyor, neler yaşıyor? Kitap boyunca bu suallerin her birine cevap almak ve her cevaptan nice ders çıkarmak mümkün. Yalnız ve daima fikri, imâna hizmet ettirmek borcunda olduğumuzu, satırları idrakten sonra sadrımıza kabul ettirmek lâzım geldiğini eser ve beraberinde hayat boyunca unutmayalım.

“Hayat mı, eser mi?” vehimlerine kapılmadan...

Her hayattan alacağımız ibretler olacağı için eserin okunacağına îtimad ederek eseri uzun uzadıya incelemekten ziyade üzerinde durulan hususî noktalardan bir de ben geçeceğim, beraberimde sizlerle...

*

Yazarımız, çocukluğunu anlatırken içinde olduğu tarihleri geçmişin, bugünün ve geleceğin gözleriyle değerlendiriyor. Erzincan Zelzelesi, Ermeni Meselesi, I. Dünya Harbi gibi tarihî değer taşıyan olayları naklederken Sâmiha Hanımefendi’nin sesinden bir nasihat duyar gibi oluyoruz: Târihinizi iyi öğrenin, yakın târihten başlayarak geriye doğru gidin, târihini bilmeyen bu gününü de bilmez, yarınını da hiç anlamaz.

“Akıllılar dercederler bilirler.” İkazıyla söylenenleri düşünmek ve düşünerek hareket etmekle ilgili hatıralarını paylaşırken şöyle bir tespitte bulunuyor yazar: “O zamanlar İslâmî ve an’anevî âdap ve erkânımızı öğrendiğimiz şifâhî kültürümüz hükmünü daha kuvvetle yürütmekte idi.” Bu tespitte durmalı ve düşünmeliyiz. Günümüzde ders programlarının arasına sıkıştırılan fakat asla öğrenciye mânâ ve dolayısıyla ruhunu yansıtamadığımız âdap, erkân, ahlâk gibi değerlerimizi o zamanlardan bu zamanlara taşıyamamakta ısrar edersek vay hâlimize!

*

Gençlik yıllarını, “Öğretmen Okulları” bölümünde yâd ederken Aysel Hanım ile meslektaş olduğumuzu öğreniyor ve farklı bir memnuniyet hissine kapılıyorum. Zannederim ki, şahsımla özel bir bağ kurup yazıma nükseden tek ayrıcalıklı bölüm bu olacak.

Öğretmenliğin kutsal olduğunu, her şeyden evvel bir gönül işi olduğunu hepimiz bilir fakat pek azımız bu görüşe riayet ederiz, hatta riayetten müstesna kısma öğretmeni ta’yînle görevli kadro da dahildir. O hâlde işin nasıl bir ehliyet gerektirdiğini hatırlatmak da bir borç hükmündedir: O gencecik yürekleri incitmeden, kırmadan yolumuza devam etmek için çok dikkatli ve uyanık olmamız gerektiğine dair dersimi daha ilk günden almıştım. Öğretmen olmak için sâdece diploma almak, îcap eden bilgilere sahip olmak yetmiyordu. O küçücük gönülleri tanımak, bilmek, sevmek ve onların gönlüne girmek de gerekiyordu. Hâsılı öğretmenlik, hem kolay hem güç bir işti.

“Bizleri karşısında şahsiyetli birer öğretmen olarak görmek istiyor ve öyle muâmele ediyordu.” diyerek kıymetlendirdiği hocası Nihad Sâmi Banarlı’nın tavır, üslûp, güzellik ve zarâfete yalnızca davranışlarda değil kelimelerde de titiz olduğunu vurgularken bizler de bir dersten istifade ediyoruz: Siz öğretmen olacaksınız. Kelimelerin de asilleri vardır, siz onları kullanın. Meselâ kadın, karı, eş, zevce sözleri aynı mânâları taşıdığı hâlde falanın karısı, falanın eşi, falanın zevcesi derken hangisi içinizde bir hürmet hissi uyandırıyor, hangisi daha bayağı geliyor?          

*

Sâmiha Ayverdi ile tanışmasını anlattığı ilk sayfalarda “Artık öğretmen olmuştum.” derken acı bir gerçeği öğrenip bizimle paylaşıyor: Sanki herkes, her dersin hocalığını yapabiliyordu. Öğretim bu kadar ucuzlamıştı.

Aradan geçen şu kadar senede bu acının hâlâ gerçek oluşuna ne demeli?

*

1957’nin Eylül ayında Fetih Cemiyeti’nde sekreterlik vazifesini alan Aysel Hanım, bu vazifeye başlayıp Sâmiha Hanımefendi ile tanışmasını, düşüncesiyle aktarıyor ve sıkıntıların esasında nasıl bir şükür vesilesine dönüştüğünü paylaşıyor.

“Gül ağacının dibindeki toprak zamanla gül gibi kokmaya başlamış.”

*

Sır kâtibimiz, Sâmiha Hanımefendi için “İnsan harcamadan insan yetiştirirdi” diyecek ve biz, bu cümleyi evvelinde söylediğiyle birleştirerek yetişmenin ve yetiştirmenin kıymetini anlayacağız: Dört duvar arasında oturup da ah vah etmenin, üzülmenin kimseye faydası olmaz, görülen aksaklıkları alâkalılara bildirmek, beğenilen hususlarda da yine alâkalıları teşvik etmek lâzım.

Sâmiha Hanımefendi’nin neşesinden, kederinden, zamanı iyi kullanışından, çalışmayı daima çok sevmesinden, aksiyoncu ruhundan ve daha bir sürü husustan bahsettikten sonra “Sır Kâtipliği” bahsine değiniyor. Burada, bir ziyaret esnasında hanımefendinin söylediği bir söz vardır ki nefsimizin boş işlerine karşın yine nefsimize ihtar olarak kaydetmek lâzım gelir: “İnsanlar vazifeli olarak dünyaya geliyorlar.”

*

Sır kâtipliğinin nereden geldiğinden, duyulan-görülen ve yaşananlardan bahsetmeyip bu sırrı, eserin bizzat okura açması niyetindeyim. Zira kalemlerin de vazifeleri vardır ve sır, kendi kendini açmalıdır.

Her hayatın içinde, yararlanılması gereken mühim tecrübeler bulunur. Hatıraları dinlemek ve okumak da bu cihetten kilit taşıdır. Eseri okuyup nasihatleri dinledikten sonra imân ve fikir süzgecinden geçirerek gönlünüze dahil edin. Lâkin unutmayın; her gönül her sırrı yüklenmez.

*

Hem hayat hem eser!..

Büşra Ayar

https://www.dunyabizim.com

 

adminadmin