Bir profesör var, tanımayan bilmeyenler için merak edip baktıklarında uğrayacakları ifsadın vebalinden korktuğum için adını yazmak istemiyorum; ama kimden bahsettiğimiz bilinmezse başka isimler de zan altında kalır, bu sefer başka veballer doğar diye mecburen adını vereceğiz: Prof. Dr. Mustafa Öztürk. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Tefsir Ana Bilim Dalı Öğretim Görevlisi. Kendisinin en önemli çalışması “Kur’an’ın Mu’tezilî Yorumu: Ebû Müslim el-İsfahânî Örneği” çalışmasıdır.
29 Mayıs Üniversitesi Kur’an Araştırmaları Merkezi kısa adıyla KURAMER, tarafından yayınlanan sempozyum kitabında Prof. Dr. Mustafa Öztürk, (Haşa ve kella, estağfurullah) Kur’ân’ı Kerim’de olan ayetlerin bir kısmının Allah’a ait olamayacağına dair şüphesini ve bu doğrultuda inancını şöyle ifade ediyor:
“Kur’ân’ın hem lâfız hem mânâ itibarıyla inzal edildiğini kabul etmek, cihat ve kıtal meselesinde kullanılan politik dilin bizzat Allah’a ait olduğunu söylemeyi gerektirir. Vahyin salt mânâ ve mefhum olarak inzal edildiğini kabul etmek ise, söz konusu dilin Hz. Peygamber tarafından formüle edildiğini, dolayısıyla Allah katından genel muhteva ve perspektif olarak aldığı vahyin ışığında konjonktürel gelişmelerle ilgili yol haritasını kendisinin belirlediğini söylemek gerekir, ki, bu ikinci ihtimal daha makul görünmektedir. Aksi takdirde ‘Allah’ın ahlâkîliği’ meselesi gündeme gelir.”(Sayfa 155)
Öztürk’e göre Kur’ân’ın bazı ifadeleri ahlâkî açıdan problemliymiş. Tam olarak Annemarie Schimmel’in dinler tarihinde geçen, havarilerin reisi olan Petrus’un öğrencisi Markos’un tanrıyı ahlaksız bulması ama tanrıyı ahlaksızlıktan tenzih edemeyeceği için bazı sözleri “Bunlar İsa’nın nefsindedir” diyerek değiştirmesi sırasında yaşadığı travmaya benzeyen bir travma.
Öztürk devamında ahlaksız bulduğu bazı ayetleri izah edememekten hayıflanıyor.
“Önermesel vahiyler ve tikel hükümlerin Hz. Peygamber’in zihninde genel-tümel vahiyden çıkarımlar yoluyla billurlaştığını düşünürsek o zaman Kur’ân’ın stratejik ve politik dilini izah etmek az çok mümkün oluyor. Lâkin Kur’an’daki her bir ifadenin hem lafız hem mânâ olarak bizzat Allah tarafından dikte edildiğini kabullenmek söz konusu olduğunda, ben bu politik dili izahta çok güçlük çekiyorum; hattâ izah edemiyorum. Kur’ân’a uzaktan bakınca hiçbir sorun yok gibi görünüyor ama satır aralarına daldığınızda işin içinden pek çıkılmıyor. Bu yüzden de eski ezberler ister istemez bozulabiliyor.” (Sayfa 202)
Hz. İsa’nın (as) dünyadan gidişinin hemen ardından hızlıca yayılan ifsada göre, aslına bir tülü ulaşılamayan ve kaynaklarda “O” diye atıf yapılan orijinal metnin acilen değiştirilmesi gerekiyordu çünkü; “Tanrı ahlaksız, tanrı merhametsiz, tanrı çağa uygun olmadığı için başkalarını davet ederken ve izah ederken zorlanıyoruz. O halde değiştirelim; ahlaklı ve herkesi kapsayan yumuşak hale getirelim.” Dinler tarihi Mustafa Öztürk’ün düştüğü bu tuzakla dolu, kendisi ilk ne de son olacak.
Mustafa Öztürk neredeyse aynı ayak izlerine basar gibi yürüdüğü yolda aynı dertle dertlenmiş; “İzah edemiyorum” diyor.
Onun “İzah edemiyorum” dediği her şeyin izahı İslam tarihinde defalarca yazılmış. Bir gazete köşe yazısının konusu olmayacak kadar önemli ve detaylı konular bunlar. Gazete köşe yazısına konu olacak tarafıysa şu: Mustafa Öztürk ve onun gibilerin düştüğü tuzaklar.
Hz. Âdem’den (as) bu yana her ümmetin içinde kulluk pozisyonundan rahatsız olan, vahyinin ve hidayetin doğrudan ve sadece Allah’a ait olması nefsine ağır gelen insanlar hep olagelmiştir. İnsanlar davetçi pozisyonundan çıkıp hidayet edici pozisyona geçmek istiyorlar. Kendilerini o kadar önemsiyorlar, o kadar büyütüyorlar ki başkalarının imanından sorumlu olduklarını zannediyorlar. Bu akıl hastalığı haliyle de “Davet ediyoruz gelmiyorlar, ben de bir kusur olmadığına göre, demek ki resullerde ve resullere verilmiş kitaplarda sorun var” diyerek, herkesin imanından sorumlu bir hale bürünüyorlar. İşte bu, kötülüğün tam ve gerçek tarifidir. İyilik yapmak için kötülük yapanlar bunlardır. İşte bu Ekber Şah’ın “Bütün dinleri birleştireceğim” diye başlattığı ifsaddır. İşte bu, Fetullah Gülen ve peşindeki insi şeytanların diyalogçuluk fitnesidir. Çağlar boyunca hepsi; noktası, virgülüne kadar hep anı şeyleri söylemişler ve aynı sonuçları almışlar. Bu sefer ne değişti peki? Allah Azze ve Celle’nin bu dinin sahibi olduğunu ve koruduğunu hesaba katmıyorlar.
Erem Şentürk / Diriliş Postası