Fikir
Giriş Tarihi : 15-03-2024 11:45

Necip Fazıl’ın Kaleminden İbnü’l-Arabî

(…) Yine biraz geriye gideyim… Vahdet-i vücudun ilk haline…

Necip Fazıl’ın Kaleminden İbnü’l-Arabî

Mansur asılacağı zaman Cüneyt ona der ki:

“-Hak benim deme, sen gölgeye aldanıyorsun! Onu Hak zannediyorsun!.. Zatı gölge ile karıştırıyorsun!..”

İşte tasavvufun ilk devresindeki vahdet-i vücut anlayışı budur! Gölge ve zat…

Ve Muhiddin-i Arabî’ye gelince iş, bu büyük zat “eşyanın gölgesi bile yoktur!“ der. Yani eşya o kadar yoktur. O halde böyle bir “yok” içinde insanın kendisini bulabilmesi imkânı da yoktur!.. Bir büyük boşluktayız. Evet; bakın bu velînin ince noktasına: Eşyanın gölgesi bile yoktur ve o gölgeden bizde kalan son mâna, son his “Allah”tır!

Eyvah!.. Bu geçitten geçmenin imkânı hemen hemen muhaldir. Yani eserle müessir birleşir gibidir. Bunun Batı (panteizm)iyle hiçbir münasebeti yok yine… Batı(panteizm)i tabiatta görür -hâşâ- Allahı… Ve tabiatı putlaştırır sadece… Burada böyle değil… Burada tabiat görülmüyor. Sakın küfre götürmeyin!.. Çünkü Muhiddin-i Arabî Hazretlerine küfür isnadı küfürdür! Bir mümini bir mümine küfür isnadı, o mümin gerçek müminse isnad edene döner. Zamanında, büyük zahir ehli İbn Teymîye böyle bir isnatta bulunmuştur Muhiddin-i Arabî’ye… Bunu asla kabûl etmez Bâtın ehli… Ve Muhiddin-i Arabî’yi anlamayanların hepsi maalesef dalâlettedir.

 

Bizde Fusus Şerhi vardır; Bosnavî Şerhi… Baştan aşağı anlayışsızlık… Maarif bakanlığının klâsiklerindede mevcut… Hapishanede okumuştum. Hayretler içinde kaldım. Çünkü ben Muhiddin-i Arabî`yi yakından takip ettim. Muhiddin-i Arabî’nin eşyayı yok görüşünde, gölgesinde bile kabul etmeyişinde, o kabul etmeyişten sonra kalan bir hisse mevcuttur ki, ona da zat ile mahlûk denemez. Çünkü mahlûku görmez ve insanda, onlar bir araya gelir vehmi doğar. Bu hiçbir makasın kesemeyeceği bir hadisedir. Bunun dış şuur aynalarına yansımasındaki tehlikeyi, “ikinci bin”in yenileyicisi olan büyük zat İmam-ı Rabbanî halledecektir.

 

Evvelâ Muhiddin-i Arabî’nin şahsı üzerinde biraz duralım. Ona “Hatem-ül Evliya” denir. O hakikaten ilk kısmın “müteahhir- sonradan gelen” idir. Müteahhihirinden kabul olunur. O, bir tek lokmayı ağzına almazdı ondan tesbih sesi duymadan… Evet; yediğimiz ekmekler de Allah’ı zikreder. Ve onu ancak duyan duyar. İşte, böyle bir velî idi. Muhiddin-i Arabî Hazretleri… Riyaziye cehdini o hale getirmişti ki, -burası inanılmayacak bir şey gibidir, artık kafa almaz- bir formülü var: Onun buna çarpımı, bunun şuna bölünmesi, nispetler, nispetler… Ve eşit Hazret-i Adem`den son ferde kadar insan adedi…

 

Muhiddin-i Arabî’ye dönüyorlar, diyorlar ki:

“-Bu da olur mu?..”

Şöyle karşılık veriyor:

“-Kızdırmayın, geleceklerin yüzlerini de resmederim!..”

 

Hemen ilave edeyim… Batılı, bir çok meselede insaf sahibidir. Dinini kaybetmiş olanların sefaleti önünde Batılı çok insaflı kalır. Ve Muhiddin-i Arabî’yi defalarla, defalarla tercüme etmiştir. O nerede bir kıymet bulursa onu araştırmaktan çekinmez. İmam-ı Gazalî’nin de bir çok tercümesi vardır. Batılı deyip geçmeyin!.. Onu hem sıfır görelim hem ders alalım, insaf edelim.

 

Şimdi, Muhiddin-i Arabî Hazretleri’nin kafa olarak gösterdiği tecrit cehdini dünyada gösterebilmiş bir başka adam hatırlamıyorum. İmam-i Rabbanî müstesna… Çünkü İmam-ı Rabbanî’nin beyninin her atomu bir güneştir gözümde… İşte böyle bir cehd…

 

Cebir Arab’ın keşfidir demiştim. En büyük kıymetini Muhiddin-i Arabîyle kazanmıştır. Ve daha bir çok keşif… Beşyüzü geçkin eser…Ruhaniyet âleminde Muhiddin-i Arabîye sorarlar:

 

“-Keşif ehli ne diyorsun? Vahdet-i vücutta ısrar mı ediyorsun?..”

Cevap verir:

“-Ne dedimse odur!..”

 

Ve onun asla küfürle alâkası yoktur: O bir tecellidir ve anlaşılması muhale yakın bir müşküldür. Onu böyle alın ele!.. Muhiddin-i Arabî’nin izahçısı olmak ve vahdet-i vücudu akla anlatmak mümkün değildir!.. Akla beyan edilemez o… Sizi en son noktaya getirdim… “Eşya gölge olarak bile yoktur”un ve o “yok” içinde Allah`ı görüp “O vardır”ın hikmeti, “O vardır, başkası yoktur” tarzında bir vehme dönüyor ki bu vehmi akıl ile hal mümkün değildir ve eser üzerinde derinleşmekten ibaret bu bahsin inceliklerini akılla idrak, ancak Muhiddin-i Arabî çapında velîlerin işidir. Muhiddin-i Arabî’nin tecritteki kıymetine bakın ki, buna Fransız tefekkürü bile hayrandır. Bir hadis:

“-Ez`zıddan Lâ yeçtemian…”

 

Yani, zıtlar bir araya gelemez, toplanamaz. Muhiddin-i Arabî zıtlar nazariyesini alıyor ele ve diyor ki:

“-Ama zıtlar, bu bir araya gelemeyiş içinde öyle bir beraberlik içindedirler ki, bir kere buluşsalar bir daha bırakmazlar birbirlerini…”

 

İşte Fransız tefekkürü buna hayrandır. Ve diz çöker bu tecrit önünde…

Hakikaten bu böyledir. Meselâ ters açı… Biri diğerinin tersi olduğu halde, katladınız mı aynı… Ve bu ayniyet içinde zıddiyet inkişaf ediyor. Müthiş hadise… “Vahdet-i vücut” dâvasında Muhiddin-i Arabî ile, kendisinden bir hayli zaman sonra gelen İkinci binin yenileyicisi İmam-ı Rabbanî arasında şu fark tespit edilebilir:

İlkinin, müessiri eserde, ikincinin ise hakikati doğrudan doğruya müessirde araması ve bu yollarda mesafe alması keyfiyeti…

Demek ki, Muhiddin-i Arabî Hazretleri müessirden ziyade eser üzerinde derinleşmiştir. İmam-i Rabbanî de doğrudan doğruya müessirde… Elbette ki, müessir eserin üstündedir. Cümleye dikkat ettiniz mi?.. Bu meselede Muhiddin-î Arabî`yi en küçük mikyasta yanlış anlamak ve anlatmaya kalkışmak küfre kadar gidebilirken aynı dâvanın dalâletten kurtarılması ve yenilenmesi yine velîler velîsi İmam-ı Rabbanî Hazretleri’ne ait kalıyor. Yoksa “Şeyh-i Ekber” ünvanlı Muhiddin-i Arabî Hazretlerine isnadı mümkün bir hata yoktur. Tek, muradı anlaşılabilsin…

 

İşte bu hikaye bu kadar… Muhiddin-i Arabî’ye ait yanlış anlayışların hepsine birden çatarken, Muhiddin-î Arabî’ye tek bir ok değdirmemeye çalışmak ne zahmetli bir iş?..

 

Necip Fazıl KISAKÜREK - Batı Tefekkürü İslâm Tasavvufu

adminadmin