Bir, iki tanesi müstesna,
Samsun’dan belediye başkanları, parti teşkilatları İstanbul’a gittiler;
Pastanelerde, otellerde, lokantalarda mekân tuttular, kimsenin yüzüne bakmadı, kimsenin elini sıkmadılar.
Ayın 17’sinde bir mesaj attım hemen hemen hepsine;
“varoşlar Ekrem İmamoğlu’na bırakılmış gibi…
Adam süt, ekmek, damacana su gibi çok pratik vaatlerle yoksul kesimin oylarını garantiliyor.
Binali bey ise hep devasa projelerle varoşlara hitap edemiyor.
Acil onun da çok pratik, akılda kalıcı ve etkili sosyo ekonomik vaatlerde bulunmalıdır.”
İçlerinden sadece bir tanesi mesajımı okuyup geri döndü.
Dedi ki;
“Burada durum hiç iyi değil. İstanbul’a gelenlerin hemen hepsi kuru kalabalık yapmaya gelmişler. Senin gösterdiğin hassasiyetin ve heyecanın onda birini bile taşımıyorlar.
Bu kadar ümitsizlik içinde tam geri dönmeye karar vermiştim ki, Karaçi Üniversitesi Rektörü, taa Pakistan’dan İstanbul seçimlerine destek vermek için geldi. Elinde buraya geldiğini duyan hanımların kollarından çıkartarak verdikleri bileziklerin bulunduğu mendilden bir bohça vardı.
Pakistanlı hanımlar İstanbul’u yani Payitahtı kaybetmemek için bir kere daha tıpkı kurtuluş savaşında olduğu gibi kollarındaki bilezikleri çıkartıp rektör beye vermişler.
“Destek olalım, üzerimize düşeni yapalım” diye…
Rektörü ve Pakistanlı hanımların bu hallerini görünce kendimden utandım. Dönmekten vazgeçtim. Canla başla çalışmaya devam ediyoruz. Ama durum hiç iyi değil bunu söyleyeyim.”
Bir yanda Pakistan Karaçi’den gelen rektör ve bilezikler, diğer yanda 31 Mart’ta ilinde yüzde 20 oy kaybederek ve İstanbul’da yüzde 46 indirim yapılmasına rağmen Samsun’da suya yüzde 25 zam yaparak Binali Yıldırım’a destek için seçim çalışmasına gidenler…
Biz bu zammı eleştirip geri alınmasını, “İstanbul seçimlerini çok kötü etkileyecek” dediğimizde bize ne demişlerdi biliyor musunuz;
“Zam İstanbul seçimlerini etkiliyor da, senin bu yazdıkların etkilemiyor mu?”
Şimdi bunları yazıyorum diye yine beni manşetlere taşıyacaklar.
Yok para alamadı, yok para aldı…
Çıkartın faturaları kim ne kadar almış cümle alem görsün…
Netice-i kelam AK Parti’de dava şuuruyla çalışıp mücadele edenler ile mensubiyet şuuru içinde iş çevirenlerin çok belirgin bir şekilde ortaya çıktığı bir İstanbul seçim süreci yaşadık.
Dava şuuru olanlar hep geri planda kaldı.
Ötelendi, dışlandı, kendilerine hiçbir alanda yer bulamadılar.
Çamur atıldı, suçlandı, sesleri kısılmaya çalışıldı…
Mensubiyet şuurunda olanlar ise, AK Parti’ye ve/veya Reise mensup olduklarını duyurmak, göstermek için her yer ve alanda hep ‘mış gibi’ yaparak oturdular.
Çalışıyormuş gibi, davaya bağlıymış gibi yaptılar…
Hâlbuki onlar dava değil,
Lobiye, locaya ve loncaya mensubiyetlerinin gereğini yapıyorlardı.
Lobiye; işlerini, ticaretlerini ve makamlarını daha da büyütmek için etkili yerlerde etkili kişilerle kulis çalışmaları yapıyorlardı…
Locaya; dava şuurunda olanların seslerini kısarak elde ettikleri yerlerin muhafazası için çalışıyorlardı. Balkonda bir yer kapmak ve olup bitenleri seyrederek pozisyon belirlemek…
Ve Loncaya; Partinin kuruluşuyla göbekten bağlı oldukları grup, klik, meslekten veya siyaseten elde ettikleri yer ve makamları korumak, muhafaza etmek ve diğerlerinin bu seçkin yerlere ve makama göz dikmelerini engellemek için var güçleriyle ellerinden ne gelirse onu yapıyorlardı…
Her biri çok özel insanlardı…
Ombudsman edasıyla konuşuyorlardı…
Hiç kimse, hiçbir zaman, hiçbir şeyi onlardan daha iyi bilemezdi…
Şimdi bunlar yenildiler…
İstanbul’dan yenilgiyle dönüyorlar ama sanmayın ki yenildiklerinin farkına varacaklar…
Varsalar da itiraf edecekler…
Suçlayacak isim arayacaklar…
Bulmuşlardır bile…
Başyazı