Eğitim
Giriş Tarihi : 16-05-2016 14:10   Güncelleme : 16-05-2016 14:10

Müslüman Birliği Versus Hristiyan Birliği!

Katoliği, Protestanı ve Ortodoksu ile Hristiyan dünyanın siyasi bir bütünlük olarak hareket etmeye çalıştığı, hatta bunu başardığı bir ortamda, Müslümanlar, çatışmalar ve suni fikir ayrılıklarından dolayı giderek daha çok bölünme yaşıyor

Müslüman Birliği Versus Hristiyan Birliği!
Katoliği, Protestanı ve Ortodoksu ile Hristiyan dünyanın siyasi bir bütünlük olarak hareket etmeye çalıştığı, hatta bunu başardığı bir ortamda, Müslümanlar, çatışmalar ve suni fikir ayrılıklarından dolayı giderek daha çok bölünme yaşıyor. Cumhurbaşkanımızın, İslam İşbirliği Teşkilatı Toplantısı’ndaki ‘birlik’ çağrısı Müslümanların uyanışı için bir milattır. Bilindiği üzere son yıllarda Roma Katolik Kilisesi ile Ortodoks Hristiyan dünya arasında ciddi bir yakınlaşma söz konusu. Yaşanan bu yakınlaşmaların “Hristiyan Birliğini” yani ökümenizmini sağlama yönünde önemli adımlar olduğu muhakkaktır. Buna karşın Müslüman dünya son dönemde yaşanan mezhep kavgaları ve çatışmalarla giderek daha bölük pörçük  bir hale gelmiş durumda... İşte tam bu noktada 10-15 Nisan 2016 tarihleri arasında İstanbul’da toplanan İslam İşbirliği Teşkilatı Toplantısı’nda Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı “Müslüman coğrafyada meydana gelen olayları çözme konusunda uluslararası toplumdan yardım isteme yerine İslam ülkelerinin bir birlik kurarak söz konusu sorunları çözme” çağrısı, doğrusu Müslüman ülkeler arasında bir birlik oluşturma yönünde atılmış son derece önemli ve yerinde bir adımdı. İşte bu yazıda, mevcut Papa Francis’in 29 Kasım 2014 tarihinde Rum Ortodoks Patriği Barthholomeos ve 12 Şubat 2016’da Rusya Ortodoks Patriği Kirill ile 1054 tarihindeki “Büyük Bölünme”den  sonra bir araya gelip sarmaş dolaş resimler verip ortak deklarasyon yayınlamaları ve bunların muhtemel sonuçları ile 13. İslam İşbirliği Teşkilatı Toplantısı’nda Sayın Cumhurbaşkanımızın Müslüman liderlere yaptığı birlik çağrısı ve yankıları ele alınacaktır. Papa ve patrik görüşmeleri Bilindiği üzere Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos, mevcut Papa Francis’in 19 Mart 2013’deki Papalık görevine başlama ayinine 959 yıl sonra katılan ilk Rum Ortodoks Patriği olmuştu. Söz konusu ayinde Bartholomeos Papa’yı İstanbul Fener Rum Patrikhanesi’ne davet edince, O da, 28-29 Kasım 2014 tarihlerinde gerçekleştirdiği Türkiye ziyaretinin ikinci gününü Patriği ziyarete ve onunla görüşmelere ayırmıştı. Patrik Bartholomeos Papa Francis’i Aya Yorgi Kilisesi’nin kapısında karşıladığında şu sözlerle ziyaretin öneminin altını çizmişti: “Takdir ve memnuniyetle karşıladığımızı buluşmamızı, tarihi bir olay ve mutlu geleceğin emaresi olarak değerlendirmekteyiz.” Bu görüşmede dikkat çeken en önemli an, tarihe “büyük bölünme” olarak geçen Roma Katolik ve İstanbul Kiliselerinin birbirlerinin otoritelerini karşılıklı olarak reddedip birbirlerini aforoz ettikleri 1054 tarihinden beri, ilk defa Papa Francis ile Patrik Bartholomeos’un, birbirlerinin yanaklarından öperek sarılmaları ve ardından da Bartholomeos’un, Papa Francis’i takkesinden öptüğü kare olmuştur. ‘Kardeşim sonunda’   1054’deki aforozdan sonra Hristiyanlık tarihinde ilk olan bu tablo, açıkça şu anlama gelmekteydi: Papa Francis’in Patrik Bartholomeos’un önünde eğilmesi, kendini İsa-Mesih’in halefi olarak tayin ettiğine inanılan Petrus vasıtasıyla kurulan Roma Kilisesi’nin başı olarak yegane otorite gören Papa’nın, artık İstanbul Patriği’ni de kendisi gibi bir otorite olarak kabul ediyordu. Keza Patrik Bartholomeos’un önünde eğilen Papa Francis’in takkesini öpmesi de Fener Rum Ortodoks Kilisesi nezdinde Ortodoksların, 1054’de aforoz ettikleri Roma Katolik Kilisesi’nin otoritesini kabul ederek takdis ettiğini ima ediyordu. Papa Francis ve Patrik Bartholomeos görüşmesinin Hristiyan birliği açısından dikkat çeken bir diğer noktası da Ortadoğu coğrafyasında yaşanan insanlık dramından dolayı özellikle Hristiyanların yurtlarından kovulmasının kabul edilebilir bir durum olmadığının vurgulanmasıdır. Gerçi söz konusu görüşmede yaşanan insanlık dramından etkilenen diğer din mensupları da zikredilmekle birlikte, özellikle Hristiyanların ayrıca zikredilmesi Katolik ve Ortodoks dini liderlerinin bu soruna özelde dini hassasiyetle yaklaştıklarını da açıkça göstermekteydi. Papa Francis, Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos ile gerçekleştirdiği bu tarihi görüşmenin ardından 12 Şubat 2016’da da, bu sefer Ortodoks Hristiyan dünyasının bir diğer önemli dini lideri Rus Ortodoks Kilisesi Patriği Kirill ile Küba’nın başkenti Havana’da tarihi bir görüşme yaparak ortak bir deklarasyona imza atmıştır. Hristiyan tarihinde bir ilk olan bu görüşmede Papa Francis tıpkı yukarıda ifade ettiğimiz Rum Patriği Bartholomeos ile görüşmesinde yaptığı gibi Patrik Kirill’i “kardeşim sonunda” diyerek kucaklamış buna mukabil Patrik Kirill de “artık herşey daha kolay olacak” diyerek Katolik ve Ortodoks birlikteliği noktasında önemli bir mesaj vermiştir. Burada söz konusu görüşmede imzalanan 30 maddelik ortak deklarasyonu ayrıntılı olarak ele almadan, Hristiyan birliğinin sağlanması ile ilgili maddelerine okuyucunun dikkatini çekmek istiyoruz. Deklarasyonun 5, 6 ve 7’nci maddelerinde 1054’deki Katolik ve Ortodoks ayrışmasından sonra yaşanan acı, ıstırap ve çatışmalara dikkat çekildikten sonra “üç kişilikte tek bir Tanrı’ya inanan” Katolik ve Ortodoks toplumların artık birlik olmalarının gerekliliğinin altı vurgulu bir şekilde çizilmektedir. 8’nci maddede ise, günümüzde Hristiyanların Ortadoğu ve Kuzey Afrika gibi yerlerde ciddi mağduriyetler yaşadıklarına, özellikle de Irak ve Suriye’de yaşanan olaylardan dolayı Hristiyanların dinlerinin doğduğu toprakları terk etmek zorunda kaldıklarına dikkat çekilmekte ve bir sonraki maddede de uluslararası toplum, Hristiyanların Ortadoğu’yu terk etmeye mecbur bırakılmalarını durdurmaya çağrılmaktadır. Müslümanlar olarak, bu iki maddenin üzerinde derinlemesine düşünmemiz gerektiğine inanıyoruz. Çünkü bu maddeler günümüzde söz konusu coğrafyada yaşanan insanlık dramının Müslümanlar tarafından oradaki Hristiyanları bölgeden çıkarmak için yapıldığı izlenimi vermektedir. Halbuki yaşanan drama baktığımızda en çok etkilenen nüfusun Müslümanlar olduğu rahatlıkla görülecektir. Dahası DAEŞ terör örgütü bir Şii Müslüman’ı ele geçirdiğinde sırf Şii olduğu için onu infaz ederken, aynı şeyi bir Hristiyan’a veya başka bir din mensubuna yapmamaktadır. Yine yaşanan vahşetten dolayı yerleri-yurtlarını terk etmek zorunda kalanların da çok büyük bir çoğunluğu Müslüman kimliğe sahiptir. Bu durum Papa Francis ile Patrik Kirill’in sözlerini doğrulamamaktadır. Eğer Papa Francis ve Patrik Kirill genelde tüm dünyada, özellikle de kadim Ortadoğu coğrafyasında yaşanan insanlık dramının son bulması ve başta Hristiyanlar olmak üzere hiçbir inanç mensubunun, hatta bir inanca mensup olmayanların da zarar görmemesi ve yurtlarını terk etmek zorunda kalmamasını istiyorsa, teorik söylemlerde bulunma yerine başta Rusya ve ABD olmak üzere uluslararası topluma açık bir çağrı yaparak soruna kalıcı çözüm getirmek için tüm taraflarla aktif dayanışma içinde olmalı. Bu konuyla ilgili şu hususun da altını çizmeden geçemeyeceğiz: Başta Sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere, ülkemizin siyasi ve dini liderleri Ortadoğu coğrafyasında yaşanan olaylara hiçbir zaman etnik, dini ve mezhepsel kimlik üzerinden bakmadı. Tüm mağdurlara kucak açıp onların durumlarının düzeltilebilmesi için yoğun çaba sarf etti. Papalık ve Patrikliğin tıpkı Batılı devletler gibi soruna daha çok dini ve etnik kimlik üzerinden yaklaşması ve yaşanan olayların sanki Hristiyanları dolayısıyla da Hristiyanlığı bölgeden söküp atmak için olduğu izlenimini vermeleri doğrusu oldukça manidardır. İhtilaf değil ittifak Sayın Cumhurbaşkanımız ilk olarak Birleşmiş Milletler’de (BM) yaptığı bir konuşmada “Kendisi adaletsizlik üzerine kurulu bir sistemin küresel adalete katkı sağlayabilmesi mümkün değildir” diyerek dünya nüfusunun yaklaşık dörtte birini oluşturan Müslümanların BM’de adil temsil hakkı elde edebilmesi için Müslüman dünyayı, küresel dünya sistemine karşı güçlü bir muhalefet sergilemeye davet etmiştir. Bu çağrı alelen BM’den sonra en büyük uluslararası kuruluş olan İslam İşbirliği Teşkilatı’na “ana muhalefet” olma çağrısıdır.Erdoğan ikinci olarak hegemonik güçlere karşı Müslümanların artık birliğe ihtiyaçları olduğunu şu ifadelerle yüksek sesle dile getirmiştir: “Bizler Müslüman olarak, İslam ülkeleri olarak ne kadar birbirimize düşersek, umudunu bizlere bağlamış olan masumlar çok sıkıntıda kalacaklardır. Böyle bir vebali üstlenemeyiz. Bunun için bölücü değil, birleştirici olmalıyız. İhtilafları değil, ittifakları; husumeti değil, muhabbeti güçlendirmeliyiz”. Bu sözler açıkça Müslümanlar arasında vahdet bilincinin oluşması için din veya mezhep temelli bir politika güden tüm Müslüman siyasi ve dini liderlere durumlarını gözden geçirme ve tali farklılıkları bir kenara bırakarak “Müslüman” kimliği altında bir araya gelme çağrısıydı. Nitekim Sayın Cumhurbaşkanının aynı konuşmada altını çizerek ifade ettiği “Benim dinim Sünnilik de değildir, Şiilik de değildir, benim dinim İslam’dır” ifadesi bu birlikteliğe giden yolun temel köşe taşı olarak kabul edilmelidir. Üçüncü olarak Sayın Cumhurbaşkanı konuşmasında Müslüman coğrafyada yaşanan çatışma, şiddet, terör ya da krizlere karşı uluslararası güçlerin müdahil olmasını beklemek yerine Müslümanların bir birlik ihdas ederek söz konusu sorunları çözüme kavuşturmasının altını çizmiştir. Erdoğan, bu çağrısıyla aslında Müslüman coğrafyada ortaya çıkan güvenlik sorunlarını kendi çıkarları için üreten, körükleyen veya destekleyen hegemonik güçlerden söz konusu sorunları çözüme kavuşturmalarını beklemenin beyhude bir bekleyiş olduğunu, zirveye katılan Müslüman liderlere alenen deklare ederek “Müslüman Birliğinin” sağlanması için herkesin elini taşın altına koyması gerektiğinin altını çizmiştir. Bu üç temel husus, İslam İşbirliği Teşkilatı’nı göstermelik bir kurum olmaktan çıkartıp etkin bir güç haline getirici niteliğe sahiptir. Dahası Katoliği, Protestanı ve Ortodoksu ile Hristiyan dünyanın siyasi bir bütünlük olarak hareket etmeye çalıştığı, hatta bunu başardığı bir ortamda, Müslümanlar yaşanan çatışmalardan ve suni fikir ayrılıklarından dolayı giderek daha çok bölünme yaşıyor. Bu nedenle Cumhurbaşkanımızın çağrısının hem Müslümanların uyanışı, hem de adil bir dünya düzeni için bir milat olacağı muhakkaktır. Mahmut Aydın - STAR
adminadmin