Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 22-12-2011 15:42   Güncelleme : 22-12-2011 15:42

Perdesiz beddua

İçinde bulunduğumuz şu günlerde ülke olarak canımızı sıkan ve yüreğimizi yakan iki konu gündemin ilk sıralarına oturmuş durumda

Perdesiz beddua
İçinde bulunduğumuz şu günlerde ülke olarak canımızı sıkan ve yüreğimizi yakan iki konu gündemin ilk sıralarına oturmuş durumda.
 
Hakkâri de şehit olan vatan evlatları başta olmak üzere terör saldırılarında hayatını kaybeden şehitlerimiz ve Van depremi.
 
Aslında iki konuda insanımıza acı veren ve ilk defa yaşadığımız olaylar değil. 1999 da İzmit de meydana gelen deprem bizim neslin şahit olduğu, doğulusuyla batılısıyla ülkemiz de ki tüm insanları her yönüyle (ekonomik, sosyolojik, psikolojik ) az veya çok etkileyen, yüreklere ateş düşüren ciddi bir vakıadır.
 
Diğeri ise özellikle son 2 yıldır ölü doğan açılım saçmalığından dolayı yuvaları yıkan, çocukları yetim bırakan, Doğu ve G. Doğu da P KAKA köpeklerinin ve onların destekçisi bir kısım bölge halkının şehit ettiği insanlarımızın ve geride kalan ailelerinin acısı.
 
Aslında bölgede Van depremi ve PKK terörü dolayısıyla yaşanan bu ölümler ilk bakışta “felaket, ölüm ve acı ” anlamında aynı gibi görünse de, bölgedeki resmin tamamı bu gün görüldüğü kadar küçük ve yukarıdan bakıldığı kadar net değil. Bu durum şimdilik, henüz, tam olarak ortaya çıkmamış olsa da yakında işin korkulan bu boyutu ön plana çıkacak ve bölgede yaşanan deprem ve şehitlerimiz geri planda kalacak.
 
Dün Van da meydana gelen depremin sebep olduğu ölümler ve acıların bölge insanının yüreğini yaktığı, batıdaki bir kısım şehit ailelerinin ve yakınlarının da sevinmelerine ve yüreklerinin de ki ateşin soğumasına vesile olduğunu görmemek, görmemezlikten gelmek en hafif değimi ile gaflettir. Bundan daha kötüsü ise devletin idari yapısının ve ülkemizin aydın kesiminin bu “felaketi” yok sayması, akabinde insanlarımız nezdinde ortaya çıkartacağı yıkıcı sosyolojik ve psikolojik sonuçlarını küçümsemesi veya yok sayması yine en hafif anlamıyla basiretsizliktir.
 
Bu bir “temenni değil öngörüdür”
 
Hiç kimse oturduğu yerden ahkâm kesmeye kalkmasın.
 
Biz iyi biliriz dere sığlığında muhakeme yapan yerel ve besleme beyinlerde gemi yüzdürmeye kalkmanın zorluğunu ve bunu yapmakta ısrar etmenin insana neler kaybettirdiğini.
 
Ama birileri bunu yapmak zorunda.
 
“Deprem-Acı-Sevinç, Şehit-Sevinç-Nefret”
 
Ortada çözülmesi gereken çok bilinmeyenli bir problem var. Öncelik terör değil yukarıdaki denklemin kalıcı çözümü olmalı.
 
Aksi durumda… Bir adım sonrası
 
Ya bizimlesin ya düşman
 
Toptan kabul, toptan ret.
 
Sonuç
 
Toplumsal nefret ve kitlesel intikam arzusu.
 
Bize inanmayan, öngörülerimizin hayal ürünü olduğunu iddia eden küçük beyinler ve insanlara, olaylara ve hayata pembe pencereden bakanlar netteki sosyal paylaşım sitelerine bir göz atsınlar.
 
Az çok “medya okuryazarlığı” ve yaşanan olayları birbiri ile ilişkilendirerek “doğru analız etme” kabiliyetleri varsa bu öngörülerimizin gerçekleşme olasılığının çok yüksek olduğunu göreceklerdir.
 
Ama biz yinede bu konuda bir iki örnek vererek tezimizin İşkembe-i Kübra dan olmadığını anlatmaya çalışalım.
 
Allah’ın sopası yok ki….
 
“Yaşanan deprem doğuda ki Van da dahi olsa…”
 
“Allah Aziz-ül intikamdır….”
 
“Şimdi ağlama sırası onların analarında…”
 
“Bu deprem acaba ilahi bir ceza mı”
 
“7.2 yetmedi mi…”
 
Bu kadar örnek  yetmedi mi?
 
O zaman birde aşağıda anlatmaya çalışacağım olayı iyi analiz etmeye çalışın.
 
Geçen hafta TV de haberleri izliyorum. Ekranlarda şerefsiz P KAKA nın saldırıları sonucu şehit verdiğimiz vatan evlatlarının birisinin cenaze töreni var. Cenaze merasimindeki ve ekranları başın da ki birçok kimse gözyaşları ile ıslanmış dudaklarıyla ve acıyan, kanayan yürekleriyle ilimleri kapasitesinde AKP nin AÇILIMIN’a ve PKAKA ya küfrediyor, lanet okuyor veya beddua ediyorlar.
 
Ülkemiz insanlarının birçoğu gibi bende bu olaya “duygusal insani tarafımla” eşlik ediyorum. O sırada bir şehit annesinin göklerin kapısını zorlayan, dilinden değil de adeta yüreğinden kopup gelen “bedduası” kulaklarımda çınlamaya ve beynimin içindeki kıvrımlara çarpa çarpa zihnimde tekrar etmeye başlıyor.
“Sizinde yuvanız başınıza yıkılsın”
“Sizinde yuvanız başınıza yıkılsın”
“Sizinde yuvanız başınıza yıkılsın”
Bu bedduayı ilk duyduğum anda kendi kendime “eyvah” dedim ve o an bende film koptu.
 
Şehitlerimizin acının yerini, (şehit annesinin yüreklerimizi yakan ve daha da önemlisi Gayretullah’ı harekete geçireceğini düşündüğüm bu beddua nedeniyle) o bölgede yaşanacak bir “felaketin” sonrasında ortaya çıkacak ayrışma, kamplaşma, fikri, hatta fiili anlamdaki çatışmaların insanımıza yaşatacağı acılar aldı.
 
Çünkü biz inanlar biliyoruz ki zulme uğramış “mazlumun duası” ile evladı şehit edilmiş, acılar içerisinde kıvranan bir “annenin” dudaklarından dökülen “beddua” ile Allah arasında var olduğu düşünülen perdeler ortadan kalkar ve talep direkt Allah’a (cc) ulaşır.
 
Bize öğretilene göre de adalet sahibi olan Allah (cc) de bu talepleri asla ve asla geri çevirmez.
 
Depremini duyduğumda aklıma ilk gelen şehit annesinin o bedduası oldu. Van da yaşanan bu deprem veya bölgede bundan sonrasında yaşanacak toplumsal boyuttaki felaketler bu veya benzeri bedduaların sonucudur demek istemiyorum, ama bu beddua dan sonra böyle bir depremin yaşanması insanın beyninin tamamlama ve yaşananları  ilişkilendirme özelliğinden ötürü ister istemez iki olay arasında bağlantı kurulmasına neden oluyor.
 
Gönül ister ki bu konuda yanılayım ve mahcup olayım. Maalesef görünen köy kılavuz istemiyor.
 
İçinde bulunduğumuz süreç bizi insanlarımız arasında ki kırılmaların daha da derinleştiği, safların ayrıştığı, hatta cepheleşmelerin oluştuğu; insanımızın birbirlerini, doğulu-batılı, olarak yaftaladığı, bu sürecin sonunda da yaftalamanın (hiç arzu etmediğimiz bir biçimde)  “hain Kürt - işbirlikçi Türk” şekline dönüşerek her T(K)ürk(t)’ü peşinen düşman veya dost kabul etme uçurumuna sürüklediği gün gibi ortada.
 
Bu denklem, çok zor bir denklem.
 
İçimizde bu denklemi çözecek ve ülkemizi bu prangadan kurtaracak bir babayiğit yok mu?
 
adminadmin