Fikir
Giriş Tarihi : 25-06-2017 10:33   Güncelleme : 25-06-2017 10:33

Başını örten kızlar felsefe bilmelidir!

​Kimdir başını örten kız, kime denir? Böyle birisi gerçekten var mıdır?

Başını örten kızlar felsefe bilmelidir!

Sualin veya suallerin en hafifinden cevabına felsefeye bulaşmaksızın ulaşabilecek zevatın alnını karışlarım. Biz fanilere en ağır donanımla verilen felsefî yaklaşımı tanımamış birinin başını örten kızdan bahis açması o konuşanı gülünç kılmaktan öteye geçmeyecek. Hayatımıza atfettiğimiz ehemmiyet hasebiyle merakımızı çeken şey başını örten kızın kimliği olunca felsefeden değilse bile ancak tarihten çıkarılabilir bir cevaba mahkûmuz. Acaba bir bilimsel açıklamayla işin altından kalkmamız mümkün değil midir? Hayır, XVII. Hıristiyan asrından itibaren bilim adını verdikleri meslek veya meşguliyet sahası aradığımız cevabı bulmamızda bize ne müspet veçhesiyle, ne de insanî hususiyetiyle yardımcı olabilecektir. Felsefeden ve tarihten hangi istifadeyi sağlayacağız? Ne yapıp da Peygamberimizin gösterdiği yola uyup agâh olacağız? Ahlâken maruz bırakıldığımız zaaf agâh olma cehdimiz üzerine perde çekebilir. Başını örten kızın kim olduğunu bizzat kendisinden başkası bilmez diye kestirip atma şansımız varsa, bu şansı kullanmaktan hiç geri durmayalım. Dünyanın neresindeki hangi kültüre mensubiyetle övünürsek övünelim dikkatimizi başını örten kıza bakan gözün tutturduğu seviyeye çevirme titizliği göstermeden hiçbir şeyi kavrayabilmemiz mümkün değil. Belli bir dönem ülkemizde askerlik hizmetine vatan borcu adını verenlerin başını örten kıza ne gözle baktıklarından belki bir şeyler çıkarabiliriz.  

Bizi biz yapan tarih zarfında felâketimize sebep olan şunu akıldan çıkarmamızdır: Allah Müslümanları başka hiçbir sebeple değil, sadece dünyayı kâfirlerin başına yıksınlar diye yarattı. Sebep bu olmasaydı ne Hicret ve akabinde Fetih vuku bulur, ne de bizim beş vakit ezanımız olurdu. Müslüman isek bir rütbeye, bir yükselişe ancak yaradılış gayemize sadakatle ulaşabileceğiz. Şimdiye kadar Müslümanların kâfirleri çıkmaza sokması, çaresiz bırakması, onları dünyaya geldiklerine pişman etmesi iki safha geçirdi: Birinci safha Tebük Seferi’nin hemen ertesinden Haçlı Seferleri başlangıcına kadar geçen zaman müddetince idrak edilmiş safhadır. İkinci safhayı Allah’ın Türklere bir vatan nasip edişi açtı. Benim kanaatimce vacip olan ikinci safhayı adlandırmak için Türk Düzeni tabirini kullanmağı münasip bulmamızdır. Türk Düzeni yerküre üzerinde tamı tamına beş yüz sene kaim oldu. Türklerin tüm dünyaya şanla, şerefle tanıttığı düzenin başlangıç tarihi Malazgirt zaferidir. İnebahtı hezimetiyle Türk Düzeni nihayete erdi. Başını örten kızlar felsefe bilmelidir deyişimiz kâfirlerin başlarına iki kez yıkılan dünyayı nasıl Yeni Çağ ve modernlik kisvesiyle bir daha ihya ettikleri vakıasının ancak felsefeyi hakkıyla bilenlerin anlayabileceği bir husus oluşundan dolayıdır. Gün olur da başını örten kızlar felsefe bilecek olursa onlarla üçüncü Müslüman hâkimiyeti safhasının habercileri olarak tanışmamız mümkün olabilir. Tersi de olabilir. Belki de Müslümanlar olarak bizleri ilk iki safhaya gölge düşürmek, ilk iki safhayı kıymetten düşürmek kastıyla başını örten kızların hışmı bekliyordur. 

Gerek modernlik öncesi, gerekse sonrasında hayatımıza baskın çıkan avutucu yalanlar var. Yalanlarla avunmak dünyayı cennet kabilinden algılama rahatlığı veriyor.  Her birimiz hayatımızda gerçeklerin tedirginlik verici bir yer tuttuğunu bildiğimiz kadar gerçeklere sahip çıkmada nasıl çekinik kalındığını da hepimiz biliyoruz. Avutucu yalanları geri plana çekip tedirginlik veren gerçeği öne alma marifeti her insana nasip değil. Güzellik, iyilik, doğruluk, dürüstlük elimize ancak bir bedel karşılığı geçebiliyor. Felsefeden kaçıp araziye, yani genel geçer ortama uyarak ne iyi, ne doğru, ne de dürüst olunabilir. Kılavuzu karga olanın burnunun neden kurtulmayacağı malumdur. Hangi körle yatarsak yatalım şaşı kalkan yine biz olacağız. Her şaşı bakışlı kimsenin yön bakımından tereddütte bırakıldığından da şüphemiz olmasın. Vahim olan vuku bulmuş, olan olmuştur bir kere. Körle yatmışlığımızı izale edemeyiz; lâkin şaşılıktan kurtulmağa dua edip etmemek tercihimize bırakılmış.  

Yön ne ola ki? Kur’an-ı Kerim cihetince kendisine hiçbir müspet sıfat yakıştırılmayıp acelecilikle, cahillikle, cimrilikle itham edilen insanın dünyada oyalandığı saat boyunca hususen benimsediği yön nedir? Bir insana her hangi bir şekilde tanrısallığın, ilâhiyatın, şeriatın geçerli olup olmadığı suali mi yön veriyor? O insan yönünü ya bir Tanrı’nın veya tanrılardan herhangi birinin zamanlardan birinde dünyamızdan geçip geçmediği, şu güzelim dünyaya uğrayıp uğramadığı sualiyle mi tayin ediyor? Yoksa insan yalınca kendi yönünü Allah’tan gayrı tanrı olup olmadığı sualinden mi çıkarıyor?

Bu üç sualden birincisine takılmanız kendinizi Yahudilik içinde bulmanız demektir. Bu aynı zamanda başkasına belli edilsin veya edilmesin insan ömrünün Resulü Ekrem’i Musa aleyhisselâm katında kıyas ile geçeceğine işarettir. İkincisine takılırsanız takıntınızın tesellicisi Hıristiyanlıktır. Başkasına belli edin veya etmeyin ömrünüzün Resulü Ekrem’i İsa aleyhisselâm katında kıyas ile kutlu doğum eğlencesiyle geçeceği barizdir. Sonuncu sualin sizi İslâm’a takma ihtimali kuvvetle muhtemeldir. İşte o zaman Resulü Ekrem’in niçin resullerin ekremi olduğunu bilmekle mükellefsiniz. Halinizi mükellefiyetiniz tayin etmedikçe İslâm dairesinde kalamazsınız. Suallere sizin kendi aklınızla hazırladığınız cevapların hiçbir kıymeti harbiyesi yok. Şahsiyetinize damgayı vuracak olan bu üç sualden birine şöyle veya böyle cevap vermiş olmanız değildir. Şahsiyetinize mensubiyetiniz yani İslâm dairesinde kalıp kalmadığınız delil olacaktır. Mezkûr üç sualden hangisinin civarında iseniz o dine mensupsunuz. Verdiğiniz cevabın tarzıyla değil, cevap vermişliğinizle aidiyetinizi tayin edeceksiniz. Rabbinizle aidiyetiniz bitişiktir. Beni bunlardan hiçbiri ilgilendirmiyor derseniz, bilin ki, sizinle hiç kimse ilgilenmez. Boş yere bir ilgili aramayın. Nazınızı çekecek, nabzınızı tutacak bir muvazzaf anasından doğmadı. İlgisizliğiniz benim yazdıklarımla bağınızın kopmasına da sebep olsa gerek. Beni bu üç sualin hiçbiri ilgilendirmiyor derseniz bilhassa benim yazdıklarıma tamamen boş verin. Çünkü ben bir üst makamca fark edilmek, göze girmek için yazmadım, yazmıyorum. Kendi yazdıklarıma yalnızca benim dolu vermişliğim kifayet eder, el verir.

Sırası gelmişken, kendi yazdıklarımı okumaktan derin bir zevk aldığımı belirtmeliyim. Niçin mi zevk alıyorum? Çünkü onlar bir başkasının bana hitaben yazmasını beklediğim şeylerden başkaları değildir. Şu kadarı gönül yıkıcı ki, benim buraya veya bir başka yere bir şeyler karalamam bahis konusu olduğu zaman istediğim şeyleri yazma rahatlığı içinde hareket etmiyor, edemiyor, sadece yazılmazsa yazık olacak şeyleri kayda geçiriyorum. Bu, başından beri böyle miydi? Hayır, başında vakıa tam tersi şekilde tezahür etti.

Yazma işine heves ettiğim günlerde benden başka herkesin yapmak istediğini yaptığı zannına kapılmış olmam bende bilhassa yazma isteği uyandırmış, yapmak istediğini yapanlar arasına katılma isteği duymuştum. Ne yaptığımı baştan beri biliyor muydum? Hem evettir bu sorunun cevabı, hem hayır. Şairin bir icra sanatçısı olmadığını başından beri biliyordum. Başında şairin hiçbir meslek sahibinin kaldıramayacağı bir yükün altına girdiğini ise bilmiyordum. Başını örten kızın bileceğini öngördüğümüz felsefenin benim yazdıklarımla Türk vatanı dolayımından geçerek sıkı bir irtibatı var; fakat tehafütle,  tehafütler münakaşasıyla bir alakası yok. Olmasına imkân da yok. Zira elimizden felsefeye gerek duymaksızın, giderek felsefeyi takbih yoluyla tefekkür âleminde deveran etme imkânımız yani yazımız alındı. Başını örten kız ise ortaya elimizden yazımızın alınmasının telâfi edilemez bir kayıp olduğunu fark etmemizin mâniası olarak çıktı.

İsmet Özel

http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr

 

adminadmin