Fikir
Giriş Tarihi : 02-12-2019 09:34   Güncelleme : 02-12-2019 09:34

​Hüzün Tâlimi Yapan Mum Olmak

​Hüzün Tâlimi Yapan Mum Olmak

Şairlerin büyük atası Fuzûlî’nin şiirlerini, Fuzûlî kudretince şerh eden Ali Yurtgezen hocanın hüzünle ilgili görüşleri, haddim olmasa da hâlime açıklık getirdiği için müracaat ettiğim önemli kaynaktır:

“Gurûb hüznün kesafet kazandığı bir zamandır ve gece karanlığının başlangıcıdır. Artık gece boyunca sevgiliyi görebilmenin ihtimali dahi söz konusu değildir. Gurûb vaktinin hüznü,  âşığın kalbinde âh hâline dönüşür. Gurûbun ihtar ettiği karanlıktan kurtulup hakikati görmek için de, ışığa ihtiyaç vardır. Işık insandadır, zira insan mum misâlidir. Mumun yanan fitili gönül yahut ruh, yanınca eriyen dış kısmı nefs yahut bedendir. Hakikati bulmak için mumu yakmak, yâni Hak âşığı olmak gerek. Bu mânada âşık mum gibi erir. Mum yanarken çıkan ince uzun duman âşıkın ‘âh’ıdır ve yandığına delalet eder.” (Fuzûlî’nin Musammat Gazelini Şerh Denemesi, s.7-8-9)

Derûnumdaki hüzne işaret eden bu şerhten anladığım şudur: Görmenin imkânı kalmadığı ân olarak gurûb vaktinin hüznüdür âcizane bendeki. Bundan ötesi haddim değil ve bu mertebeden yukarı çıkacak ilmî ve irfanî gücüm yok. Gurûb vakti hüznünün girdabında “ah” etmeye tiryakiyim. Vuslatı tamamlanmayan bu merhalede kalmayı seviyorum. Vecd ile yaşadığım tam da budur.

Hüzün şifadır             

Bu “hâl”, derûnumda mumun yanma iştiyakı, çabası ve yanmaya niyetli hâlidir. Mum yanar ve arzusuna kavuşur mu? Allah bilir. Şimdilik yanmak için “âh” tâlimi yapan mum mertebesinde olmayı arzu ediyorum. Bu şerhin beyan ettikleri fakir için bir saadettir. Şerhteki şu ifadeler hâlime işaret etti ve hüzünle güçlenen kalbimi ziyadesiyle pekiştirdi:

“Gam, aşığın gıdasıdır. (...) Gam ve keder aşkın iktizasıdır. Gam çekmemek, ızdırap duymamak aşksızlığın, aşkın kifayetsizliğinin belirtisidir. Asıl korkulacak hal de budur. (...) Gam yemek, gam talep etmek, ‘can mumumu yandır, gönlümdeki aşkı ateşle’ teklifi olarak anlaşılabilir. (...) Gelen cefa bile olsa, evvela Sevgilinin alâkasının, kendisini farkettiğinin bir işaretidir. Allah sevdiği kuluna sıkıntı verir. Zira ‘gam’ nakittir. Beden mahbesindeki rûhu azad edip aslına kavuşturmak için ödenecek ‘bedel’, gam nakdi biriktirilerek kazanılır. Izdıraba katlanmadan maddeyi ve nefsi aşmanın yolu yoktur.” (a.g.e, s. 12-13-14)

Bu ifadeler tâlib olduğum hâl’i (hüznü) bütünüyle işaret ediyor ki, “bedelimin”  karşılığı olan “gam nakdini” biriktirmek ve ödemek için en muhataralı hüzünlerle tâlim yapmaya hazırım. İnşallah, gam’ım, “yanmayan bir gönlün gam’ı” değildir.

Hüzün vehbî hâllerdendir

Onun hüzün târifi, bu “hâl”in ârizî olmayıp, “vehbî bir hâl” olduğunu gösteriyor: “Dünyâ gurbetinin farkında olması gereken Müslümanın şiarıdır hüzün. Asil bir duygudur; çünkü fark etme şuurunun, dolayısıyla asl'ı hatırlamanın bir nişanesidir”

Bu satırları okuduktan sonra, âcizâne hüzünden maksadımın melankoli, buhranlı duygu yoğunlaşması ve dünyâlık dertlerden mürekkep bir kasvet, yâni “kesbî bir hâl” değil, “vehbî bir hâl” olduğuna kanaatim sağlamlaştı.

Ali Yurtgezen hocanın “Hâlimiz Vaktimiz Yerinde mi?” yazısında da insanın yaşadığı hüznün iki türlü, yâni vehbî ve kesbî olabileceği anlatılıyor. Bu yazıya göre, âciz kanaatimce hüznümün maddî bir elem olmadığını anladım:

“Muhabbet, aşk, şevk, vecd, huşû, istiğrak, hüzün, havf, recâ, dehşet, hayret, sekr, sahv gibi hissiyatın hâl mi yoksa makam mı olduğu, hâl’in nerde bitip makam’ın nerde başladığı, hâlde devamlılık şartı aranıp aranmayacağı gibi meseleler tarikatlere göre değişse de ‘hâl’ üzerinde ittifak edilen hususlar daha fazla. Bunlardan birincisi, hâl’in kesbî değil, vehbî olduğudur. Cenab-ı Hakk’ın, istediği kuluna bahşiş ve mevâhib nev’indendir. (...) İkincisi, bir his veya buna bağlı davranışın Rabbanî bir varidât olup olmadığı, ancak mürşid-i kâmil mihengiyle anlaşılır. Kalbe varid olan ilhâmat, nefsten veya şeytandan da neş’et edebilir. Hâlin mahiyetini tayin için de iktizası için de mürşidin murakebesi şarttır. Hâl ilâhî bir lütuf olsa dahi sâlikin dengesini bozup ayağını kaydırabilir.” (Semerkand Dergisi, Haziran 2005) 

Hüzün ruhu inceltir

Demek ki hüznü derûnuna ve hayatlarına dâhil edenler, bir ehl-i irfanın mânevî rehberliğine tâbi olmaları gerekiyor. Bir irfân sahibinin sözlerinden hatırladığım kadarıyla, “hüzün bir imkândır aslında. Yerinde kullanan kimsenin ruhunu inceltir, ona iç derinlik ve bilgelik kazandırır. Ancak melankoliye dönüşür ve müzminleşirse, bir hastalık hâlini alır ki, denge ve tevekkül terkibinden uzaklaşma tehlikesi baş gösterir.” 

“Ben gam (hüzün) meclisinin neyi’yim”

Ağır hüzünkârlardan Hazret-i Fuzûlî’nin şiirlerinde en çok ulvî hüzün duygusu işlenmiştir? O, Tek olan Sevgili’ye ulaşmak için sürekli hüznü yaşar ve hüzün diliyle meramını anlatır. Kavuşmayı, neş’eyi aramaz. Şiirlerinde en çok geçen kelimeler, âh, hicran, ağlamak, gam, cevr ü cefâ ve kederdir. Fuzûlî, “Sevgili” için “Su” gibi olmuş, “Hâk-i payi’ne yüz sürmek” istemiş, “başını taştan taştan vurup akan su” gibi Sevgili Rabbine en hüzünlü kelimeleriyle münâcât da bulunmuş. Onun, “Ya ver bana mihnetimce tâkat / Ya tâkatim olduğunca mihnet” arzusu üstüne her mümin düşünmelidir.

Şerhinden anladığım şudur: Ya çektiğim sıkıntılara göre bana güç ver / Ya gücüm yettiği kadar sıkıntı, yâni hüzün ver… Bununla yetinmiyor, hüznün daha fazlasını istiyor “Sevgili” den: “Ey ay yüzlü Sevgilim / Ben gam (hüzün) meclisinin bir neyi’yim; ateşe yanmış kuru vücudumda arzudan başka ne bulursan yele ver.”

Kalbi olan için vehbî hüzün böylesine değerlidir! Modern ruhsuzluğa, kahkahaya, kabalığa karşı mânevî hüzne sarılmanın zamanı bugün.

Ahmet DOĞAN

adminadmin