İnsanın iç yapısında biri hayrı ve takvâyı, diğeri şerri ve isyânı emreden iki zıt kutup vardır.
Herkes, bir ömür bu iki zıt kutbun çatışmalarıyla hâl ve gidişatına istikâmet vermektedir. Dengeyi kuranlar, itidali yakalayanlar melekî yönünü güçlendirmeye, Hakk’ın istediği kıvamda kul olmaya gayret ederken; Sırat-ı Müstakîmden sapanlar olarak nitelendirilenler Fücûru yayarlar. Kimisi farkındadır bunun kimisi değildir. Kimisi Hakkın istediği kul olma gayretindedir, kimisi Hakkın yarattığı fıtratla savaş halindedir. Bu mücadele kıyamet vaktine kadar hep böyle sürecektir.
Kulun hayatında takvâ galip geldiğinde, sâlih amellere ve güzel ahlâka yönelmekte; aksine fücûr galip geldiğinde ise türlü günahlara ve ahlâksızlıklara düşmektedir.
Şems Sûresi’nin 8. Ayetinde buyurulur ki:
“(Allah,) ona (yani insana) fücûru da takvâyı da ilham etmiştir.”
Hazret-i Mevlânâ der ki:
“Ey Hak yolcusu! Mûsâ da Firavun da senin varlığında mevcuttur. Bu iki hasmı kendinde araman gerekir!..”
“Vahyin ışığında aydınlan ki, sendeki Mûsâ, sendeki Firavun’a gâlip gelsin!”
….
İnsan sosyal bir varlık olarak içinde bulunduğu ortamdan gerek pozitif gerek negatif yönde etkilenir. Birey olarak hayatın akışında muhatap olduğu insanlarla karşılıklı katkılarla yoluna devam eder.
Şefkat barınağı anne ile başlar bu yolculuk. İyiyi kötüyü, doğruyu yanlışı, ilgiyi, sevgiyi, şefkati, ikazları hep aile tedrisatında en derininden hisseder.
Çocuk anne karnında oluşur sonra doğar, birinci yaşa kadar içine doğduğu ailenin evinde mevcut ilişkilerin içinde varlığını hissettiremez. İlk ayları her şeyi ağzıyla yoklayarak anlamlandırmayla ve tanımlamayla geçer. Birey olarak hayatla ilk ilişkisi burada başlar. Emekleme ve ilk yürüme evrelerinde artık kendi varlığını ve çevresinin varlığını hissetmeye başlar.
Fıtrat kodlarımızda hayrı ve şerri yaratan Rabbimiz bunu ilk olarak ailemizde sonra çevremizdekilerde bizlere gösterir. İlk yıllar hesap kaydımız tutulmaz, ergenlikle başlayan süreçte artık tercihlerimizle başbaşa kalırız.
Bizleri hayata hazırlayan ebeveynlerimiz ve tedrisatından geçtiğimiz öğretmenlerimiz, hocalarımız, yakın çevremiz ektiği tohumlarla bizleri o güne hazırlamıştır. Bundan sonraki yolu onların içinde fakat onlardan bağımsız yürümek durumundayız, zira artık yetişkinliğe adım atmışızdır.
….
Sevdiklerimiz, bizlerin yarınlarını şekillendirecektir.
“Sevgi kılıç gibidir, yavaş yavaş yaralar.” İnsan olarak bizler için ilk sevgi nesnesi annesi ile başlar. Sevgiyi onunla öğrenir ilk sevgiyi ona duyarız. Yetişkin birey olma yolunda adım adım ilerlerken farklı kişi ve kişiliklerle tanışmaya, onlarla aynı hayatı yaşamaya ailemizle birlikte başlarız.
Birey anne dışında sevgi açlığını gidermek istediği kişi ile hayatı kesiştiğinde anne/çocuk ilişkisine benzer bir sürece dahil olmuştur.
Kendi benliğinin sınırlarını, muhataplarının sınırlarını zamanla öğrenmeye başlar.
İş hayatında, okul hayatında, sosyal çevresinde cinsiyet ayrımı yapmaksızın etkileşimde olduğu herkesle ebeveyn okulundaki sürece benzer süreçten mutlaka geçer.
“Sevgi, daima hissedene lütuftur.”
Temel düsturunu hayatına hayat kılan birey, hayatına dahil olan herkese bu yönünü açar. Her yaşın kendisine öğrettiği kazandırdığı deneyimlerle, kişiliğine uygun öteki bireylerle çevresini oluşturur.
Bilinç dışımızdan etkilenerek olumlu veya olumsuz deneyimleri hayatımıza çekiyoruz. Muhataplarımızın ailemizden birine benzediğini en derinden hissederek o deneyimi kendimize çekiyoruz. Ailemizde daha öncesinden deneyimlenmiş duygu durumları benimsediğimizde ona ruhumuzla yakınlaşmak istiyoruz.
Farkındalığı artmamış birey, atalarından kendisine sirayet eden deneyimleri hayatında görecektir.
Bilinçli bireyler bunu hayatına almaktan imtina edecek ve reddederek tersini daha şiddetli bir şekilde sahiplenecektir.
Geleneklerde boğulmamış, birey olarak Rabbimizin özel bir kulu olduğu bilincinde olan, fıtri olanı kabul eden, Takvâya, hakk ve hakikate uygun olanı hayatına alan kişiler bile isteye olumsuzlukları hayatına almayacaktır. Tersine artık hayatına dokunan her şeyi sorgulayacaktır. Takvâ süzgecinden geçirecektir.
Çevresinde gördüğü yaşamları derinlemesine inceleyerek, hayatının şöyle bir üstünden geçebilir;
Fiziksel olarak mı, ruhsal olarak mı benliği mi zarar gördü bunları sorgular?
Ailesinde bunu daha önce deneyimlemiş olan var mı?
Birey olarak ben bundan ne öğrenmeliyim?
Bu farkındalıkla, bu aymışlıkla o anlamı bulursa bundan sonra bir daha o fücûr yarasını almamakla ilgili daha kaliteli bir adım atmış olur.
“Rüzgarın deviremediği ağaç, köklerine daha sıkı tutunur.” sözündeki gibi imtihanlar içerisinde fıtri köklerine sıkı sıkıya bağlanan birey, her imtihandan sonra bambaşka kaliteli bir bireye dönüşür.
Öğrenme yolculuğu hayat boyu devam edecek madem; o zaman çevremiz ve yaşadıklarımızla öğreneceğimizi, onlarla büyüyeceğimizi, onlarla daha kaliteli yarınlara açılacağımızı unutmamalı.