İnsanoğlu, tüm imkanlar ayağına serilmesine rağmen doyumsuzluk duygusuyla nefsin arzuları peşinde, yoksunluk içinde yaşar.
Cennette yaşamla başlayan hayat yolculuğu, hikmetler dairesinde bir imtihanla dünya yolculuğunda devam eder.
Yaratıcının Eşref-i Mahlukat sıfatı addettiği insan, meleklerin kendisine secde ettirildiğini, daha ilk yaratılıştan itibaren ilahi desteği aldığını, yalnız olmadığını kainatın en kıymetlisi olduğunu, tüm yaratılmışların kendi emrine verilip hizmetkar kılındığını ne yazık ki çok çabuk unutur.
İnsan bu, içinde bulunduğu dünya hayatında, ötelere namzet benliğini adi bir cam parçası hükmünde olan dünya ve dünyalıklar peşinde hoyratça eritir, tüketir.
Kalbini tüketir mesela, iki sevginin bir arada barınamayacağını bile bile.. 'Nazargah-ı ilahidir o, kimsenin kalbini incitme' ikazını çabuk unutur..
Gençliğini tüketir mesela, lütfu ilahi ile kendisine takdim edilen enerjisini, muhabbetini, vaktini, dinç bir bedenini... Sonrasında kocaman pişmanlıklar yaşanılan ihtiyarlığa erince anlaşılan güzide değerleri...
İçindeki yaşam sevgisini tüketir, malayani peşinde koşarken..
'Rızam, onların rızasındadır' ilahi fermanına rağmen anne baba rızasını hoyratça tüketir.. İfrat ile tefrit arasında tutarsız ilişkilerle, vicdanını rahatlatmaya çalışan tutumlarıyla yakınlarında olsa da aslında uzak olan benliğiyle samimiyeti tüketir...
'Sizlere Allah'ın emanetidir' buyurulan eşini, evladını; ukbada yanında tutamayacak kadar hayatından koparmıştır.. Aynı çatının altında olmasına rağmen, aile efradından fersah fersah uzaklaşmıştır mesela.
Sahi, İslam'ın hakim olmadığı hayatında, haneye hayat sunabilir mi ki insan? Umut olabilir mi yarınlar için... Dizilere, magazinlere, süper liglere, sosyal hayattan kopartan sosyal medyaya kurban etmiştir huzuru..
Kardeşinin derdiyle dertlenmeyi fazilet sayan kaliteli yaşamın kıyısına uğramamıştır belki de. Nemelazım felsefesiyle konfor alanının dışına çıkma cesareti göstermeyip kardeşlik iddiasıyla caka satmıştır, hoyratça tüketmiştir kardeşlik bağını..
....
Geçecek, bu ömür gün gibi geçecek. Elimizde tutamadığımız gençliğimiz, duygularımız, tercihlerimiz hepsi geçecek.
Yarın tüm hayatımız ve hayatımızdakilerle bir bir yüzleşecek ve Hakimin kendisinin şahid olduğu mahkeme-i kübraya çıkacağız.
Kimin aşırı, kimin mutedil olduğunu hepimiz göreceğiz.
Tüm haklılık kavgaları o mahkemede bitecek.
Dünya hayatında Cennete layık görülme adına gösterilen samimi ve ihlâslı çabalar elbet karşılıksız kalmayacak.
Hakk ve hakikat çağrılarına kulak tıkayanlar da hakikat tellalları da yarınlar için hazırladığını hazır bulacak. Sunulacak bir bir herşey. Şükrünü eda ettiklerimiz de, heba ettiklerimiz de.. Nefsini kınayan da nefsini haklı çıkarmaya çalışan da Hakimler hakiminin huzurunda suspus olacak..
Yapılmayan vazifeler, kıymeti bilinmeyen değerler, sahip olduğumuz her nimet ve imkan yarın davacı olacak.
Ne mi kurtaracak bizi, tabii ki Rabbimizin hüsn-ü zan ile beklediğimiz merhameti!
Biz nefsimize zulmettik Rabbim. Sen bizi bağışlamaz, affetmezsen kimin kapısını çalacağız? Kime gidecek, kimden yardım isteyeceğiz.
Gece karanlık, Dünya balığı karanlık, ruhlarımız rahmet ikliminden uzakta karanlıklar içerisinde...
Arındır bizi, aydınlığa çıkar, yanan yüreklerimize sağanak sağanak rahmet yağmurunu gönder..
Âmîn, Âmîn, Âmîn...
Cevâhir Aydın / Küçük Dünyam