Kültür
Giriş Tarihi : 25-03-2018 10:00   Güncelleme : 25-03-2018 10:18

Helâller de Bellidir Haramlar da

Bilelim ki Allah kulunun günah işlemesini asla istemez. Hatta kulunu günahlardan kıskanır. Efendimiz (sav) bunu şöyle haber verir: “Hiç şüphesiz Yüce Allah kıskanır. Allah Tealâ’nın kıskanması, Allah’ın kuluna haram kıldığı şeyi kişinin işlemesidir.”(Buharî, nikâh 107)

Helâller de Bellidir Haramlar da

İşte yüce Rabbimizin merhameti…

İnsan, dünya hayatına gönderilen ve birçok farklılıklarla donatılan bir mahlûktur. O, gerekli bütün şartları da hazırlanarak, bu hayatta imtihana alınmıştır. Yüce Yaratıcı Allah (cc) onun için helal ve haramları belirtmiş ve onun dışına çıkmamasını emretmiştir. Bu arada şüpheli olanlar vardır ki hadis-i şerifte Peygamberimiz (sav) ikaz etmiştir:

Rasûlullah (sav), günahları bir koruluğa benzetmiş ve onlara yaklaşılmamasını istemiştir:

Nu’man b. Beşir (ra) rivayet ediyor: “Hz. Peygamber (sav): “Şurası muhakkak ki, haramlar apaçık bellidir, helaller de apaçık bellidir. Bu ikisi arasında (haram veya helal olduğu) şüpheli olanlar vardır. İnsanlardan çoğu bunları bilmez. Bu durumda, kim şüpheli şeylerden kaçınırsa, dinini de, ırzını da korumuş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse harama düşmüş olur; tıpkı koruluğun etrafında sürüsünü otlatan çoban gibi ki, her an koruluğa düşebilecek durumdadır. Haberiniz olsun, her melikin bir koruluğu vardır. Allah'ın koruluğu da haramlarıdır. Haberiniz olsun, cesette bir et parçası var ki, eğer o sağlıklı olursa cesedin tamamı sağlıklı olur, eğer o bozulursa, cesedin tamamı bozulur. Haberiniz olsun bu et parçası kalptir.” (Buharî, iman 39, büyû 2; Müslim, müsakat 107; Ebu Davud, büyû 3)

İnsan, dünya hayatında imtihan olunmaktadır. Yüce Rabbimiz bu gerçeği şöyle beyan buyurur:

“O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.” (67 Mülk 2)

İşte bu imtihanın gereği olarak insan, nefis ve şeytanla karşı karşıya gelir. Onlar insanı günahlara ve Allah yolundan saptırmaya gayret eder. Gazalî bu konuda nefsin şeytandan daha yaman olduğunu şöyle belirtir:

“Bil ki, kötülüğü emreden nefsin sana İblis’ten daha fazla düşman ve sana ondan daha çok zararlıdır. İblis’in sana güç getirmesi de nefsinin aracılığı ve onun gayr-i meşrû istek ve hevesleri sayesindedir. Onun için, nefsine karşı uyanık ve tetikte ol ve onun kendine mahsus hile ve oyunlarıyla seni aldatmasına fırsat verme. Bil ki, nefsin bütün davaları batıl, bütün istekleri tuzak, bütün telkinleri aldatmak ve saptırmaktan ibarettir. Nefsin gerçek durumu bu olduğu için, ona güvenip emirlerine uyarsan helak olursun; onu sorgulamaktan gafil kalırsan boğulursun, ona muhalefet etmekten âciz kalıp otoritesine boyun eğersen cehenneme gidersin.” (Gazalî, Kalplerin Keşfi, s. 29-30)

Bu gerçeği Cenab-ı Hakk şöyle belirtir:

“Şüphesiz ki nefis şiddetle kötülüğü emreder.” (12 Yusuf 53)

O halde insan bu manayı kavramalı, onun dünya ve şehvet isteklerine karşı uyanık olmalıdır.

Burada bir noktayı belirtmek gerekir. Pek tabiidir ki bizler ruh ve bedenden yaratılmışız. Ne melekler gibi tam ruhânî ve nurânî ve ne de sadece hayvanlar gibi, maddeden ibaretiz. Yani hem maddî bünyemizin ve hem de manevî yönümüz olan ruh dünyamızın ihtiyaçları vardır.

Bildiğimiz gibi İslâm orta yoldur. Bedeni düşündüğü gibi, ruhu da düşünür. Çünkü birinin ihmali dengeleri altüst edecek ve insan hayatını sıkıntıya sokacaktır. Zira insanın kendi ihtiyaçları olduğu gibi, kendisine bağlı olan insanların da ihtiyaçları vardır. Hiç kimse diğerini ihmal etmemelidir.

 Tabii bu, mü’min manevî yönünü ikinci plana bırakacak, onu ihmal edecek demek değildir. Asla böyle de olmayacaktır. Zaten Allah ve Rasûlü’nün koyduğu prensiplere uyulduğu zaman, îman ve ibadet hayatı daima birinci şıkta olur ve bu durum maddî hayatı da besleyici olur. Çünkü böylesine yaşayan mü’min, eşinin ve çocuklarının birer emanet olduğunu bilir. Onlardan sorumlu olduğunu düşünerek, maddî ve manevî hayatlarını ihmal etmez.

Bu noktadan hareketle nefsin meşrû isteklerine karşı çıkılmamalıdır. Bu konuda helal ve temiz kazançla yine helal olan şeylerden istifade etmek Allah’ın emridir. Ama tabii ki israftan da kaçınmak sûretiyle.

Nefsin dünyaya ve şehvete olan düşkünlüğü düşünülecek olursa, ona karşı insanın muhkem bir kale gibi olması gerekir. Yoksa şeytan da zaten nefsin yanında ya da arkasında onun en büyük destekçisi olduğu için, tehlikeler iyice artar ve insanı kuşatır.

Allah (cc) insana akıl vermiş, onu başıboş bırakmamıştır. Peygamberler ve kitaplar ışığında insan aklını kullanarak Rabbine yönelmeli ve ebedî olan âhiret yurdunu kazanmalıdır. Akıllı insan da budur. Yoksa aklı olduğu halde onu şehvet ve arzularının peşinde koşturan değildir. Hz. Mevlâna’nın tabiriyle böyle bir akıl, “bataklığa saplanmış merkebe benzer.”

Âyet-i kerîmelerde arınan ve arınmayan insana şöyle vurgu yapılır:

“Kendini arıtan saadete ermiştir. Kendini fenalıklara gömen kimse de ziyana uğramıştır.” (91 Şems 9-10)

ALLAH’IN YASAKLARI KIYAMET SABAHINA KADAR GEÇERLİDİR

Kâinat Allah’ındır. Ezelî ve ebedî ilim O’na aittir. O’nun ilmi her şeyi kuşatmıştır. Ezelden ebede dek, kullarının hangi hal ve durumda olacağını bilen de O’dur. İşte Kelâm-ı İlâhî Kur’an, bu gerçekler içerisinde indirilmiş olup, ancak bu gözle ona bakılmalıdır. Yoksa insan şaşkınlığa gider ve boşluğa düşer. Rabbimiz O’nun için şöyle buyurur:

“Muhakkak ki Kur'ân'ı Biz indirdik, onu koruyacak olan da Biz’iz.” (15 Hicr 9).

O halde, içki, zina, kumar, haksızlık, yalancılık ve diğer bütün yasaklar kıyamet gününe kadar haramdır. Yüce Allah ayetlerinde şöyle buyurur:

 “Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (16 Nahl 90)

“Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?” (5 Mâide 90-91)

Meselâ içki içen insan, onun verdiği sarhoşlukla diğer kötülüklere çok rahat bir şekilde meyleder. Çünkü hamr, aklı örten manasınadır. İçki ile insan, aklını örtmüştür ve onu kullanamaz hale getirmiştir. Kullanılmayan akıl ise şeytanın emrinde olur, o ne derse onu yapar. Allah korusun, eğer zinaya bir imkân varsa onu yapacak, yaralama ve öldürme adına bir şeyler varsa, onları uygulayacaktır. Bu arada ağızdan çıkan sözlerin artık bir ölçüsü yoktur. Gayrimeşrû ve abes sözleri böyle bir kimse, en yakınlarına bile söyler. İnancına ve nikâhına zarar getirecek cümleler çıkar ağzından.

Bunun için hadiste: “İçkiden uzak durun! İçki bütün kötülüklerin anasıdır,” buyrulur. (Nesai, eşribe 44)

“İçkinin bütün kötülüklerin anası” olduğunu görüyoruz gerçekten. Ama buna rağmen nice insanlar ya “medeniyet” aldatmacası, ya “erkeklik” havası ya da “efkârlanma” sevdasıyla bu mel’aneti içmektedirler. Tabii sonucunda da, Allah Rasûl’ünün bu mübarek sözleri kendisini gösteriyor.

Yine hadis-i şerifte; “İçki her kötülüğün anahtarıdır,” (İbn Mace, eşribe 1) buyrulmaktadır.

Az ya da çok sarhoş etme konusunda ise Efendimiz (sav) şöyle buyururlar:

Çoğu sarhoş eden şeyin azı da haramdır.” (Nesai, Eşribe 25 ).

İÇKİ VE ZİNA

İçki zinaya giden bir yoldur. Gerçi zinaya giden yollar da pek çoktur. Aslında önce yollar kapatılmalıdır.

İçerek aklını kaybeden bu insanlar, düşünme ve idrak etme melekesini kaybettiği için “küçük dağları ben yarattım”, havası içinde nice suçlar işliyor. Büyük felâketlere sebep oluyor. Bu yuvalarda huzur da olmuyor.

Nice cinayetler bununla işlenmiyor mu?

Nice yuvalar bununla yıkılmıyor mu?

Nice ırz ve namuslar bununla kirletilmiyor mu?

Ve nice hastalıklar da bundan kapılmıyor mu?

Cenab-ı Hakk şuur ve idrak versin bu insanlarımıza da, kurtulsunlar inşaallah.

O halde insan aklını örten, yani onu sarhoş eden her şey haramdır. Bu manadaki hadis-i şerif şöyledir:

Hz. Aişe (r.anha) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Sarhoşluk veren her içki haramdır.” (Buhari, Eşribe 4; Müslim, eşribe 67, 68)

Böylesine felaketlerle dolu olan bir maddenin oluşumunda emeği, katkısı ya da sermayesi bulunan, hatta hizmetkârı olan on sınıf insanın bizzat Allah Rasûlü (s.a.v.) tarafından lânetlendiğini görmekteyiz. Hadis-i şerifte şöyle buyrulur:

 Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (aleyhissalatû vesselâm) hamrla ilgili olarak on kişiye lanet etti: “(Hammaddesinden şarap yapmak maksadıyla) sıkana ve sıktırana, içene ve sâkilik yapana, (imalathâneden veya depodan, toptancıdan perakendeciye veya müstehlike kadar) taşıyana ve taşıtana, satana ve satın alana, bağışlayana, bunun parasını yiyene.” (Tirmizî, büyû 59; İbn-i Mâce, eşribe 6)

Cenab-ı Hakk’ın âyet-i kerîmede zikretmiş bulunduğu içki, kumar, tapınmak için dikilmiş olan putlar, bir şeyin hayırlı mı hayırsız mı olacağını tespit için çekilen fal okları, hep insan için felaket olan şeylerdir. İnsan sadece ve sadece Allah’a tapmalı, O’na ibadet etmeli, O’ndan yardım dilemelidir. Tıpkı Fatiha sûresinde dillendirdiğimiz duada olduğu gibi:

“(Rabbimiz!) Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız.” (1 Fatiha 5)

O’na hiçbir şeyi ortak koşmamalı, isteklerimizi sadece O’na arz etmeliyiz.

Zaman zaman hadislerde kıyamet alâmetlerinden bahsedilir. İçkiyi de içine alan bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur:

 “İlmin kaldırılıp cehaletin kökleşmesi, zinanın ortaya çıkması, şarabın içilmesi, kıyametin belirtilerindendir.”  (Buhari, ilim 21)

ALLAH’IN ADIYLA OKUMALI

Günümüzde yaygınlaşan onca günahı düşünecek olursak, gerçekten hayret ederiz. Giyim kuşamdan tutun da bütün bunlar ve nice haksız kazançlar…

Yavrularımızın edep ve hayâdan uzak yetişmeleri…

“Okumak” uğruna kaybedilen onca değerlerimiz…

Sonra da “çalışma” uğruna kaybedilen utanma duygumuz…

İçler acısı, ahlâktan yoksunlaşmış “üniversiteli”lerimiz…

Mehmed Akif’i hatırlıyoruz:

Hayâ sıyrılmış inmiş, öyle yüzsüzlük ki her yerde,

Ne çirkin yüzleri örtermiş, meğer o incecik perde. 

Tabii ki “anne” olmanın şeref ve haysiyetini düşünemeyen ve onu hep erteleyen kızlarımız… Eskiden yirmi yaşında “gelin olma çağı” yani anne adayı denirken şimdi hep gûya okumak ve sonra da çalışmak… Ya anne olmak! O nerelerde? Sonra da nüfusun pek tabii ki yaşlanması… Bu arada bir de hiç uğruna boşanan binlerce aile ve ortada kalan yavrular.

Avrupa’nın aynı şekilde neslinin tükendiğini çok iyi bildiğimiz halde niçin aynı yolda yürümekteyiz?

Eskiden bırakın bir köyü, bazı ilçelerimizde bile on beş yaşında bir kız çocuğunun açık bir şekilde dolaşmadığına şahit iken, şimdi artık köylerde bile aynı yaş ve üzerinin nasıl giyindiğini hepimiz bilmekteyiz.

O halde Milli Eğitim Bakanlığı yeniden düşünmeli. On iki yıllık mecburi eğitim ne getirdi, neler götürdü?

Öyleyse okumak Allah’ın adıyla ve O’nun emri üzere olmalıdır. Aksi halde fayda değil, zarar getirir. Zira Rabbimiz; “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (96 Alak 1) buyurur.

Nereye gidiyoruz acaba?

İşte haramlar!

Peygamber Efendimiz’in (sav) 14 küsur asır önce yaşayıp bize bıraktığı İslâm, haram ve helâl bütün hükümleriyle apaçık bir şekilde ortada dururken ve bugün onu hayata geçirme imkânı varken, acaba yarın Rabbimize ne cevap verebiliriz ki?

Allah (cc) encamımızı hayreylesin!

Muzaffer Dereli / Diriliş Postası

adminadmin