Kültür
Giriş Tarihi : 24-02-2019 13:00   Güncelleme : 24-02-2019 13:14

Tüketim Toplumu Üzerine

Gurbette olan ruh, çile çekmektedir. İnsan ruhuna göstermesi gereken ilgiyi nesnelere göstermektedir. Nesneler ve beden bir gün yok olacaktır. Ancak ruh ölümsüzdür. Ruhunu ıslah yolunu tutanlar muhakkak ki ahiret saadetine ulaşacaklardır.

Tüketim Toplumu Üzerine

Eserin müellifi Jean Baudrillard, Fransız felsefeci ve toplumbilimcidir. 1929 yılında Reims’te doğdu. Sorbonne Üniversitesi’nde Alman edebiyatı okudu. Bir lisede Almanca öğretmenliği yaparken, Nanterre Üniversitesi’nde doktorasını tamamladı. Ders ve konferanslar vermek üzere başta ABD ve Japonya olmak üzere dünyanın pek çok yerini ziyaret etti. Son yıllarda İsviçre’deki European Graduate School’da dersler verdi. İtalya, Meksika, Brezilya, Japonya, Türkiye gibi ülkelerde eserlerinin büyük bir bölümü tercüme edilmiştir.

Modern toplum üzerine çalışma yapan sosyologlar, çalışmalarında modern toplumun ortaya çıkardığı değişimleri ve değişimlerin beraberinde getirdiği sonuçları ele alırlar. Eserin müellifi Baudrillard, modern toplumun tahlilini “tüketim” üzerinden yapmıştır. Eserin birinci bölümüne “Nesnenin Biçimsel Litürjisi” adını vermiştir. “Litürji” kelimesini öyle gelişi güzel kullanmamıştır. Litürji kelimesi sözlük anlamı itibari ile Hristiyanlık’ta halka açık ibadetlerin nasıl yapılacağını belirleyen formlardır. Modern toplumda nesneye atfedilen değeri, litürji kelimesi ile ifade etmiştir. Geleneksel toplumlarda tüketim, nesnelerin değiş tokuşu veyahut nesneye karşı değerli bir madenin karşılık gelmesi şeklinde yapılırdı. İnsanlar, ihtiyaçları kadar harcama yaparlardı. Tüketimin amacı ihtiyaçların giderilmesiydi. Modern toplumda ise tüketim bir kültür hatta bir din hüviyetine bürünmüştür. Baudrillard da litürji kelimesini, tüketimin din hüviyetine bürünmesi ile ilişkilendirmiştir. Peki tüketim bir din midir? Tüketim bir din ise, bu dinin mensupları kimlerdir, ritüelleri nelerdir?  İşte eser tüm bu soruların cevapları üzerine bina olmuştur.

Geçtiğimiz günlerde “Black Friday” (Kara Cuma) adı verilen bir tüketim çılgınlığı yaşandı. İndirimler, kampanyalar ve reklamlarla insanların odakları bu güne çevrildi. Neden ismine Cuma adı verildi? Neden Cumartesi, Pazar değil de Cuma? Bu ismin konulmasında Müslümanların mübarek gününü lekeleme düşüncesinin yattığı açıktır. Ancak olayı başka bir pencereden ele almak gerekirse:

Allah, Cum’a Suresi’nde “Ey inananlar! Cuma günü namaz için ezan okunduğu zaman Allah’ı anmaya koşun; alım satımı bırakın; bilseniz, bu sizin için daha iyidir.” buyurmuştur. İşte bu “Black Friday” sapkınlığı, Allah’ın çağrısına karşı bir çağrıdır. Allah, o gün insanları huzuruna davet ederken,  tüketim dini de mensuplarını litürjiye yani tüketim dininin toplu ritüeli olan harcamaya davet etmektedir. Her batıl dinin düşmanı, hak din İslam olduğu gibi tüketim dininin düşmanı da İslam’dır. Böyle bir sapkınlık için Cuma gününün seçilmiş olması, asla tesadüf değildir.

Örnekten de anlaşılacağı üzere, Baudrillard’ın eserinde tüketimin değişen yapısına yapmış olduğu vurgu, hiç de yersiz değildir. Tüketim artık yalnızca ihtiyaçların giderilmesi değildir. Tüketim bir kültür, bir din hüviyetine bürünmüştür. İnsanlar yaptıkları tüketim sonucunda toplumda yer edinebilmektedirler. Bu yönüyle tüketim, toplumsal bir statü göstergesi haline gelmiştir. Marka giyinen, pahalı arabaya binen, eğlenceye daha fazla para ve zaman harcayabilen insan, modern toplumda statüsü yüksek insandır. Modern toplumda yer edinebilmek adına insanlar sistemli olarak tüketime yönlendirilmektedir. Bu yönlendirmenin birincil aktörü reklamlardır. İnsanları satın almaları yönünden cezbedebilmek adına reklamlar, zihinleri sürekli bombardımana tâbi tutmaktadır. Reklamlar tüketim toplumunun güdülenmesi açısından önemli bir yere sahiptir. Televizyonlar, internet siteleri, akıllı telefonlar, otobüs durakları, mağaza vitrinleri vb. her yer reklamlarla doludur. İnsan nereye baksa, nereye dönse, zihnine “tüketmen gerekiyor” mesajı verilmektedir. Ancak tüketerek, tüketim toplumunun bir ferdi olabilirsin. Ancak tüketerek toplumda bir statü elde edebilirsin.

Tüketim toplumunu ayakta tutan şey yoksulluk korkusudur. İnsanlar yoksul kalma korkusu ile sürekli para kazanmak için çalışırken kazandığı parayı ise bolluğu elde edebilmek adına harcamaktadır. Bolluk ise kitle iletişim araçları  eliyle sürekli kutsanmakta, bolluk içinde geçen hayata methiyeler düzülmektedir. Tüketim sistemi insanları sürekli bir bolluğun içine çekmeye çalışmaktadır. Ancak Baudrillard’a göre asıl bolluk modern toplumda değil geleneksel toplumlarda yaşanmaktadır.  Şöyle ki:

“Biz sadece bolluğun göstergelerine sahibiz. Devasa bir üretim aygıtının önünde yoksulluğun ve kıtlığın göstergelerinin peşinde koşuyoruz. Ama yoksulluk diyor Sahlins, ne mal miktarının düşük olmasına ne de basit anlamda amaçlarla araçlar arasındaki bir ilişkiye dayanır: Yoksulluk her şeyden önce insanlar arasındaki bir ilişkidir. İlkellerin güvenini yaratan ve açlıkta bile bolluğu yaşamalarını sağlayan nihayetinde toplumsal ilişkilerinin şeffaflığı ve karşılıklılığıdır. Bu nasıl olursa olsun, doğa, toprak, emek araçları ya da ürünlerinin tekelleştirilip değiş tokuşları engellememesi ve kıtlık getirmemesi olgusudur. Her zaman iktidarın kaynağı olan biriktirme de yoktur. Armağan ve simgesel değiş tokuş ekonomisinde mallar sürekli olarak birilerinden diğerlerine geçtiğinden düşük ve her zaman sınırlı bir mal miktarı genel bir zenginlik yaratmaya yeter. Zenginlik mallara değil, kişiler arasındaki somut değiş tokuşa dayanır.” (s. 77).

Baudrillard’a göre nesneyi, ve tüketimi elinde tutan, iktidarı da eline almış demektir. Hal böyle olunca bolluk ne kadar fazla olursa olsun, iktidarı elinde tutanlar ne kadar kullanmaya izin verirse, diğer insanlar ancak o kadar kullanabilirler. Geleneksel toplumlarda ise mal biriktirme yoktur. Herkes ihtiyacı kadar harcar, nesneyi bir iktidar unsuru olarak kullanmaz. Ayrıca insani ilişkilerin şeffaflığı neticesinde cemiyette güven duygusu doğar. Modern toplumda nesnel bolluktan söz edilse de hiç kimse kendini güvende hmez. Güvensizlik had safhadadır. İnsanlar güvensizlik içinde hayali bir nesnel bolluğun peşinde koşarlar.

Tüketim toplumu, gücünü hızdan almaktadır. Değişimin sürekliliği ve hızı, insanların bu hıza ayak uydurma çabaları daha fazla tüketimi beraberinde getirmektedir. İnsan kullanımına sunulan  nesneler, yenisi çıktığında cazibesini kaybetmektedir. Değiştirilmeyen ve tüketime feda edilmeyen her nesne, eskimiştir. Yerine yenisinin koyulması zorunludur. Tüketim toplumunda değeriniz, ortaya koyduğunuz fikir, sanat nisbetinde değil değişim hızına ne kadar ayak uydurduğunuz ile ölçülmektedir. Değişimin gereklerini yerine getirebildiğiniz ölçüde değerlisinizdir. Değişime karşı duran, tüketim çarkına çomak sokan, ihtiyacı kadar harcama yapan insanlar, tüketim toplumu tarafından ötekileştirilir ve değersizleştirilir.

Modern toplumun bir diğer tüketim nesnesi, metalaşan bedendir. Bedene bir kutsiyet atfedilmekte, cinsel bir obje olarak sunulmaktadır. Erkekler tarafından arzulanan bir kadın bedeni ya da kadınlar tarafından çekici bulunan erkek bedeni, tüketim toplumunun bir diğer statü göstergesidir. Bedenin daha çekici kılınması adına yapılan harcamalar her geçen gün artmaktadır. Beden üzerinden oynanan bu oyun daha çok kadınlar üzerinde etkisini göstermektedir. “Güzellik kadın için mutlak, dinsel bir buyruğa dönüştü. Güzel olmak ne doğa vergisi ne de ahlaki niteliklere bir ektir. Ruhlarına olduğu gibi yüzlerine ve hatlarına özen gösterenlerin, temel buyrukçu niteliğidir. Güzel olmak iş dünyasındaki başarı gibi, beden düzeyinde seçilmiş olma göstergesidir.” (s. 168). “Tüketim toplumu içinde kadınlar, güzel ve çekici olmaya zorlanmaktadırlar. Çekiciliğin artırılması adına birçok kozmetik ürün, makyaj malzemesi, cerrahi müdahaleler türetilmiştir. Diğer nesneler gibi, kadın bedeni de tüketim çarkının bir dişlisi  haline gelmiştir. Güzellik sattırır. Cinsellik sattırır. Üretimci amaçlar adına rasyonel olarak sömürülebilmesi için bedenin özgürleşmesi, özgürlüğüne kavuşması gerekir.” (sf. 172). Ayrıca çalışan ve üreten kadın, kitle iletişim araçları ile yüceltilmiş, kadının aileden koparılması sağlanmıştır. Çalışmayan, gayri safi milli hasılaya katkı sağlamayan kadınlar dışlanmaktadır. Ev hanımlığı bir meslek değildir. Kadının ailesine ayırdığı zamanın, evlat yetiştirmesinin, toplumun temelini oluşturan ailenin merkezinde olmasının rasyonel bir karşılığı yoktur. Böyle olunca evde oturan kadının tüketim toplumuna bir getirisi olmaz. Tüketim toplumu içinde kadın, mutlaka çalışmalı, ailesine ayıracağı zamanı, kazanarak, harcayarak ve bedenini güzelleştirerek geçirmelidir.

Tüm bunların ışığında toparlamak gerekirse: Baudrillard, eserin sonuç bölümünde tüketim toplumunu şeytanla anlaşma olarak nitelemektedir. Şeytanla anlaşan modern toplumun fertleri artık gerçekleri göremez vaziyettedir. Tüketimin ve bolluğun büyüsüne kapılan insan, asli görevlerini unutmuştur. İnsanın asli görevi nesneleri kutsallaştırmak değil, ruhunu ıslah etmektir. Bu hususta Evliya’dan bir zat şöyle buyurmuştur:“Ruhun mayası arşın nurundandır, bedenin mayası topraktandır. O yüzden bizim cismimiz, bedenimiz vatanındadır. Ruh gurbettedir.” Bu hikmet ölçüsünden hareketle, gurbette olana ehemmiyet göstermek gerekir. Gurbette olan ruh, çile çekmektedir. İnsan ruhuna göstermesi gereken ilgiyi nesnelere göstermektedir. Nesneler ve beden bir gün yok olacaktır. Ancak ruh ölümsüzdür. Ruhunu ıslah yolunu tutanlar muhakkak ki ahiret saadetine ulaşacaklardır.

Muhammed Yılmaz

Aylık Dergisi 172. Sayı

adminadmin