Güncel
Giriş Tarihi : 24-02-2022 10:43   Güncelleme : 24-02-2022 10:43

Başyücelik Devleti’nde Kredileşme Ve Faiz Meselesi

“İdeolocya Örgüsü”nün “Başyücelik Emirleri – Faiz” başlıklı bölümünde belirtildiği üzere faiz, Büyük Doğu cemiyetinde her şekliyle mutlak olarak yasaktır:

Başyücelik Devleti’nde Kredileşme Ve Faiz Meselesi

“Resmî ve hususî hiçbir faize, faiz mefhumuna, uzaktan ve yakından faize benzer hiçbir fiile, devlet ve idare telakkimizin tahammül etmesine imkân mevcut değildir. (…) Bu mutlak yasak, resmî ve hususî her fiil halinde faiz mefhumunu, bütün iktisadî, içtimaî ve idarî hayattan topyekûn tasfiye edecektir. (…) Faiz yasağı cemiyetin her muamelesine teşmil edilecek, devlet idaresinin bütün ruhuna hâkim kılınacak, ticaret hayatına mutlak olarak tatbik olunacak ve bu yasağa karşı en küçük hareket, ana dâvaya ihanet suçuyla cezalandırılacaktır.” (s. 294-296).

Mademki müstakbel İslâm İnkılâbı bütün çeşitleriyle faizi ilgâ etmekte, şu halde toplumun ve iş âleminin çeşitli ihtiyaçları için lazım gelen kredileşme ve finansman meselesine Başyücelik İktisat Sistemi nasıl bir çözüm getirecektir?.. Çapımızı aşan ve mutlaka ekip çalışmasını gerektiren bu meseleyi çözme iddiasıyla değil, belki giriş mahiyetinde ele alacağız; dolayısıyla mevzu ile alâkadar gönüldaşların tenkid ve tekliflerine açığız…

Finansman ve Krediye Dair

İktisadî birimler, yani kişiler, kuruluşlar ve devlet bir taraftan mal ve hizmet üretmek suretiyle gelir sağlarlarken diğer taraftan ihtiyaçlarına binaen harcamada bulunurlar. Belli bir dönemde gelirleri ile harcamaları denk olan birimler açısından mesele yoktur. İhtiyaç duydukları harcamaları kendi öz kaynak-gelirlerinden karşıladıklarından (ki buna “kendi kendini finansman” denilir), onlar için hariçten fon temin etmek sözkonusu değildir. Bu “denk bütçe” sahiplerine mukabil, iktisadî hayatta, birimlerden bir kısmının gelirlerinin harcamalarından, diğer kısmının ise harcamalarının gelirlerinden fazla olduğu görülür. İşte iktisadî faaliyetin en önemli unsurlarından olan finansman, bu bir taraftaki fazlalığın diğer taraftaki açığa transfer edilmesi olayıdır. Peki bu transfer nasıl gerçekleştirilecektir?.. Bunun bilinen iki yöntemi vardır ki, birincisi tarafların kredileşmesi, diğeri ortaklığa gitmesidir…

Kredileşmek, “zaman içinde mübadele” yapmaktır. Bir mübadele muamelesinin içine zaman girdiği andan itibaren o muamelede kredi vardır. Hazır bir malın-paranın müstakbel bir mal-para ile mübadelesi; veya müddetli mübadele; veya muahharan ödenmesi taahhüt edilen avans-ödünç; veya sermayenin kullanılmak üzere muvakkaten transferi, bütün bunlar kredileşmenin çeşitli şekilleridir. Buna göre her türlü ödünç ile, İslâm’ın meşru saydığı “bedel peşin mal veresiye” mübadelesi ve “mal veresiye bedel peşin” mübadelesi (ki, bu selem’dir), kredi kapsamına girmektedir. Ayrıca mudarebe ortaklığında sermaye muvakkaten verildiği için onu da krediye dahil edebiliriz… Ortaklık yöntemiyle finansmanın usulü ise bütçesi açık veren iktisadî birimlerin, fazla veren birimlerle doğrudan ortaklığa gitmeleridir…

Âtıl fonlar-tasarrufların, yani iktisadî birimlerin elde ettikleri gelirlerinden harcamadıkları kısmı, gerek kredileşme gerekse ortaklığa gitme yöntemiyle bütçesi açık veren iktisadî birimlere (müteşebbislere-yatırımcılara) transfer edilmesinin iktisadî bakımdan birçok müsbet yönü vardır. Bu yöntemlerle ekonomideki âtıl ve dağınık fonlara seyyaliyet kazandırılır ve böylece iktisadî faaliyetlerin genişlemesi ve potansiyelin verimli bir şekilde kullanılması imkanı doğar. Bununla birlikte gerek vade ve gerekse vade uyuşmazlığı sebebiyle âtıl tutulmak istenen veya verimli bir şekilde kullanılamayan küçük tasarrufların büyük yatırımları finanse edecek hale gelmesi sağlanmış olur; bu suretle iktisadî kalkınmanın zorunlu şartı olan “sermaye birikimi” gerçekleşir…

Âtıl fonların ekonomiye kazandırılmasının öneminden dolayı, kapitalist sistemler fon sahiplerini faiz ve kısmen kâr payı ile teşvik eder-ödüllendirirken, Büyük Doğu’da sadece kâr payı ödül olarak kullanılır. Bununla birlikte âtıl sermayeyi yatırıma sevk için zekat müessesesi de önemli bir fonksiyon üstlenir. Zira işletilmeden biriktirilen sermayenin zekat miktarı nisbetinde her yıl tedricen azalacağı gözönünde tutulursa, zekat zorunluluğunun sermayenin âtıl tutulması temayülünü frenleyeceği ve yatırıma sevkini sağlayacağı beklenir. Nihayet müslümanlara has “manevî saik”in de âtıl fonların transferinde önemli bir yeri olmak gerekir. Bu saikle, âtıl sermaye, sahipleri tarafından hiçbir menfaat beklenmeksizin “işe yarasın şevki” ve “yardım zevki”yle sırf Allah rızası için ihtiyaç sahiplerine “güzel ödünç-faizsiz kredi” şeklinde verilebilir.

Fon arz edenler ile fon talep edenler geçmiş yüzyıllarda daha ziyade doğrudan, kısmen de araya giren üçüncü kişi (sarraf, banker) veya kuruluş (tapınaklar) vasıtasıyla kredileşirlerdi. Ama iktisadî yapının gittikçe karmaşık bir hal alması sebebiyle, tarafların doğrudan muhatab olmaları yerini üçüncü kişi-kuruluşların tavassut-aracılığına terketmiştir… Bu aracılar ülkenin “malî kesimi”ni oluştururlar.

Malî kesim, bir ekonomide iktisadî faaliyetlerin finansmanında rol oynayan tüm aracı kuruluşları kapsar ki, bellibaşlıları Merkez Bankası, mevduat ve ticaret bankaları, kalkınma ve yatırım bankaları, sigorta ve sosyal güvenlik kuruluşları ile kredi sandıkları ve kooperatifleridir. Fon transferini organize eden bu aracıların yapıları ve işleyişleri aşağıda ele alınacaktır; ondan önce mevzuumuz ile ilgili bazı kavramlara değineceğiz:

Mudarebe Şirketi: Hanefîlere göre mudarebe, “bir taraftan sermaye diğer taraftan emek olmak üzere kâr üzerinde yapılan bir anlaşmadır.” Buna “emek-sermaye” veya “müteşebbis-sermayedar ortaklığı” da denir… Kâr paylaşım nisbeti mutlaka sözleşme yapılırken tesbit edilir. Elde edilecek kârın, yarısı sermayedarın yarısı müteşebbisin (mudaribin) olmak üzere anlaşılması gibi. Sermayedar açısından kârı meşru kılan sermayesini riske sokması, mudarib açısından ise emek sarfetmesidir. Dönem sonunda kâr elde edilemez veya zarar olursa bu zarar, şayet mudaribin kasıtlı davranışından doğmamış ise sermaye sahibine aittir; mudarib onu tazmin etmez. Mudaribe zarara ortak olma şartı koşulamaz, koşulmuş ise hukuk tarafından tanınmaz. Zarar halinde mudaribin zararı emeğinin boşa gitmiş olmasıdır… Sermaye veren, mudaribin sermayeyi işletmesi hususunda bir kayıt koymaz ve ona tam selahiyet verirse buna “mutlak mudarebe” denilir; sadece kâr taksim oranı ile mudarebenin süresini tesbit etmekle yetinilir. Buna karşılık sermaye sadece şu sektörde veya şu bölgede çalıştırılacak gibi bazı tahdit edici şartlar ile sözleşme yapılırsa buna da “mukayyet-şartlı mudarebe” denilir… Müteşebbis mudarebe sermayesini bizzat kendisi işletebileceği gibi bir başka müteşebbise de mudarebe yoluyla verebilir. Bu durumda “katlı mudarebe” doğmuş olur ki, ilk mudarebe ortaklığına “birinci mudarebe” sonrakine “ikinci veya alt mudarebe” denir… Mudarib başkasıyla sermaye ortaklığına da gidebilir… Mudarebe şirketinde tarafların sayısına sınır yoktur…

İnan Şirketi: Belli bir alanda faaliyette bulunmak üzere iki veya daha fazla kişi-kuruluşun muayyen bir sermaye koyup kârı aralarında anlaştıkları oranda paylaşmak şartıyla kurdukları bir sermaye şirketidir. Ortakların koydukları sermayelerin eşit olması şart değildir. Öngörülen kâr paylaşım oranları eşit olabileceği gibi şirkette işleri yürüten ortakların kâr payları diğerlerine nisbetle fazla olabilir. Zarar halinde mutlaka ortakların sermaye miktarlarına göre taksim edilir; başka şekilde zarar taksimine itibar edilmez.

Selem: Peşin parayı mislî (standart) bir malla vadeli olarak mübadele etmektir. Teslim edilecek malın cins, nitelik ve miktarı ile teslim tarihi sözleşmeyle belirlenir… Hanefîlere göre selem akdi yalnız çarşı ve pazarda misli-eş değeri bulunan standart mallar için yapılabilir ki bunun sebebi teslim tarihinde tarafların ihtilafa düşmesini önlemektir. Diğer üç mezhebe göre mislî ve hayvan gibi bazı kıyemî mallar seleme konu olur…

Karz-ı Hasen (Güzel Ödünç): Hiç bir menfaat ummaksızın verilen kredidir. Vade konulabilir ama veresiye faizine düşmemek için şart koşulmaz. Bununla birlikte vade hukuk bakımından bağlayıcı değildir; (Malikîlere göre bağlayıcıdır).

Emanet: Bir malın veya paranın muhafazası için başkasına bırakılmasıdır. Emaneti alan kişi-kuruluş ondan kesinlikle faydalanamaz. Dilerse muhafaza ücreti talep edebilir. Kasıt olmadığı sürece emanetin telef olmasından mesul değildir. Taraflar istedikleri zaman tek taraflı, emanet sözleşmesini bozabilirler…

I- Bankalar

Tasarruf sahipleri ile sermaye talep edenler arasına giren ve finansman akımının tamamlanmasına yardımcı olan malî aracı kuruluşlardan hiç şüphesiz en önemlisi bankalardır. (Batı medeniyetinin eseri olan banka mefhumu faizi tedai ettirdiği için yerine başka bir kavram geliştirilebilir. Aksi belirtilmedikçe bu yazıda banka ile “faizsiz banka” veya “İslâm bankası” kastedilecektir.)

Ekonominin para ve kredi ihtiyacını karşılayan bankaların, bu malî aracılık hizmetiyle alâkalı olarak iktisadî kalkınma sürecinde önemli rolleri vardır. Bellibaşlı hizmet ve fonksiyonları şöyle sıralanabilir:

Tasarrufçu ile yatırımcı arasında aracılık ederler. Tasarruf sahipleri birikimlerini verimli bir şekilde bizzat kullanma yeteneğinden veya arzusundan yoksun olabilirler; veya bunun için gerekli zamanları da olmayabilir. Buna mukabil yetenekli ve yeterli zamana sahip birçok kişi ve kuruluş da işletecek sermayeden mahrumdur. İşte bankalar bu iki kesim arasında sermaye transferini sağlayıcı köprü vazifesini görür.

Tek başına pek etkinliği olamayan binlerce ödünç verilebilir fonları toplayarak büyük fonların birikmesine hizmet ederler ki bu fonla büyüklü küçüklü işletmelerin finansmanını sağlayabilirler.

Bankalar kendilerine yapılan tevdiatın vadelerinden daha uzun vadelerde kredi verebilirler. Bankaya giren ve bankadan çıkan sermayenin eş zamanlı olmaması bankalara böyle bir imkan tanır. Böylece uzun zaman gerektiren yatırımlar finanse edilebilir.

Banknot ve çek gibi ödeme araçları yönünden piyasayı techiz ederler. Bu sayede para kullanımında kolaylık, işlere fevkalâde bir sürat ve emniyet sağlanır, üretim ve mübadele için gerekli likidite temin edilir. (Haddinden fazla ödeme aracı ihraç ederek piyasayı sulandırmak ve enflasyona yol açmak mevcut bankacılığın en önemli zaafıdır.)

Nihayet mutasarrıfların birikintilerini emniyetle muhafaza ederler ve her zaman mutad ödeme ve harcamalarında emrine âmâde tutarlar.

Başyücelik Devletinde Bankalar

Merkez Bankası haricinde mevduat, ticaret, kalkınma ve yatırım gibi diğer bankalar devlet ve devletin izniyle özel şahıslar tarafından kurulur. Bankaların, şubelerinin ve ortaklarının sayısı, sermayelerinin sınırı, ortakların sahip olabilecekleri hisse miktarı şartlara göre devlet tarafından belirlenir.

Özel bankalar inan şirketi esasına göre kurulur. Bankanın kuruluş-ana sermayesi belli sayıdaki ortaklar tarafından karşılanır. Ortakların hisseleri eşit olabileceği gibi farklı da olabilir. Ortaklar dilediklerinde hisselerini başkalarına devredebilirler.

Bankaların Çalışma Sistemi

Bankalar emanet para kabul ederler. Emanet hukukuna göre banka bu paraları kullanamaz. Banka emanet para sahiplerine kâr payı veya başka bir ad altında hiçbir karşılık ödemez, bilakis muhafaza ücreti alır. Hesap çeke tâbi olabilir; bu durumda banka her muamele için hizmet ücreti talep eder. Taraflar istedikleri zaman tek taraflı olarak emanet sözleşmesini bozabilirler. Emanet hesabının bankacılık sisteminde pek önemli bir yeri yoktur.

Bankacılık sisteminde asıl önemli olan mevduattır ki, iki tipi vardır. Birinci tip mevduat, paraların sahipleri tarafından geri çekileceği tarihin belirtilmeksizin yatırılmasıdır; “vadesiz mevduat”. Buna İslâm bankacılığı literatüründe “özel cari hesaplar” denir… (Mevduat kelimesi her ne kadar “emanet edilen şeyler” mânâsına geliyorsa da bankacılıktaki anlamı farklıdır. Burada “vadesiz mevduat” karz-ı hasen, “vadeli mevduat” ise mudarebe sermayesi hükmündedir). Vadesiz mevduat sahibi istediği anda parasının tamamını veya bir kısmını çekebilir. Bu hesabın, bankanın kâr-zararıyla ilgisi yoktur. Burada önemli bir mesele vardır ki o da bankanın vadesiz mevduatları kullanıp-kullanamayacağıdır. İslâm Hukuku’na göre vadesiz mevduat borç hükmünde olduğu için banka bunu kullanabilir; elverir ki mûdi talep ettiğinde derhal verebilsin. Ama bankanın vadesiz mevduatı kullanmasıyla “kaydî-banka parası” oluşur ki, kaydî para oluşturulması tıpkı Merkez Bankası’nın emisyon ihracına benzediğinden bankalar Merkez Bankası’nın yetkisine tecavüz etmiş sayılırlar. Ayrıca fiyatlar genel seviyesinin yükselmesine yol açan kaydî para sayesinde bankacılar yüksek kazançlar sağlayabileceklerdir. Bunun için Başyücelik Devleti vadesiz mevduat hesaplarına bankaların tam karşılık ayırmalarını zorunlu kılabilir… Bankaların vadesiz mevduata tam karşılık ayırmaları zorunlu kılınırsa banka çek ve havale gibi verdiği hizmetler mukabilince mûdiden ücret talep edebilecektir. Ama kısmen karşılık ayırmaları dışında geri kalan mevduatı bankanın kullanmasına izin verilirse bu takdirde mûdilere sunulacak hizmet ücretsiz olabilecektir. Mevduatın çalıştırılması ile elde edilecek gelir hizmetin ücreti sayılır.

İkincisi, sahiplerinin paralarını geri çekeceği tarihi belirterek yatırdığı mevduattır; vadeli mevduat… İslâm bankasında buna “katılma hesabı” veya “yatırım hesabı” denir. Katılma hesapları vadelerine göre gruplara ayrılır; 3 ay, 6 ay, 1 yıl ve 1 yıldan uzun süreli gibi. Banka ile hesap sahipleri arasında mudarebe hukuku uygulanır. Hesap sahiplerine sabit bir gelir taahhüt edilemez. Katılma hesaplarının (ki, tamamı mudarebe sermayesidir) işletilmesinden doğacak kârın taksim oranı hesap açılırken belirlenir. Banka hesapların karışmaması için bütün hesap sahipleriyle aynı kâr taksim oranı üzerinde anlaşır; elde edilecek kârın % 50’si mûdilere % 50’si bankaya gibi. Bu oranlar ekonominin gereklerine ve devletin kredi politikasına göre devletçe de belirlenebilir… Banka mudarebe sermayesinin işletilmesinden doğacak zararın tamamını mûdilere yansıtır. Her mûdinin zarara katlanma oranı mevduatlarıyla orantılıdır ve zarar miktarı ortaya koyduğu sermaye ile sınırlıdır.

 

Bu sistemle, tek başına kaldığı sürece etkin kullanılamayan veya hiç kullanılamayan (âtıl) binlerce küçük birikimlerden muazzam meblağlar elde edilmektedir.

 

Bankaya vadeli mevduat yatıranlar bir bütün olarak mudarebe sözleşmesinde sermayedarı oluştururlar. Burada mûdiler için anonim bir mülkiyet sözkonusu ise de her hesap sahibi mevduatı oranında hisse sahibidir. Banka ise hisse sahibi bütün mûdilerin iradesini mudarib sıfatıyla temsil eder ve dolayısıyla katılma hesaplarının tamamını uygun bulduğu alanlarda kullanır.

 

Banka dönem sonunda hesapları keserek (bilanço çıkararak) tüm işin kâr-zararını tesbit eder ve neticeyi mûdilere bildirir. Mûdiler sözleşmeyi sona erdirip anaparayla kârını, zarar durumunda zarar miktarı düşüldükten sonra geri kalan sermayeyi çekebilir. Dilerse kârını çekerek eski sermayesiyle, dilerse kârını da ekleyerek yeni sermayesiyle mudarebeye devam edebilir… Vadesinden önce mûdi parasını çeker yani mudarebe sözleşmesini bozar ise ona kâr-zarar yoktur. Kısmî çekilişte kalan kısım için mudarebe devam eder…

 

Mûdinin yatırım hesabı üzerinde tasarruf hakkı yoktur; çek kullanılarak çekilemeyeceği gibi başkasına da devredilemez.

 

Dönem arası yatırılan vadeli mevduata kâr-zararın nasıl tahsis edileceği biraz karışık olsa da bu husus tarafların karşılıklı rızasıyla çözülebilir. Örneğin her dönem 6 ay hesabıyla dönem sonuna 80 gün kala 10 milyon yatırılsa ve dönem sonunda mudarebe sermayelerinin kârlılık oranı % 10 olsa, kâr paylaşım oranı yarı-yarıyadan mûdinin payına 222 bin lira (10 milyon x % 10 x (80/365) / 2 = 222 bin) kâr düşer; şayet % 10 zarar olsa, mûdi 444 bin lira (10 milyon x (-% 10) x (80 / 365) = -444 bin) zarara katlanır…

 

Bankanın yatırım hesabıyla topladığı fon ile kendi sermayesi, toplam işletilebilecek fonu oluşturur. Fon kullandırmanın bellibaşlı yöntemleri şunlardır:

 

a- Alt Mudarebe Yöntemi

 

Banka topladığı fonları, uzman birimlerin yapacağı inceleme ve değerlendirmeleri esas alarak müteşebbislere mudarebe çerçevesinde kullandırır. Bu yolla, müteşebbisin tüm faaliyetlerine veya faaliyetlerinin bir bölümüne veya yalnız bir parti malın alım satımına finansman sağlar. Faaliyet (veya dönem) sonunda elde edilecek kâr önceden tesbit edilen oranlara göre taksim edilir. Müteşebbis tamamen mudarebe sermayesi ile çalışmış ise zarar bankaya aittir. Müteşebbisin zararı emeğinin boşa gitmesidir. Ama müteşebbisin de sermayesi varsa zarar sermaye oranlarına göre taksim edilir. Müteşebbisin birkaç kişi veya inan şirketi olması veya başkalarıyla da mudarebeye gitmesi veya başkalarından borç sermaye temin etmesi gibi değişik alternatiflerde kâr-zarar taksimi İslâm şirketler hukukuna göre yapılır… Mudarebe sözleşmesinden sonra banka sermayeyi müteşebbisin emrine âmâde tutar. Sözleşmede öngörülen şartlar hariç banka müteşebbise karışamaz ve ama buna mukabil müteşebbisin işi ciddiye almaması yüzünden sermayenin batma tehlikesi doğarsa banka sözleşmeyi bozabilir. Bankanın, 2. mudariblerin hesaplarını sürekli kontrol etme hakkı vardır.

 

Alt mudarebe yönteminin işleyişine dair birkaç örnek:

 

Örnek: Banka mudarebe sözleşmesiyle A’ya 1 milyon lira kredi veriyor ve kâr paylaşımı yarı-yarıya belirleniyor. Dönem-faaliyet sonunda 100 bin lira kâr elde edilirse bunun yarısı bankaya yarısı müteşebbise (alt mudarib) aittir. Banka anaparasıyla birlikte kârını dönem sonunda alır. Kâr olmaz ise banka sadece anaparasını alır. Zarar halinde, diyelim ki 100 bin lira olsun, bu bankaya aittir; geri kalan 900 bin lirası iade edilir. (Zarar müteşebbisin kasıtlı fiilinden doğmuş ise tazmin ettirilir.)

Örnek: Banka aynı kâr paylaşım oranıyla A’ya 1 milyon lira mudarebe sermayesi veriyor. A kendisine ait 1 milyon lirayı da ekleyerek 2 milyon sermaye ile işe başlıyor ve dönem sonunda 200 bin lira kâr elde ediyor. Bu durumda kâr önce sermayelere eşit oranda (anlaşmaya göre farklı oranda da olabilir) taksim edilir. Mudarebe sermayesinin kârı da, A’nın sermayesinin kârı da 100’er bin liradır. Anlaşma gereği mudarebe kârının da yarısı müteşebbise aittir. Neticede bankanın kârı 50 bin lira, müteşebbisin kârı 150 bin (100+50) liradır… 200 bin lira zarar olursa, zararın yarısı mudarebe sermayesine yani bankaya yarısı A’nın sermayesine düşer.

Örnek: Banka, eşit hisselere sahip 5 milyon lira sermayeli ve 5 ortaklı bir inan şirketine mudarebe yoluyla 1 milyon lira veriyor. Kâr taksim oranı yarı-yarıya olsun. Dönem sonunda 600 bin lira kâr elde edilirse kârın 500 bin lirası şirket sermayesine, 100 bin lirası mudarebe sermayesinedir. Bu 100 bin liranın da yarısı bankaya yarısı şirkete aittir.

Örnek: 1 milyon lirası olan A, mudarebe usulüyle ve kâr yarı-yarıya olmak üzere Bankadan 1 milyon lira, B’den 2 milyon lira ve karz-ı hasen yoluyla C’den 1 milyon lira kredi alıyor. 3 milyon lirası mudarebe sermayesi olmak üzere toplam 5 milyon lira. Dönem sonunda % 20 kâr sağlanırsa ki, bu 1 milyon liradır, kârın 600 bin lirası (% 20 x 3 milyon lira) mudarebe sermayesine, 400 bin lirası (% 20 x 2 milyon lira) A’ya aittir. Mudarebe kârından 100 bin lirası bankanın, 200 bin lirası B’nin, 300 bin lirası A’nındır. A’nın toplam kârı (300+400) 700 bin liradır. Karzı hasen veren C’ye kârdan pay verilmez… Diyelimki 6 milyon liralık sermayenin tamamı battı. Bu durumda B’nin zararı mudarebeye verdiği 2 milyon lira, Bankanınki 1 milyon lira ile sınırlıdır. A’nın ise hem sermayesi batar hem de C’ye 1 milyon lira borcu devam eder…

Yukarıdaki örneklerde müteşebbis işe yeni başladığı için taraflar açısından bir sorun doğmaz. Ama müteşebbisin devam edegelen kurulmuş sınaî veya ticarî bir teşebbüsü varsa bu takdirde sıhhatli kâr-zarar tahsisi için sözleşmeden önce teşebbüsün toplam aktifleri tesbit edilir. Mevcutların değerinin takdir edilmesinde en uygun metod müteşebbise ait tesis, hammadde, bina gibi mevcutların rayiç fiyattan tesbitidir.

 

Müteşebbisin faaliyeti belli bir dönemde başlayıp bitiyorsa kâr-zarar hesabı dönem sonunda kolayca yapılır. Ama teşebbüslerin umumiyetle devamlılık arzetmesi sebebiyle faaliyetin tamamlanma süresini tayin etmek mümkün olmamaktadır. Bunun için banka ile müteşebbis ya belli bir dönem için mudarebe sözleşmesi yaparlar veya süresiz bir dönem için yaparak uygun bir zamanda sözleşmeyi bitirirler. Bu takdirde sözleşmenin başlangıç ile bitiminde teşebbüsün kıymeti yukarıdaki gibi rayiç fiyat usulüyle tesbit edilerek kâr-zarar hesaplanır.

 

b- Ortaklık Yöntemi

 

Banka ile müteşebbisin sermaye ortaklığına gitmesidir ki, bu bir inan şirketi sözleşmesidir. Kâr paylaşım oranı tarafların anlaşmasına göre belirlenir. Ama banka çoğu kez pasif ortak olacağından kâr payı genellikle daha az olur. Zarar ise tarafların rızasıyla değil İslâm hukukunun belirttiği şekliyle, yani sermaye oranlarına göre, eşit surette taksim edilir. Ortaklık süreli kurulabileceği gibi (ki bu durumda dönem sonunda şirket tasfiye edilir veya devredilir), süresiz de kurulabilir… Banka borsada hisse senedi almak suretiyle de ortaklığa gidebilir. Yine bağ-bahçe ortaklığı (müsakat) ve ziraat ortaklığına (müzaraa) da gidilebilir… Ortaklığa örnek verecek olursak:

 

Örnek: Kârın sermaye nisbetinde paylaşılması şartıyla banka 10 milyon lira ve 10 kişi 1’er milyon lira koyarak bir sermaye şirketi kursunlar. Her dönem sonunda doğacak kâr-zararın yarısı bankaya yarısı diğer 10 ortağa aittir… 6 sene sonra diyelim ki firmanın rayiç fiyatı 40 milyon lira olsun, bu takdirde değer artışı her ortağa eşit olarak yansıtılacağından bankanın payı 20 milyon liraya çıkacaktır. Tersi durumda, diyelim ki şirketin kıymeti 5 milyon liraya düşsün; bankanın payı 2,5 milyon liraya kaybı 7,5 milyon liraya tekabül edecektir. Diğer her ortağın payı da 250 bin liradır.

Örnek: Rayiç fiyatı 10 milyon eden bir fabrikaya banka 10 milyon lira ile ortak olsun. Kâr paylaşım oranı pasif ortak bankaya % 40, şirkete % 60 şeklinde belirlensin. Dönem sonunda 3 milyon kâr doğarsa, bankanın payına 1 milyon 200 (3 milyon x % 40) şirketin payına 1 milyon 800 bin lira (3 milyon x % 60) düşer. 3 milyon lira zarar halinde her iki tarafa eşit dağıtılır.

Örnek: 100 milyon liralık bir sermaye şirketinin % 1’ine tekabül eden 5 hisse senedini borsada 5 milyon liraya satın alan banka dönem sonunda hissesi oranında kâr-zarar elde eder. Şirketin kıymeti 150 bin liraya çıktığında elindeki hisseler % 50 değerlenecek demektir ki aradaki fark (2 milyon 500 bin lira) bankanın kârı olacaktır. Şirket battığında ise büsbütün zarara maruz kalacaktır.

c- Azalan Ortaklık Yöntemi

 

Banka ile müteşebbis aynen ortaklık yönteminde olduğu gibi bir sermaye ortaklığı kurarlar. Banka veya müteşebbis anlaşma ile bankanın hissesini ve hisseye düşen kâr-zarar payının muntazam taksitlerle iadesini şart koşarlar. Ortaklıkta hisseler müteşebbis lehine gittikçe artar ve nihayet son taksidin ödenmesiyle teşebbüs tamamen müteşebbisin mülkiyetine geçer. Örneğin banka ve A, 1’er milyon lira ile bir sermaye (inan) şirketi kursunlar. Kâr taksim oranı sermaye nisbetinde eşit ve bankanın hissesinin eşit taksitlerle 5 yılda ödeneceği öngörülsün. 1 yıl sonunda 200 bin lira kâr sağlanırsa kârın yarısı bankanın yarısı ise A’nındır. A yıl sonunda 100 bin liralık kâr ile birlikte ilk taksit 200 bin lirayı bankaya iade eder. 2. yılın başında şirkette bankanın hissesi 800 bin liraya düşer. Şirketin değeri 2 milyon lira olduğuna göre A’nın hissesi 1 milyon 200 bin liradır. 2. yıl sonunda yine 200 bin lira kâr elde edilirse kâr oranı % 10 hesabıyla (200 bin / 2 milyon lira) A’nın kârı 120 bin lira (% 10 x 1 milyon 200), bankanın kârı 80 bin liradır (% 10 x 800 bin). Dönem sonunda ikinci taksit olan 200 bin lirayla 80 bin liralık kâr bankaya ödenir ve 3. yıla banka 600 bin, A 1 milyon 400 bin lira hisseyle girerler. (…) 5. yılın sonunda ise bankanın son taksidi ve kâr-zararı iade edilerek teşebbüs tamamen A’nın mülkiyetine geçer.

 

d- Teşebbüs Yöntemi

 

Banka fonların bir kısmını bizzat kendisi işletebilir. Ticaret yapabilir, uygun gördüğü sektörlerde yatırım yapar, yatırım tamamlandığında teşebbüsü bizzat işletebilir, kısmen veya tamamen, bir bütün olarak veya hisselere bölerek satabilir.

 

e- Üretim Desteği Sağlanması Yöntemi

 

Bu yöntem ile banka kendisine müracaat eden işletmelerin gayrımenkul, hammadde, yarı mamul madde, teçhizat, makina veya bina gibi ihtiyaçlarını üçüncü kişilerden peşin satın alıp onlara vadeli satarak karşılar. Peşin alım ile vadeli satım arasındaki fark bankanın kârıdır. Bu yöntem İslâm alım-satım hukukuna tâbidir.

 

f- Selem Yöntemi

 

Banka, mislî (standart) mal üreticilerinin mallarını üretimden önce satın almak suretiyle müteşebbisleri finanse eder. Alış fiyatı genellikle satış fiyatından düşük olacağı için aradaki fark bankanın kârı olur; ama zarar da ihtimal dahilindedir… Selemde bankanın bütün bedeli peşin vermesi asıldır. Ancak, malın tesliminden önce taksitlerin tamamlanması halinde selem sözleşmesi son taksidin ödendiği tarihte gerçekleşmiş olur.

 

Banka selem sözleşmesiyle satın aldığı malı kabzdan önce satamaz. Bununla birlikte Ebu Hanife ve Ebu Yusuf’a göre eğer selem konusu mal gayrımenkul ise satışı caizdir. Buna göre banka gayrımenkul içerikli “selem senetleri”ni satabilir…

 

g- Kiralama Yöntemi

 

Mal ve hizmet üretiminde kullanılacak makina, techizat, gayrımenkul gibi kiralamaya elverişli malların, müracaatı üzerine banka tarafından alınarak müteşebbise kiralanmasıdır. Kiraya konu olan malın mülkiyeti bankaya aittir. Kira bedeli genellikle amortisman masrafını karşıladıktan başka belirli bir kârı da kapsar… Kira akdinin bitiminde mülkiyetin kiracıya devri için anlaşmak da mümkündür. Bu yöntemde İslâm kira hukuku uygulanır…

 

h- Karz-ı Hasen Yöntemi

 

Banka “mudarebe sermayesi-yatırım hesabı”ndan başkasına borç veremez; bunda bütün İslâm hukukçuları müttefiktir. Ama sermaye sahipleri böyle bir yetki verirse, ancak o zaman banka üçüncü kişilere “izin verilen fon” miktarınca müşterilerine faizsiz borç verebilir… Vadesiz mevduata gelince, eğer devlet bu mevduata tam karşılık tutmalarını zorunlu kılarsa ondan da ödünç veremez… Görüldüğü üzere özel bankaların karz-ı hasen verme imkanları son derece kısıtlıdır.

 

Devlet bankaları ile Merkez Bankası, kendi sermayelerinden kısa veya uzun süreli ödünç verebilirler. Banka verdiği ödünç mukabilinde sadece ücret ve masraf bedeli alır; bu görüş Abdulhakim Arvasî Hazretlerinindir…

 

Bankanın Kâr-Zarar Taksimi

 

Banka yeni kurulmuş ise dönem başı sermaye, ortakların hisseleri ile mudilerin yatırım hesaplarından ibarettir. Dönem süresince banka birçok faaliyete başlayıp bitirecek, bir kısmında kâr, bir kısmında zarar edecektir. Bütün faaliyetler aynı dönem içinde başlayıp bitirilse, dönem sonu sermayeyi ve dönem sonu sermaye ile dönem başı sermaye arasındaki farka tekabül eden dönem kâr-zararını hesaplamakta bir zorluk olmayacaktır. Oysa birçok işletme gibi bankanın faaliyetleri de süreklilik arzedecek ve dönem sonuna gelindiğinde sermayenin bir bölümü dönmemiş, daha doğrusu faaliyette olacaktır. Örneğin bir kısmı ortaklıkta, yatırımda, mudarebede, bir kısmı kiraya verilmiş mal şeklinde, bir kısmı hisse senedi ve selem senedi şeklinde olabilecektir. Bu tür mevcutların kıymetini belirlemek ve dönem sonu sermayeyi biraz zor ve karışık olsa da hesaplamak imkansız değil…

 

Dönem sonunda mudilere kâr-zarar taksim edildikten sonra mudilerden dileyen hesabını çekerek mudarebe sözleşmesini bitirecek, dileyen müteakip dönem için sözleşmesini yenileyecektir. Yeni dönemde hiç şüphesiz yeni mûdiler de olacaktır. İşte banka geçen dönem sonunda hesabını kesen mûdilere geri ödeme yaparken, varlıklarını paraya çevirerek değil açılan yeni hesaplardan biriken fondan karşılayacak; ve böylece banka geçen dönemin “dönem sonu varlıkları”nı yeni dönem mudarebesi adına satın almış sayılacaktır… Sistemin bu şekilde işleyeceği öngörülmekle birlikte, herhangi bir dönem sonunda kapatılan hesapların yeni dönem için açılan hesaplardan çok olma ihtimali vardır ki, bu durumda banka ödeme yapabilmek için mevcutlardan bir kısmını paraya çevirmek zorunda kalacaktır. Örneğin elindeki hisse senetlerini satabilecek veya mudarebeye verdiği sermayeyi isteyebilecek veya yatırımlarından bir kısmını devredecektir…

 

Dönem sonu kâr-zararın nasıl taksim edileceğini örnekle açıklayacak olursak:

 

Banka 1’er milyon hisseli 100 ortağa sahip bir inan şirketidir. Yatırım-mudarebe hesabında ise 100 bin mûdinin 10’ar bin liralık hesabı bulunsun. Banka ile mûdilerin kâr paylaşım oranı yarı-yarıya ve banka hissedarlarına hisseleri nisbetinde olsun. Buna göre dönem başında, bankanın kendi sermayesi 100 milyon lira, mudarebe sermayesi ise 1 milyar lira olmak üzere toplam sermaye 1 milyar 100 milyon liradır.

 

Birinci durum: Dönem sonunda banka 220 milyon lira kâr elde etsin; kâr oranı % 20… Kârın 20 milyon lirası (100 milyon x % 20) banka sermayesine, kalan 200 milyon lirası (1 milyar x % 20) mudarebe semayesine aittir. Anlaşma gereği mudarebe kârının ise yarısı bankanın yarısı mudilerindir. Dolayısıyla mûdilere dağıtılacak kâr 100 milyon lira, banka hissedarlarına dağıtılacak kâr 120 (100+20) milyon liradır. Banka 120 milyon lirayı 100 hissedarına, hisseleri eşit olduğu için eşit olarak dağıtacağından her hissedarın payına 1 milyon 200 bin lira düşecektir. Mûdilere gelince onların toplam sermayesi 1 milyar lira, hisselerine düşen kâr 100 milyon lira olduğuna göre, kâr oranı % 10 hesabıyla her mûdinin payına 1000 lira (10 bin x % 10) düşecektir… (Devlet bankası olsaydı bankanın payına düşen kâr devletin olacaktı…)

 

İkinci durum: Dönem sonunda banka 220 milyon lira zarar etsin. Zarar oranı % 20’dir. Zararın 20 milyon lirası (100 milyon x % 20) bankaya aittir. Banka bu zararı hissedarlarına eşit olarak yansıtır. (Hisseler farklı olsaydı hisseleri oranında yansıtırdı)… 200 milyon liralık zararın tamamı ise mudarebe sermayesine aittir. Dolayısıyla her mûdinin payına 2000 lira (10 bin x % 20) zarar düşmekte ve anaparaları 8 bin liraya inmekte. (Eğer zarar mudarebe sermayesinden fazla ise her mûdinin yükleneceği zarar hesabı kadar olur.)

 

Yukarıda, hesaplamada kolaylık olsun diye banka ile mûdi arasında kâr taksim oranı yarı-yarıya kabul edildi. Şu an faaliyette bulunan faizsiz bankalarda bu oran 80’e 20’dir; yani mudarebe kârının % 80’i mûdilere, % 20’si bankaya aittir.

 

İslâm Bankacılığının Genel Bir Değerlendirmesi

 

İslâm Bankası faize bulaşmadan ve tamamıyla kâr-zarar (veya mudarebe) esasına göre tasarrufları (âtıl fonları) topluma ve finansman açığı bulunan işletmelere transfer etme kabiliyetine sahiptir. Bu bankaların pratikte işleyip işlemeyecekleri sorusuna, çok kısa sürede İslâm âleminde inkişaf eden ve kredi-finansman sorununu çözmede önemli bir rol üstlenen faizsiz bankaların, mevcudiyetlerini başarılı bir şekilde sürdürmeleri yeterli cevabı vermelidir. Üstelik bu bankalar gayri İslâmî bir toplum düzeninde çalışmaktalar. İslâmî Başyücelik rejiminde şüphesiz daha da başarılı olacak ve bankacılık görevini yerine getireceklerdir.

 

Faizsiz bankacılığın faizli bankacılığa üstünlük ve müsbet tarafları olmasına mukabil (bunun için “İktisat ve Ahlak”a müracaat edilebilir), iki önemli zaafı bulunmaktadır. Birincisi bankanın mudarebe sermayesiyle, birkaç dönem kâr getirmeyecek olan yatırımlarda bulunması halinde o dönemlerin mûdilerine kâr yansımayacak, oysa yatırım bitirilip de tesis faaliyete geçtiğinde kâr, tesisin kuruluşunda hiçbir katkıları olmayan sonraki dönemlerin mûdilerine yansıyacaktır; dolayısıyla önceki mûdilerin hakkı sonraki mûdilere geçebilecektir… Bankacılık sistemi bu haksızlığı önlemek için uzun süre gerektiren yatırımları ayrı bir “katılma hesabı” ile finanse edebilir. Bu durumda şartlı-mukayyet mudarebe sözkonusu olur ki, banka bu hesabı başka alanlarda kullanamaz; başka hesapları da bu tür yatırımlara tahsis etmez. Bankacılığın bu zaafı bankacılık sistemi dışında kurulacak ve mudarebe esasıyla çalışacak yatırım şirketleri aracılığıyla da giderilebilir. Yine uzun zaman gerektiren yatırımların finansmanı için Merkez Bankası devreye girebilir.

 

Sistemin ikinci zaafı ise “para piyasası”nı teşekkül ettirememesidir. Bilindiği üzere para piyasasında parayla ilgili kısa vadeli arz ve talep ihtiyacı karşılanmaktadır. İşletmeler döner sermaye açığını bu piyasa aracılığı ile kapatırlar… Müteşebbislerin gelirleriyle giderleri arasındaki eş zamansızlık sebebiyle birkaç aylık, birkaç haftalık ve hatta birkaç günlük süre için ihtiyaç duydukları kredi talebi, yukarıda belirtildiği üzere bankaların cüzi karz-ı haseniyle karşılanamayacaktır. Bu tür arızî kredi ihtiyacını gidermek için bankalar da mezkur fon kullandırma yöntemlerinden birine tevessül etmeyecekler, etseler bile bunu müteşebbisler kabullenmeyeceklerdir. Zira müteşebbisler arızî fon ihtiyacı için haklı olarak bankaları kârlarına ortak etmek istemezler. Sistemin bu zaafı aşağıda ele alacağımız “esnaf sandıkları” ile giderilebilir.

 

Kredi Kontrolü

 

Başyücelik Devleti, “Cemiyetçilik”, “Müdahalecilik” ve “Sermaye ve Mülkiyette Tedbircilik” prensiplerine istinaden bankaların fon toplama ve kullandırma yöntemlerini belirler, kredi organizasyonu ile dağılımını denetler, kredileri kemmiyet ve keyfiyet yönünden kontrol eder ve nihayet ekonominin gereklerine göre kredi hacmini ayarlar. Bu fonksiyonların ifâsı bilhassa Merkez Bankası ‘nın görev ve yetki alanındadır.

 

Merkez Bankası doğrudan doğruya emisyonla veya kâr paylaşım oranlarına tesir suretiyle kredi ve satınalma gücü hacmini genişletip daraltmak imkanına sahiptir.

 

Birinci olarak Merkez Bankası mudarebe çerçevesinde bankalara kredi açar. Bankalar bu krediyi mezkur yöntemlerle çalıştırırlar. Dönem sonunda Merkez Bankası verdiği krediyi ve varsa kârını geri alır. Şayet banka zarar etmişse, zarar tenzil edildikten sonra kalan kısım geri alınır.

 

İkinci olarak Merkez Bankası mûdi ile bankalar ve bankalar ile müşterileri arasındaki kâr paylaşım oranlarını ayarlamak suretiyle kredi hacmini kontrol eder. Yine Merkez Bankası farklı sektörler için farklı kâr paylaşım oranları belirleyerek veya bankaların hangi sektöre ne oranda kredi açabileceklerini tayin ederek veya fon kullandırma yöntemlerinden hangi yöntemle ne oranda fon kullandırılabileceğinin sınırlarını çizerek kredileri kemmiyet ve keyfiyet yönünden kontrol eder.

 

Üçüncü olarak carî hesaplar ve yatırım hesapları için bankaların ne nisbette karşılık tutacakları ve ne nisbette kasa ihtiyatı bulunduracakları Merkez Bankası’nın inisiyatifindedir.

 

Dördüncüsü, Merkez Bankası menkul kıymetler borsasında kıymetli evrak alım-satımı yapar.

 

Beşinci olarak devlet ve kamuya ait teşekküllere mahiyetlerine göre karz-ı hasen veya mudarebe şeklinde kredi açabilir.

 

Nihayet Merkez Bankası’nın mezkur fon kullandırma yöntemleriyle özel sektöre doğrudan kredi açması sözkonusu olabilir.

 

Bütün bu faaliyetlerle Merkez Bankası’nın amacı kâr elde etmek değil, ekonominin kredi ve satınalma gücünü ayarlamaktır. Bununla birlikte faaliyetlerin sonunda Merkez Bankası’nın kâr elde etmesi de mümkündür. Bu kârın hazineye veya içtimaî sermayeye devredilmesi öngörülebilir.

 

II- Menkul Kıymetler Borsası

 

Borsa bir malî (aracı) hizmet kuruluşu olarak fon arz ve fon talep eden taraflara aracılık hizmeti görür. Mevcut menkul kıymetler borsasında “menkul kıymet” olarak hisse senedi, tahvil, hazine bonosu ve intifa senedi alım-satımı yapılır. Hisse senedi hariç faiz esaslı diğer üç menkul kıymetin bizim borsamızda yeri yoktur. Hisse senediyle birlikte gayrımenkul içerikli selem senetleri de borsamızda alınıp satılır.

 

Hisse senedi ihracı, sermaye şirketleri (inan) için finansman temin etmenin en önemli yöntemlerinden birisidir. Şirketler doğrudan doğruya tasarrufçulara hisse senedi arz edebilirler ki, bunun yeri borsadır; veya bankalar aracılığıyla dolaylı yoldan senet ihraç ederler…

 

Büyük Doğu borsasında haksızlıklara ve spekülasyona imkan yoktur. Bunun sebebi İslâmın alım-satım hukukudur. Günümüz borsalarında faaliyetlerin spekülasyon alanı, aynı akidde hem bedelin hem menkul kıymetin veresiye alım-satıma mevzu olabilmesidir. Bu İslâmın mutlak surette yasakladığı bir akiddir. İkinci olarak, mevcut borsadaki anonim şirket hisse senetlerinin değeri ilk ihraç anında temsil ettiği şirket mal varlığına eşitken, uzun süre yenilenmemesi sebebiyle hisse senedinin gerçek değerinin bilinememesidir. Bu bilinememezlik yüzünden hisse senedi üzerinde spekülasyon ve haksızlık yapılabilmektedir. Örneğin ilk ihraç anında nominal değeri 100 bin lira olan bir hisse senedinin gerçek değeri de aşağı yukarı 100 bin liradır. Diyelimki 10 yıl sonra dağıtılmayan kâr, enflasyon ve başka sebeplerle şirketin gerçek değeri 5 kat artmış olsun. Bu durumda hisse senedinin gerçek kıymeti 500 bin lira olması lazım gelirken, senedin yenilenmemesi sebebiyle halen nominal değeri 100 bin lira olmakta ve belki borsada 200-300 bin liraya alınıp satılmaktadır. Bu yüzden şirket ve borsa hakkında yeterli bilgisi olmayanlar sürekli kaybederken, işi bilenler ile anonim şirketin büyük ortakları sürekli kazanmaktadır… Bunu önlemenin yolu hisse senetleri üzerine, senedin şirket varlığının kaçta kaçını temsil ettiğini de yazmaktır ki, inan şirketinin hisse senetleri de böyle olacaktır. Dolayısıyla, kâr ve zarar gibi kıymet artış ve azalışı da aynen hisse senedi sahiplerine yansıyacaktır…

 

III- Kredi Sandıkları

 

Geçmiş İslâm toplumlarında mahalle-şehir çapında kurulan Avârız Sandıkları ile esnaf ve sanatkârlar arası yardımlaşma ve kredileşme amaçlı kurulan Orta Sandığı, Büyük Doğu’da yepyeni çehreleriyle inkişaf ettirileceklerdir.

 

1- Avârız Sandığı

 

Tüketim kredisi, toplumun üretim gücüne etki ederek, onları üretime teşvik etmesine rağmen, özelliği itibariyle gayrı prodüktiftir. Tüketim kredisi talep edenlere, doğrudan doğruya hiçbir gelir üretmemeleri sebebiyle ortaklık esasları üzerine kurulu İslâm bankalarının böyle masraflar için ödünç vermeleri mahzurludur. (İktisat ve Ahlak, s. 137-138).

 

Kişilerin, gelirleri ile giderleri arasındaki zaman uyuşmazlığı sebebiyle ihtiyaç duydukları arızî ödünç ihtiyaçları, kendi inisiyatifleriyle kuracakları sandıklardan karşılanabilir. Örneğin 1000 kişi 1’er milyon lira koyarak bir yardımlaşma sandığı (veya kooperatif) kurabilirler. Belli bir dönemde bir kişiye en fazla ne kadar kredi verileceği, azami süresi, krediyi zamanında veya hiç geri iade etmeyenlere ne gibi yaptırımlar uygulanacağı gibi meseleler üyeler tarafından belirlenir. Örneğin maruzatı yokken krediyi zamanında iade etmeyenlerin veya sandığı istismar edenlerin üyeliğine son verilebilir… İsteyen primlerini alarak sandıktan ayrılabilir…

 

Sandığın masrafları aidat yoluyla veya kredi alan üyelerden alınacak hizmet bedeliyle karşılanabilir… Sandığın idaresini aralarında seçecekleri bir heyete bırakabilirler… Sandıkta biriken fon bankada bloke edilebilir ve hatta bakiyesi mudarebeye verilebilir.

 

Böyle bir sandık kurulamaz ise “İktisat ve Ahlak”ta “Devlet Kredi Büroları” önerilmektedir. (s. 138)…

 

2- Esnaf (Orta) Sandığı

 

İşletmelerin döner sermaye ihtiyacı, yani ücret ödemeleri, sabit giderler, çek ödemeleri, mal ve hizmet alım gideri gibi ödemeler için ihtiyaç duydukları kısa vadeli kredilere bankaların cevap veremeyeceğini ve bunun bankacılığımızın zaaflarından olduğu yukarıda belirtilmişti. İşletmelerin bu tür kredi ihtiyacı arızîdir; aynen kişiler gibi gelirleriyle giderlerinin zaman uyuşmazlığından kaynaklanmaktadır.

 

Bu tür arızî kredi ihtiyacını karşılayacak Esnaf Sandığı, işletmelerin gönüllü katılımıyla veya hukukî zorunlulukla kurulabilir.

 

Gönüllü Esnaf Sandığı: İşletmelerin kendi ihtiyarlarıyla kuracağı bu yardımlaşma sandığının kuruluş ve işleyişi Avârız Sandığı gibidir. Her üyenin belli ve aynı oranda parayla üye olacağı sandıkta biriken toplam fondan, talep eden üyelere kredi verilebilecektir. Her işletme aynı anda kredi talebinde bulunmayacağına göre her üye tahsis ettiği paradan çok fazla kredi alabilecektir. İşletmeler açısından sandığa üye olmak zorunlu değilse de her işletmenin, arızî kredi ihtiyacını karşılamak için üye olması beklenir… Sandık karşılıklı güven esasına dayanacağı için kredi alanın zamanında veya ilk ödeme fırsatında borcunu ödemesi umulur. Sandığı istismar edenlerin üyeliği diğer üyeler tarafından iptal edilebilir. Aldığı krediyi ödemeyenlerin borcu önceden alınan rehinle mahsup edilebilir veya rehinsiz kredi verilmiş ise mahkeme aracılığıyla borçlunun varlıklarından karşılanır… Verilen kredi karz-ı hasen olduğundan Sandık dilediği zaman kredinin iadesini isteyebilir… Verilecek kredinin alt-üst sınırları, vadesi, sandığın fon miktarı şartlara göre sandık tarafından belirlenir… Üye olmayanlara kredi açılmaz… İsteyen üye fondaki parasını çekerek sandıktan ayrılabilir… Sandık üyelerin kendi aralarında seçtiği belli sayıdaki heyetçe idare edilir. İdare masrafı cüz’î aidatlar veya kredi açılanlardan alınacak “masraf ücret”lerinden karşılanabilir… Devlet, sandıktaki fonun bankalarda vadesiz mevduat olarak tutulmasını zorunlu kılabilir. Bu durumda sandık, kredi talep edenlere para değil bankada karşılığı bulunan bir çek verir. Kredi iade edilirken de yine o bölgedeki banka şubelerine yatırılır… Aynı bölgede ve aşağı yukarı aynı sermaye ile çalışan işletmelerin kendi aralarında kuracağı birbirinden bağımsız büyüklü küçüklü sandıklar birbirlerine raptedilebilirler de…

 

Zorunlu Esnaf Sandığı: Devlet ülkedeki bütün işletmelerin “ticaret odası”, “esnaf odası”, “sanayi odası” gibi meslekî, ticarî ve sınaî birliklerin çatısı altında örgütlenmelerini zorunlu kılabilir; Osmanlıdaki loncalar gibi… Her odanın (birlik) bünyesinde kurulacak sandığın işleyiş mekanizması şöyle olabilir: Kanun her işletmenin, bağlı bulunduğu odaya (sandığa) belli bir miktar para bloke etmesini zorunlu kılar. Bloke edilecek para miktarı işletmelerin sermayelerine göre tesbit edilir. Bundan böyle yeni kurulacak işletmelerin açılış izni odaya üye olma ve sandığa belirlenen parayı bloke etme şartına bağlanır… Sandıkta toplanan fon bankalara vadesiz mevduat olarak yatırılır ve kredi talep edenler bağlı oldukları odanın izniyle krediyi bankadan çekerler… Her üyenin belli bir dönemdeki çekeceği kredinin miktarı bloke ettiği parayla orantılı olur. Vadesi ve iadesi gibi hususlar oda tarafından belirlenir… Borcunu mazeretsiz ödemeyenlere kanunî yaptırımlar uygulanabileceği gibi bağlı oldukları oda tarafından da meslekî cezalara çarptırılabilirler. Sandık oda tarafından idare edilir. İdare masrafları yukarıda belirtildiği şekilde karşılanabilir… Sistem kendi kendini kontrol esasıyla çalışmakla birlikte devletin daimî murakabesi altında tutulur…

 

IV- Sosyal Güvenlik Kuruluşları

 

Burada sadece “zekat fonu”, Sigorta Sandığı ve Tekaüd Sandığı ele alınacaktır. Sandıklar, Düzenleme Vekâleti’nin üç müsteşarlığından birisi olan “Sigorta ve Tekaüd Sandığı Müsteşarlığı”na bağlıdır. (İdeolocya Örgüsü, s. 265)…

 

1- Sigorta Sandığı

 

Son Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi, “Kumar ve Sigorta” başlıklı makalesinde mevcut sigorta kuruluşlarının İslâma göre gayrımeşruluğunu ortaya koyduktan sonra aşağıdaki sigorta sistemini önerir:

 

“Meselâ bir mahalle, bir kasaba halkı yahut bir sınıf ticaret erbabına evlerinin kıymeti veyahut sermayelerinin ehemmiyeti nisbetinde kendi aralarında yıllık bir para ifraz ederek bu para kendilerince emniyetli bazı zevat tarafından işletilse, sonra kendilerinden kazazede olanlar bulunursa şirketi idareye memur bulunan kimseler zararları telâfi edecek surette bu paradan sarfetmeye izinli olsa ve bu sarfiyattan artan temettû (kâr) da hissedarlara derecelerine göre tevzi olunsa!.. Sonra daha fazla bir ihtiyat olmak üzere bu şirket -sigorta şirketlerinin yaptığı gibi- kendisine benzeyen diğer şirketlere bir akidle raptedilse: İşte bu şirket temettû getirmesi itibâriyle adeta bir ticaret şirketi ve âfetzedeler için teberrûlara me’zun bulunması itibariyle de bir iane (yardım) sandığı demektir.”

 

Hissedarların, idare heyetini kazazedelere bağış şeklinde ödeme yapmaktan menedebilecekleri daha doğrusu idarecilere verdikleri bağış yapabilme yetkisini kaldırabilecekleri iddiasına karşı, bunun şirketin kuruluş amacına aykırı olduğunu ve dolayısıyla yersiz bir iddia olduğunu belirten Mustafa Sabri Efendi, yine de böyle bir ihtimale karşı, “şirketin önce bir yardım sandığı şeklinde tesis ve temettû fazlasını ortaklarına şartlı olan vakıf gelirleri gibi tevzi etmelidir” der. Bu şekilde artık kayıpların tazmini başlıca gayesi, doğrudan doğruya emniyet altına alınmış olur. Vakıfta daimîlik vasfı bulunduğuna nazaran, hissedarlardan birisi, şirketin sermayesinden meydana gelmiş hissesini alarak alâkasını kesmeyi arzu etmek iktidarına mâlik değildir…

 

Sigorta sandığı ve toplanan fonların idaresi mezkur müsteşarlığın gözetimi altındaki bir idare heyeti tarafından yapılır. Fonlar bizzat idare heyeti tarafından aynen bankaların fon kullandırma yöntemleriyle çalıştırılabileceği gibi bankalarla mudarebe ortaklığına gidilerek de işletilebilir… Fonun bir kısmı ayrı tutularak, üyelere belli sınırlar dahilinde karz-ı hasen verilebilir…

 

Sandık karşılıklı yardımlaşma esasına göre kurulduğu için hiç kimse üye olmaya zorlanamaz…

 

2- Tekaüd Sandığı

 

Emeklilik-tekaüd sandığı yukarıdaki yardım sandığı gibi kurulabilir. Üye olmak isteyenlerin maaşlarının belli bir kısmı sandığa aktarılır. Emekli olunduktan sonra üyeler ikramiye ve emekli maaşı şeklinde fondan istifade ederler. Ömrü uzun olanın daha fazla alması sözkonusu olacağından, fazlalık yardım olarak alınmış; üye erken ölür ve sandıkta alınmamış hakkı kalırsa bu da diğer üyelere teberrû edilmiş sayılır… Bu şekliyle tekaüd sandığı, karşılıklı yardımlaşma mahiyetindedir ve dolayısıyla her maaş erbabı herhalde üye olmaya zorlanamaz…

 

Emekli Sandığı bir de şu şekilde kurulup idame ettirilebilir: Her maaş erbabının emekli olacağı güne kadar maaşından belli bir yüzdesi kanun gereği kesilir ve sandığa aktarılır. Sandığa üye olmak kişilerin ihtiyarında değildir. Her maaşlı kanun gereği üye olmak zorundadır… Emekli olunduktan sonra üyenin toplam yatırdığı primler ve sandıktaki fonun işletilmesinden doğacak kâr-zarardan hissesine düşen miktar hesaplanır. Elde edilen toplam paranın belli bir yüzdesi (diyelim % 30’u) emekliliği müteakip üyeye verilir. Kalan kısım ise emekli maaşı olarak her ay ödenmeye devam eder. Sandıktaki hissesi bitmeden ölürse, kalan kısım maaş şeklinde veya toplu olarak mirasçılarına intikal ettirilir. Tersi olur da üye ölmeden sandıktaki hissesi biter ise artık maaş verilmez. (Bundan sonra eğer geçinecek durumu yoksa onun geçimi yakınları ve devletin üzerinedir).

 

Mezkur müsteşarlığa bağlı olacak sandık, seçilecek veya atanacak “idare heyeti” tarafından idare edilir. Toplanan fon da aynen sigorta sandığında toplanan fon gibi işletilir ve işletilmesinden doğacak kâr-zarar üyelere hisseleri-primleri nisbetinde yansıtılır… Emekli olsun-olmasın sandıktan bütün üyelere maaşlarıyla orantılı karz-ı hasen verilebilir ve bilahare peyderpey maaşlarından kesilir…

 

3- Zekat Fonu

 

Bu fon aracılığıyla zekata müstehak müslümanlara yeterli miktarda para temlik edilir… Bununla birlikte ihtiyaç sahiplerine karz yoluyla kredi de verilebilir.(?)

 

V- “Özel Mülkiyet Hakkına Bağlı Cemiyet Sermayedarlığı”

 

Bu sistemle Başyücelik Devleti, mülkiyeti topluma yaygınlaştırıcı yeni bir teşebbüs ve mülkiyet yapılanmasını amaçlamaktadır. Öngörülen sistem, bütün cemiyet fertlerinin muayyen ve eşit hisselerle katılımına açık millî ve anonim teşebbüslerden ibarettir. Bu çerçevede kendi başınayken yeterli bir güç ifade etmeyen ve teşebbüsten mahrum kalan çok sayıda küçük çaplı tasarrufun ortaklığıyla ziraî, ticarî, sınaî teşebbüsler kurulabilecektir. Ortakların sayısı iş ve teşebbüsün mahiyetine göre belirlenir. Teşebbüsler devletin organize ve öncülüğü veya devlet murakabesi altında özel şahısların organizasyonu ile kurulur. Hisselerin borsada alım-satımı mümkündür. Teşebbüs inan şirketi esasına tâbidir… Örnek: Bir demir-çelik fabrikası kurulacak ve bunun için 1 trilyon liraya ihtiyaç var. Bunun bir kısmını (diyelim ki 200 milyar lira) devlet temin etsin. Geriye kalan 800 milyar lira her biri 8 milyon liralık 100 bin eşit hisseyle toplansın. Yatırım tamamlanıp üretime geçtiğinde kâr-zarar hisse sahiplerine eşit olarak taksim edilir. Üretime geçtiği için tesis kıymetlense, diyelim ki 2 trilyon lira değer biçilse, bu kıymet artışı aynen hisselere yansıtılır.

 

FAYDALANILAN ESERLER:

 

1- İbrahimi Halebî. Mültekâ. (Ter: Mustafa Uysal). C:3. Konya-1993.

 

2- İbn Abidin. Reddü’l-Muhtar ale’d-Dürr’il-Muhtar. (Ter: Mehmet Savaş). C: 11. Şamil Yay. İst.-1984.

 

3- Abdurrahman Cezerî. Dört Mezhebin Fıkıh Kitabı. (Ter: Hasan Ege). C: 3. Bahar Yay. İst.

 

4- Fetâvayi Hindiyye. (Ter: Mustafa Efe). C: 5. Akçağ. Ank.-1985.

 

5- Fahruddin Râzî. Tefsir-i Kebir. (Ter: Suat Yıldırım, Lutfullah Cebeci). C: 6. Akçağ. Ank.-1989.

 

6- Ömer Nasuhi Bilmen. Hukûk-ı İslâmiyye ve Istılâhat-ı Fıkhiyye Kamusu. C: 6. Bilmen Yay. İst. – Büyük İslâm İlmihali. Bilmen Yay. İst.

 

7- Merginanî. Hidâye. (Ter: Hasan Ege). C: 2. Şelâle Yay. İst.-1984.

 

8- Prof. Anwar İqbal Qureshi. Faiz Nazariyesi ve İslâm. (Ter: Salih Tuğ). İrfan Yay. İst.-1972.

 

9- Prof. Hasan Zeme-Prof. Muhammed Faruk. Faiz Tarihi ve İslâm. (Ter: Osman Şekerci). Sinan Yay. İst.-1968.

 

10- Dr. İsmail Özsoy. Faiz ve Problemleri. Nil Yay. İzmir-1994.

 

11- Mecelle. (Metni ve Açıklamaları Kontrol Eden: Ali Himmet Berki). Hikmet Yay. İst.-1982.

 

12- Doç. Hamdi Döndüren. Ticaret ve İktisat İlmihali. Erkam Yay. İst-1993. – “Para, Kredi, Faiz ve Enflasyon İlişkileri.” (Makale). Para, Faiz ve İslâm. İSAV Yay. İst.-1987 – “İslâm Ekonomisi’nde Faiz ve Finans Kaynakları” (Mak.). İslâm Ekonomisi’nde Finansman Meselesi. Ensar Neş. İst.-1992.

 

13- Dr. Beşir Gözübenli. “Para Kavramı’na İslâmî Yaklaşım Üzerine Bazı Düşünceler”. (Mak.). Para, Faiz ve İslâm. – “İslâm’da Faiz Yasağı ve Paralı Ekonomi” (Mak.). İslâm Ekonomisi’nde Finansman Meselesi. Ensar Neş.

 

14- Doç. Ahmet Tabakoğlu. “İslâm’da Para Politikası Hakkında Bir Deneme.” (Mak.). Para, Faiz ve İslâm. İSAV Yay.

 

15- Dr. Abdulaziz Bayındır. “İslâm’da Faiz Mefhumu ve Unsurları” (Mak.) Para, Faiz ve İslâm. İSAV Yay.

 

16- Mehmet Erkal. “Madenî Para, Banknot ve Kağıt Para Mübadelesinde Faiz” (Mak.) Para, Faiz ve İslâm. İSAV Yay.

 

17- Prof. Ali Şafak – Doç. Hayreddin Karaman. İslâm Hukukuna Göre Alışverişte Vâde Farkı ve Kâr Haddi. İlmî Yay. İst.-1990.

 

18- Ahmed Hasenî. İslâm’da Para. (Ter: Adem Esen). İz Yay. İst.-1996.

 

19- Salih Mirzabeyoğlu. İktisat ve Ahlâk. İbda Yay. İst.-1987 – Parakutâ’. İbda Yay. İst.-1997.

 

20- Necip Fazıl Kısakürek. İdeolocya Örgüsü. Büyük Doğu Yay. İst. – İman ve İslâm Atlası. Büyük Doğu Yay. İst.-1985.

 

21- Prof. Avni Zarakoğlu. Para ve Kredi Bilgisi. Ank.-1989.

 

22- Prof. Feridun Ergin. Kredi Sistemi. İst.-1975.

 

23- Dr. Cihangir Akın. Faizsiz Bankacılık ve Kalkınma. Kayıhan Yay. İst.

 

24- Doç. İbrahim Kanyılmaz. “İslâmiyet ve Finansman Teorisi” (Mak.) A.g.e. Ensar Neş. İst.-1992.

 

25- Doç. Celal Yeniçeri. “İslâm’da Kredi Kaynakları ve Veriliş Biçimi” (Mak.) A.g.e. Ensar Neş. İst.

 

26- Mahmud Ahmet. İslâm İktisadı. (Ter: Y. Ziya Kavakçı). Cağaloğlu Yay. İst.-1975.

 

27- Doç. Nur Keyder. Para. Bizim Büro Yay. Ank.-1990

 

28- Dr. Osman Şekerci. İslâm Şirketler Hukuku. Marifet Yay. İst.-1981.

 

29- Ekonomi Ansiklopedisi. Paymaş Yay.

 

30- Milliyet Genel Ekonomi Ansiklopedisi. İst.-1988.

 

31- Mustafa Sabri Efendi. Meseleler Hakkında Cevaplar. Sebil Yay. İst.-1984.

 

32- Doç. Rona Turanlı. İktisadî Düşünce Tarihi. Beta Yay. İst. 1988

 

33- Doç. Tevfik Güran. İktisat Tarihi. İst. 1988

 

34- Prof. Mahmud Ahmed. İslâm İktisadı. (Ter: Y. Ziya Kavakçı). Cağaloğlu Yay. İst. 1975

 

35- Prof. Gülten Kazgan. İktisadî Düşünce ve Politik İktisadın Evrimi. Remzi Kit. İst. 1991

 

36- Mustafa Özel. Devlet ve Ekonomi. İz Yay. İst.

 

Kaynak: S.D., Akademya I. Dönem 8. Sayı, Ocak 1998.

Recep YAZGANRecep YAZGAN