Eski Çevre Bakanımız Sayın Rıza Akçalı beyle birlikte, Vakıf Heyeti olarak Manisa İlim ve Kültür Vakfı’nın mimarî planlarını yapan rahmetlik Mimar Hakkı İplikçi Beyin bürosuna ziyarete gitmiştik. Binamızın demir döşenmesi sırasında işin ustaları, “Çok fazla demir konmuş. Hesaplarda yanlışlık olmalı. Kalıpların içine betonun gireceği yer kalmamış. Bilgisayarlar hesaplamada çok fazla demir çıkarmış, kesinlikle yanlışlık var.” demişlerdi. Bunu oradaki mühendislere aktardık. Onlar “Artık elle çalışılmıyor, çizimler de, demir hesaplamaları da bilgisayarlarda yapılıyor; hata ihtimali çok düşük. Hem buranın hesaplarını 2-3 defa kontrolden geçirdik. Binanın üst salonlarında 200-250 kişilik toplantılar yapılacak dendiği için, bütün statik hesaplar da bu rakamlara göre yapıldı. Çok dikkatli çalıştık. Yanlışlık yok.” dediler.
Ortadaki büyük masanın üzerinde (adını sonradan öğrendiğim) bir Siklamen çiçeği vardı. Bozulmaması için bu pahalı ve nazlı çiçeğin üzerine şeffaf ince bir torba takmışlardı. Kendisi de inşaat mühendisi olan Rıza bey “Hakkı’cığım, vakıf binasının işleri kolay, biz bu çiçeğin ve benzerlerinin mimari ve statik hesaplarını yaptırmak istiyoruz.” deyince Mimar olan Hakkı İplikçi bey, (Yeni Asya Yayınlarının İlim Teknik Serisinin tamamını alıp okumuş imanlı birisi olarak) “Kusura bakmayın, bunu yapamayız. Dünyanın bütün binalarını yapabiliriz. Her türlü inşaatın planlarını ustalıkla ve eksiksiz çizer, hesaplarını hatasız hallederiz. Ancak bu çiçeğinki gibileri yapmaktan aciziz.” dedikten sonra Hakkı ve Rıza beyle birlikte neden yapılamayacağını orada uzun bir sohbetle birbirimize ve oradaki kalabalık mühendis grubuna anlattık. Herkesin çok hoşuna gitmişti.
Aynı konuyu Ayetü’l Kübra okurken genişletmeyi Cenab-ı Hak nasip etti.
Bir kere bu çiçekler binalar gibi sabit değildi. Önce çekirdek içinde ona lazım olacak bütün malzemelerin azot, karbon, hidrojen ve oksijenden üretilmesi gerekliydi. Bizim mimarî ve statik hesaplar dediğimizin benzeri, ilim adamlarının elli bin ciltlik bir kütüphaneyle anlattıkları genetik şifreler halinde çizilmeliydi ki bunu ne çizebilmek ne de oraya küçücücük bir yere yazmak bizim için muhaldi.
Sabit olmadığı için kısa bir süre sonra oradaki embriyon canlanınca hemen bütün planlar çok çabuk, göz açıp kapayıncaya kadar değiştirilmeliydi.Çünkü bu yapıda :
1. Hakîmâne TAĞYİR VE TAHVİLLER
2. Maslahatkârâne TEBDİLLER ve
3. Hikmetperverâne TECDİTLER hemen başlıyor.
Tabi bütün hazırlıklarımız tamam olsa, bütün malzemeleri o küçücük çekirdek içine yerleştirebilsek, elli bin ciltlik planları hatasız yapsak bile bütün bunlar bizim emrimizi dinlemezler ki canlı bir varlık için çalışmaya başlasınlar. Bildiğimiz kadarıyla henüz insanoğlu embriyonun hayat düğümcüğünün açılışını yakalayamamış, çözememiş. Hem burada kalıplarımız da görünmez olmalı. Hem her saniye çok küçük ve daima değişen görünmez kalıpları tıpkı Kaderin görünmez kalıpları gibi çok hikmetli yaparak bu kalıpları yine görünmeyen mutlak kudretli ustaların görünmez ellerine verebilmeliyiz ki -bunlar hayal bile edilemez- bu işlerde muvaffak olalım.
Bu safhayı aşsak önce bu inşaatta, yani çekirdekten ilk çıktığı zaman yine görünmez kalıplara kıl gibi demirler döşemeliyiz. Çünkü bitkilerdeki selülozik yapıyı bizim üretmemiz imkansız. (Devamı var)