1930'lu yıllarda maddenin atomlardan oluştuğu, onlarında proton, nötron ve elektronlardan meydana geldiği düşünülüyordu. O yıllarda Kuantum Fiziği doğuyor ve atomun bilye veya bilardo topu gibi davranmadığı onların maddi parçacıklarına dalgaların eşlik ettiği söyleniyordu.
Yeni teknik ve araçların olağan üstü geliştirilmesiyle 1935'lerde 6; 1955'lerde 18; İki binlerde 200'ün üstünde atom parçacığı tespit edildi. (Prof. Dr. Osman Çakmak, "Varlığın sınırlarında esrarlı yolculuk", Nesil Yayınevi, 2006, syf. 13)
Temel yapı taşlarını ararken, bütün parçalar arasında var olan, karmaşık(!) ilişkiler dokusu bulundu! Artık temel parçacık yoktu!
Yeni buluşlar, Kâinat ve madde anlayışında değişikliklere yol açmış, artık bir olayı sebep-sonuç ilişkisiyle açıklamanın doğru olmayacağı ortaya çıkmıştı. Sebep-sonuç alakası kurabilmek için gerekli kesinlik ortadan kalkıyor, bu yüzden varlığın teşekkülünü(!) maddi sebeplere bağlamak anlamsız hale geliyordu. Mesela, "Fotonun şu şekilde ortaya çıkmasına şu yol açtı" diyebileceğimiz bir şeyler ortada kalmıyordu. Görünüşte bir şey bulsak bile Foton ya da Atom taneciği bazen o şey olmadan da ortaya çıkıyor, yani "hiç sebepsiz" "yoktan yere" ortaya çıktığı görünüyordu! (age, 14)
Kütlenin %99,9'u, proton ve nötrondan ibaret bir çekirdekten oluştuğu görüldü... Çekirdeğin, kütlenin neredeyse tamamını içine aldığı halde, tüm otom içinde kapladığı yer on binde bir hacım bile olmadığı tespit edildi. Üçüncü temel atom parçacığı olan elektronların, çekirdeğin etrafında, yörüngelerde, DALGALAR halinde hareket ettiği anlaşıldı. Protonların da Kuarklardan oluştuğu tespit edildi. (age, 15)
Özetle Birleşik Alan Teorisi gibi bir manaya kilitlenen ilim, maddede 10 üzeri -33'lere inildiğinde sadece madde(!) enerji arası TİTREŞİMLERİ ifade eden SİCİM gibi esneme yeteneği olan birimler(?) diyerek sustu.
Artık sayısız atom altı parçalar ve atomda tespit edilen 4 kuvvetin her atomda bulunan vasıflar olduğu kabul edildi.
Atom Modelinin önde gelen mimarlarından Niels Bohr "...Atom taneciklerinin özelliklerinin tanımlanamayacağını belirtmekte ve onların ancak diğer sistemlerle giriştikleri etkileşimler aracılığıyla gözlenebileceğinin altını çizmektedir" (N.Bohr, Atomic Physics and the Description of Natura, s,57)
Bunlar insanı hayretler içerisinde bırakırken, çok önceleri bir İlahiyatçı olarak Bediüzzaman'nın söyledikleri ise, bu fizik ilminin olağan üstü tespitlerini teyit ederek daha ilerisine parmak basması, daha da heyecan vericidir:
"(TABİAT) Kâinat kitabıdır. Evet, şu kitabın bütün harfler ve bütün noktaları, birey olarak da, bütün eko sistemle birleşik olarak da Zât-ı Zülcelâlin (Celal sahibi Yaratıcımızın) varlığına ve birliğine, kendilerine has lisanla konuşup (İsra Süresi,17:44'deki:) "Hiçbir şey yoktur ki, Onu övüp Onu tespih etmesin. Kusursuzluğunu bilip kemalatını göstermesin manasını okuyorlar” ı söylüyorlar.
Kainatın atomlarının hepsi, (10 üzeri 80'in tamamı), birer birer, ZÂT ve SIFÂT ve diğer yönler ile hadsiz İhtimaller, olasılıklar arasında kararsız iken, birden bire bir yönü takip ederek, belli bir sıfatla, sıfatlanarak, özellik kazanarak, kendine has bir vücut ve hislerle donanarak, hayret veren faydalılıklar ile ortaya yeni çok farklı varlıklar olarak çıktığından Sanatkar olan Rabbimizin vücub-u vücuduna şehadetle, görünmeyen alemlerin örneği olan ilahî hakikatleri hisseden latifelerle Yaratıcıyı tarif eden Allah'a, bütün semavi dinlerin Hıristiyanlık, Yahudilik ve İslam'ın Yaratıcısına imanın lambasını ışıklandırıyor, akıl ve kalpleri Onun varlığına ulaştırıyorlar.
... Her bir Atom, kendi başıyla... Yaratıcısını, Sânatkarını, her şeyi sanatlı, mizanlı, ince ölçülerle yaratan, Sanatkarı, Faili olan Allah'ı ilân ettiği gibi, iç içe geçmiş, birleşik alan teorisi gibi, tasvirlere benzeyen şeyleri kainatta bir ağ gibi birbirine bağlanarak genişleyen terkiplerini, birleşiklerini her bir makamında ve her bağında, her ilişkisinde ve her bir dairesinde, her bir zerre (atom), bütün hareket ve faaliyetlerin dengesini, atomdaki dört kuvvetin(!) Berlin Üniversitesi Profösörünün anlattığı gibi çok hassas dengelerle oluşunu ve bunun daima muhafazasını; her ilişkisinde ayrı ayrı vazifeyi yerine getirip yüksek faydalılığı ortaya çıkardıklarından, Yaratıcı Sanatkarın gayesini, amacını ve hikmetini ortaya çıkarıp ve vücut ve birliğinin delillerini ifade ettikleri için, Rabbimizin varlığının delilleri, atomdan kat kat fazla olur.
Bir de Atomdaki bu sicimler ve titreşimleri ta 1930'larda: "Tahavvülât-ı zerrât, Nakkâş-ı Ezelînin kalem-i kudreti, kitab-ı kâinatta yazdığı âyât-ı tekvîniyenin hengâmındaki ihtizâzâtı ve cevelânıdır. Yoksa, madde ve tabiata verenlerin sandıkları gibi tesadüf oyuncağı ve karışık, mânâsız bir hareket değildir. Çünkü, bütün mevcudat gibi her bir zerre, mebde-i hareketinin başında Bismillâh" der. (Onun yaratmasıyla hareket eder. )Çünkü, nihayetsiz, kuvvetinden fazla yükleri kaldırır ve buğday tanesi kadar bir çekirdeğin koca bir çam ağacı gibi bir yükü omuzuna alması gibi... Hem vazifesinin hitâmında, "Elhamdülillâh" der. (Yani tezahür ettirdiği bu hali O Yaratıcıya vermek manasında O'na hamd eder.) Çünkü, bütün ukulü hayrette bırakan hikmetli bir cemâl-i san'at, faideli bir hüsn-ü nakış göstererek, Sâni-i Zülcelâlin medâyihine bir kaside-i medhiye gibi bir eser gösterir. Meselâ, nar ve mısıra dikkat et. (RNK-Sözler/743) ...diyerek, Kur'an'ın bu konudaki mesajını ortaya koymuştu.
Dr.Yamina Bouguenaya Hanım ve Prof.Dr. Osman Çakmak Beyler eserlerinde bunu hayretle ortaya koymuşlardır.(bkz, (Prof. Dr Osman Çakmak, "Varlığın sınırlarında esrarlı yolculuk", Nesil Yayınevi, 2006, syf. 27)