İNSAN, bütün hayat sahiplerinden çok yüksek, mümtaz ve müstesna olarak, hassas, acip, lâtif ve ince bir mizaçla yaratılmıştır. O yapısı yüzünden, insanda çok çeşitli arzular meydana gelmiştir. Meselâ, insan, en seçkin şeyleri ister, en güzel şeylere meyleder, ziynetli, süslü şeyleri arzu eder, insaniyete lâyık bir gelir ve şerefle yaşamak ister. Yaratılıştaki yapısından gelen, bu fıtri ve zaruri ihtiyaçlarını, istediği gibi güzel bir şekilde elde etmekte çok sanatlara ihtiyacı vardır. O sanatlara vukufu olamayacağından, diğer insanlarla yardımlaşmaya mecbur olur ki; her birisi, çalıştığı sahadaki ürettikleriyle diğer insanlara mübadele, değiş-tokuş şeklinde yardımcı olsun.
İşte bu sebeple insanın SOSYAL bir varlık olması önemli bir gerçektir. Bu durum Hukuk Fakültelerinde okutulan bir derste de insanlığın ilk çağlardan itibaren bu problemi değiş tokuşta anlaşarak halletmeye çalıştığı anlatılır. Tabi ki bu insanlar terakki ettikçe değiş-tokuş şeklini değiştirmiş her malın ve çalışmanın bir fiyata bağlanması, çalışanlar için ücret ve maaş şeklinde bir ödeme tespit edilmeye başlanmıştır. Ancak akıllı ve güçlüler o zamanda da hukuku bozup kendi menfaatlerini esas almıştır.
Fakat insanın yaşamasında zaruri olduğu için verilen Arzular, Gadap ve Akıl Rabbimiz tarafından imtihan için sınırsızca ve insanın tamamen hür iradesiyle, terakkisini temin etmek için, bu kuvveler serbest bırakıldığından, muamelâtta zulüm ve tecavüzler olmuştur. Bu tecavüzleri önlemek için, devletler ücret, maaş ve fiyatların adaletle tespitinde maalesef hala muvaffak olamamaktadır.
Şu sıralarda, ücret ve maaş alanlar, her dönemde olduğu kadar, ilgilileri ciddi ve sendikalı bir şekilde, zahiren de haklı olarak, kıyamet koparırcasına zorluyorlar. Bütün taraflar kendilerinin haklı olduğunu pek çok şeyler ortaya sürerek iddia ediyor. Ancak herkes kendi gözüyle, sadece kendi menfaatlerini düşünüp, öyle hareket etti! Asgari Ücretin en az şu kadardan az olmamasını isteyen ücretliler, işveren ve devletle de haklı bir mutabakatın olması gerektiğini hiç kale alamıyor. İşveren de sadece üretiminin maliyetini, menfaatine ve dahi lüks hayatına uygun kârıyla birlikte istediği fiyatla satmayı; bu hesabına göre de çalışanlarına verebileceği(!) ücreti kendine göre ortaya koymakta ısrarlı. Devlet de, bu dengeleri, enflasyonu ve geçinebilinecek ücretleri, mecburen alacağı vergileri, mali durumuyla da değerlendirip karar vermekte çok dikkatli olmak durumunda!
Geçmişteki pek çok Hükümet 2-3 anahtar vermeye, hayalî ücret ve maaş ödemeye kadar bu meselede güya kendi doğrularını, biraz da iktidarda kalmaya odaklanarak hallettiğini sandı; ama hiç birisi de sonuç alamadı! Durmadan Hükümet değişiklikleriyle devleti adeta defalarca batırdı! Çünkü fiyat tespitleri, üreticiden, son satıcı esnafa kadar aracı olanlarca, öyle korkunç ve alçakça yükseltiliyor ki hukuk ve akıl bile bu rezilliği durduramıyor. Üreticiden 35 kuruşa aldığı Yumurtayı 1 liranın üstünde; 500 kuruşa aldığı Domatesi, utanmadan 5.000 kuruşa satanlar, Ayçiçeğinde, Patateste, Soğan gibi zaruri yiyeceklerde de, maalesef “kendini pahalılık karşısında koruyayım” derken, bu yanlış davranışı bütün taraflara ayni insafsızlığı virüs bulaşmasından da tehlikeli bir şekilde sirayet ettiriyor. Tabi ki ücret artışlarını karşılamak düşüncesiyle İşletme sahipleri ustaca ürünlerinin fiyatlarını artırınca, kısa sürede pahalılığı durdurma için yapılanlar kısa sürede boşa çıkıverir. Hükümetler de iktidar için dengesiz kararlarıyla çoğu zaman devleti batırdı. Bütün taraflar sadece kendi menfaatlerini düşünerek adaletli bir davranış gösteremiyor. Yüksek hislerini frenleyemeyişi her şeyi bozuyor.
Bu halleri normale çevirecek Yüksek bir İlim ve Kudrete sahip bir güce tâbi olmadıkça, medeniyetler doğru bir proje geliştiremeyince, bu kısır döngü maalesef daima devam ediyor.
Devlet güçlü olmalı, bu derde bu gücüyle katılmalı, Fiyatlar da âdil; Ücretler de insanca bir hayata uygun olmalı. Ancak, bütün tarafların, doğru realiteleriyle değerlendirip, sadece kendilerini değil, diğerlerini de düşünüp, hakkını, haddini aşmadan, hırsa kapılmadan istemesinde mecburiyet var.
Batılı bütün Devletlerin, bu derdi nasıl hallettiğini ısrarla soran, sadece kendi bildiğine tâbi insafsızlar için, esasında perdeleri oldukça kalkmış gerçeği, anlatmak gerekiyor!
Onlar bütün dünyayı sömürerek, hala Sömürge Bakanlıkları bulundurarak bunu yaptılar. Kiliseyi bile pek çok yerde dini alet edip militanca kullanarak hallettiler. Koca Afrika’yı ve pek çok ülkeyi bakir halinden, kaynaklarını çalarak perişan hale getirip, köle yaparak gerçekleştirdiler. Hatta karşılıksız para basıp, her türlü gayri meşru yollarla pek çok milleti ezip, zorla tedavüle sokarak, bazen din, bazen mezhep, farklılıklarını alet edip soykırımlar yapıp-yaptırıp, taraflara silahlar satarak, kendilerine tâbi olan şahsiyetsizleri yönetimlere getirip adeta asırlarca dünyayı maddi-manevi sağarak becerdiler. Post Modern tarzlarla hukuksuzca savaşlar çıkartıp, dünya gelirini, hukukları çiğneyerek, talanlarını, büyük Hürriyet Heykelleri ve Demokrasi perdesi arkasında saklayarak hallettiler. ...
(Devamı da olacak inşallah)