Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 30-09-2019 08:59   Güncelleme : 30-09-2019 08:59

Asıl deprem okullarımızda!

“Ben anası okuma yazma bilmeyen, babası ilkokul mezunu bir dolmuş şoförünün çocuğuyum. Bizi bu yola sokan ebemin, dedemin duası, anamın, babamın gayreti. Babamın iki, üç tane dolmuşu vardı, dolmuşları sattı. 'Bunlar dolmuşa gider, gözü oraya kayar. Ben bu dolmuşları satayım, onlar okusunlar. İlkokul mezunu ama bunu düşündü, biz okuyalım diye dolmuşu sattırdı. 6 kardeşiz ve hepimiz de okuduk. Bir yerlere geldik, uğraşıyoruz. Elimizden gelen gayreti de yapıyoruz. Memlekete hizmet için buradayız.”

Asıl deprem okullarımızda!

Yukardaki sözler şu anki Milli Eğitim Bakanımız Sn Ziya Selçuk’a ait. Yanlış anımsamıyorsam eğer “Öğrenci Başarı İzleme Araştırması” basın toplantısından alıntı. Eğitimin içinden gelmiş ve hemen her kademesinde görev yapmış bakanımızın bu sözleri; aslında toplumumuzun geçmişte “okul” ve “eğitim” kavramlarına bakış açısını çok net yansıttığı için paylaşmak istedim.

Zira her fırsatta dile getirdiğim gibi eğitim sistemindeki çarpıklıklar, bir türlü oturmayan ve bu yüzden de her fırsatta değiştirilen sistem, yaşam becerilerinden ziyade kapital bir bakış açısıyla akademik başarıya odaklatılmış ve sayısı on milyonları bulan ama tüm gayretlerine rağmen ellerindeki diplomalarla iş bulamayan gençlerimiz eğitime olan yukardaki inancı yavaş yavaş törpülüyor artık.

Az evvel andığım ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın 4.sınıfta öğrenim gören 112 bin öğrenci ile yapmış olduğu “Öğrenci Başarı İzleme Araştırması” adındaki saha çalışmasının sonuçları bile benim bu tezimi doğrular nitelikte ne yazık ki. Zira bu araştırma sonuçlarına göre bu çalışmaya katılan 112 bin çocuğumuzun yüzde 40’ı okuduğunu anlayamıyor. Matematikte ‘akıl yürütme’ sorularını öğrencilerin yarısı yapamıyor. En başarılı sonuçlar fen bilimlerinde alınmış ve çocuklarımızın yüzde 6’sı fende tüm soruları doğru yanıtlamış ama gelin görün ki LGS ve YKS’de en düşük Türkiye ortalaması yine Fen Bilimleri’nde. Bu tabloyu ülke geneline yaydığınız zaman ise durumun vehameti ortaya çıkıyor.

Bakanlığın böylesi bir çalışmayı yapması bir tarafa bunu ayrıca kamuoyu ile paylaşması benim bakış açımla oldukça önemli ama öncelikle başta bakanlığımız olmak üzere eğitim çarkında görev alan her dişlinin öncelikle “eğitim” kavramının anlamını içselleştirmesi, bu kavramın altını doldurması gerektiğine inanıyorum.

Zira kangren olmuş bir yara, pansumanlarla iyileştirilemez.

Çocuklarımızı ve gençlerimizi heba eden, onların ilgi, istidat, kabiliyet ve yeteneklerini ön plana çıkarıp onları topluma ve insanlığa faydalı birer fert haline getirmek yerine bunların tümünü törpüleyip kapital bir bakış açısıyla revaçta olan mesleklere yönlendirme gayreti içine giren; bilgi deposu beyinler, sınav kazanan çanta hamalları, tıkanmış eğitim sistemine kendini tıpa olarak görev addeden ebeveynlerden oluşan bir toplum “eğitim” kavramını anlayamamış demektir.

Çünkü tarihimizden edebiyatımıza, coğrafyamızdan bizi biz yapan has özelliklerimize kadar en mükemmel, en sahih, en sağlam, en muciz, en edebi kaynaklarıyla övünen bizleriz ama öte yandan bu dinamiklere olan ihtiyacımızı, bunlarsız düşüncenin ve davranışın biçareliğini idrak edemeyen yine bizleriz!

Nerden okuduğumu anımsamıyorum ama merhum Cumhurbaşkanımız Turgut Özal zamanında gerçekleşmiş bir olay anlatılır:

Cumhurbaşkanımızın daveti üzerine Japon eğitim uzmanları gelerek ülkemizin eğitim sistemini incelemiş ve Özal’ın bürokratlarının da hazır bulunduğu bir ortamda raporlarını sunarak “Sizin eğitim sisteminizde milli ruh yok!” demiş ve eklemişler;

“Biz Japonya'da okula başlayacak çocuklarımıza “milli ruh” şoklaması yaparız. Onları önce toplu halde hızlı trenlere bindirir, dev fabrikalarımızı, teknoloji merkezlerimizi gezdirir, ülkemizin gücünü gösteririz. Sonra da bu yavrularımızı alır Hiroşima ve Nagazagi'ye götürür, orada atom bombası atılan ve yıllardır ot dahi bitmeyen alanları gösterir deriz ki:

Eğer siz çalışmaz, bilinçlenmez ve az önce gördüğünüz teknolojiye sahip olmak için çalışmazsanız sonunuz böyle olur.

O an mevcut bürokratlardan biri atılır: “Ama bizim Hiroşima'mız yok ki!” der ama Japon uzmanın cevabı tokat gibidir:

“Sizin Çanakkale'niz on Hiroşima eder!”

Evet, sadece arz ettiğim şu yaşanmışlık dahi aslında çocuklarımıza okuldan, dersten, kitaptan daha çok değer vermemiz gerektiğini fısıldıyor. Hayati bir mevzuyu, uzmanların ciddiyet ve özenle ele alması gereken, ortak akılla yürütülmesi gereken şah damarı niteliğindeki bir mevzuyu deneme tahtası haline getirmiş durumdayız. Gençlerin hisleri, hevesleri, istek, heyecan ve mutlulukları umurumuzda bile değil. Çünkü onların değil bizim istek ve heveslerimiz, olmak isteyip de olamadıklarımız, gelecek kaygılarımız ön planda.

Ama her gün yenisi yapılan araştırmalar açıkça çocuklarımızın soru sormayı, düşünmeyi, eleştirmeyi, araştırmayı öğrenemediğini gözler önüne seriyor. Bizim ise rekabet edebilir, düşünen, sorgulayan, üreten nesiller yetiştirecek, digital çağa ayak uydurmuş, bilime dayalı bir sisteme ihtiyacımız var.

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ

adminadmin