Fikir
Giriş Tarihi : 11-04-2018 15:24   Güncelleme : 11-04-2018 15:24

Azametli medeniyetin evlatları!

Yeryüzüne bakıldığında, coğrafyalar üzerinde şöyle bir göz gezdirildiğinde görülmektedir ki, nereden bir feryad yükseliyorsa, nerede bir kan, gözyaşı ve zulüm varsa hepsi İslam beldelerindedir. Ne yazık ki, kan ve gözyaşı Müslümanların üzerine çöreklenmiştir. Zulüm Müslümanların üzerine abanmaktadır. En acısı da ölenin, öldürenin, vuranın ve vurulanın da Müslüman olmasıdır. Tetiği çekenin Allah-u Ekber diyerek tetiği çektiği, kurşunların saplandığı bedeninde Allah-u Ekber diyerek can veriyor olduğu büyük bir vahamet ile karşı, karşıyayız.

Azametli medeniyetin evlatları!

Oysa İslam, silm kökünden gelmekte ve barış manası taşımaktadır. Müslümanlar akıllı ve şuurlu insanlardır. Müslümanlar bir vücudun azaları gibidir. Müslümanlar kardeştir. İslam hoşgörü dinidir. Neden peki ölen de Allah-u Ekber diyor, öldüren de Allah-u Ekber diyor? Bize ne oluyor? Kim bizi birbirimizle vuruşturuyor? Biz nasıl oluyor da Siyonistlerin, emperyalistlerin oyunlarına geliyor, onların tuzaklarına düşüp birbirimizin kellesini alıyoruz?

Böylesine ince bir dinin, hayatın her alanına işlemiş, hücum etmiş, sosyal yaşantımızın gölgeliklerine ve en uç kısımlarına kadar dahi hükümlerinin belirli olduğu bir dinin mensupları nasıl olur da böylesi bir girdabın içerisine girer? İslam dini tüm farklılıklarımıza rağmen bizi kardeş kılıyor. Hazreti peygamber rahmet ve cihad peygamberi olarak karşımızda duruyor, bizi iyilik ve güzellik yoluna sevk ediyor. Hoşgörü temelli koca mazimiz, şanlı tarihimiz ve geçmişimiz bize anlayışın ve bağışlamanın benzersiz meyvelerini tattırıyor.

Hal böyleyken, sahip olunması gereken tüm meziyetlerimizin yozlaşmalardan nasibini aldığını gizleyemiyoruz. Bu, İslam’ın yanlışlığından veya yanlış anlaşılabilecek bir potansiyelde olmasından değildir. Bu, İslam’ın yanlış anlaşılması için tarih boyunca İslam ile Müslümanlar ile savaşmış ancak onları mağlup edememişlerin amaçlarına ulaşıyor olmalarının bir alametidir. Ebedi saadet rehberimiz yüce kitabımız Kuran-ı Kerim’i elimizden alamayacaklarını anlayan bu güçler, Kuran- Kerim’i, İncil ve Tevrat gibi tahrif edemeyeceklerini de biliyorlardı. Ancak, ırkçılığa dayalı sentezcilik, mezhepçilik, menfaatçilik, bana dokunmayan yılan bin yaşasıncılık ve benzeri zararlı ve zehirli tohumları Müslümanların gönül ve zihin dünyalarına üstün uğraş ve gayretlerle sokmayı başararak, İslam’ın yanlış anlaşılması ve yorumlanmasının temel zeminini teşkil etmişlerdir.

Yine bu güçler, farklılıkları büyük bir zenginlik olarak ele alan, dini, dili, ırkı, mezhebi ve meşrebi ne olursa olsun tüm insanların kemiklerinin beyaz olduğunu idrak eden ve tüm insanların huzur ve barış içerisinde yaşama hakkını tanıyan azametli medeniyetin evlatlarını bugün farklılıklar üzerinden birbirlerine düşürmektedirler. Bunların yanı sıra belde ve coğrafyalarımızı kan ve gözyaşı membası kılmakla kalmayıp parça, pinçik etmek suretiyle de toparlanıp yeninden ayağa kalkabilmemizi imkânlar dâhilinden çıkarma çalışmalarını süratlice sürdürmektedirler. Onlar bu çalışmaları büyük bir aşk, şevk ve gayretle sürdürürlerken yapılması gereken nedir? Bütün bu kadar Müslüman ülke derbeder edilmiş, harabeye çevrilmişken düştüğümüz yerden kalkmak ve yeniden tüm insanların saadet ve selamet bulacağı o muntazam mekanizmayı kurmak nasıl mümkün olacaktır?

Bu mekanizmanın kurulması için öncelikli olarak Müslümanların şekilcilikten ve taklitçilikten kurtularak, kendi öz benliklerine, İslam’ın açık ve seçik olarak orta yere koyduğu reçeteye sarılmalarıyla mümkündür. İslam, İslam’ın yaşanmışıdır diye bir tabir kullanılmaktadır. İslam, konuşma dini değil, uygulama ve tatbik etme dinidir. İslam, yaşamak dinidir. Kuran-ı Kerim de ne bir tarih kitabı, ne bir coğrafya kitabı ne de bir menkıbe ve şiir kitabıdır. Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in Sakarya Türküsünde ifade edildiği gibi  ‘’Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya’’ demek suretiyle İslam’a sarılarak, Kuran’a ve Sünnet’e sarılarak ayağa kalkmalıyız.

Biz eğer İslam’a sarılır, hakkı tutar kaldırır isek, onların ne kadar gücü olursa olsun, ne kadar maddi üstünlükleri olursa olsun, ne kadar topları, tankları, mermileri olursa olsun dün nasıl ki Çanakkale’de bu milletin imanı, düşmanın her türlü maddi üstünlüklerine galebe çalıp Çanakkale’yi geçilmez kıldıysa, yine aynı imana, inanca, ruh ve şuura sahip olunması halinde tarihin tekerrür ediyor oluşuna bir kez daha şahitlik etmiş olacağız. Burada bir de kaçırılmaması ve ıskalanmaması gereken bir husus vardır. Biz maddi ve manevi imkânlarımızı ardına kadar kullanmış, tüm gayret ve çabamızı sergilemiş, manevi derecelerimizi yükseltmiş ve bir o kadar da maddi olarak hazırlıklarımızı tamam etmiş olmalıyız. Çünkü Müslümanlar her devrin en ilerici insanlarıdır. Batının sahip olduğu ilmin kaynağı, teknolojik ilerlemenin temeli Müslüman bilim adamlarına dayanmaktadır. Öyle ya Cenab-ı Hak çalışana veriyor. Biz ortaya koymuşuz, onlar tutup yukarılara taşımışlar. Ancak bugün yine biz onlardan daha ilmi çalışmalar yapabilir, yüksek teknolojiye sahip olabiliriz. Onların elinde zulüm aracı olan teknoloji ise bizim elimizde huzur ve barış aracı olur.

Bugün kapitalist sistemin adaletsizlikleriyle çevrelenmiş 7,8 milyar dünya insanlığının da huzura ve barışa ihtiyacı vardır. Müslümanların ayağa kalkmasıyla kuvveti üstün tutan zihniyetin devrilmesi, bunun yerine hakkı üstün tutan zihniyetin hakimiyetini ikmal etmesiyle birlikte hak ve adalete dayalı bir düzenin kurulması bütün insanları saadete kavuşturacaktır. Nihayetinde belli bir zümrenin servetlerine servet katmalarını sağlayıcı bu zalim sistemin sürdürülebilir olmadığı aşikârdır. Tabi önce biz ayağa kalkacağız ve yeryüzünde yaşayan bütün bir insanlığın kurtuluşunu temin edici vasfımızı yeniden sırtlanacağız.  

Unutmayalım ki, mutlak güç, kuvvet ve kudret sahibi Cenab-ı Hak’tır. İslam beldelerinin içerisinde bulunduğu buhranın görüntüsüne aldanıp da umutsuzluğa kapılmayalım. Rabbimiz Ali İmran Suresi 139. Ayet-i Kerimesinde ‘’Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz üstün gelecek olan sizlersiniz.’’diye müjdeliyor.

Şimdi fert, fert Efendimizin fedaisi Ebû Dücâne (r.a.)’ın şu sözünü her an görebileceğimiz bir noktaya çakışımızla diriliş meşalesini tutuşturmuş olacağız;

‘’Korkaklıkta ar, ilerlemekte şeref var!’’

Ahmet Mücahid Yıldız

 

adminadmin