Fikir
Giriş Tarihi : 07-10-2018 12:23   Güncelleme : 07-10-2018 12:23

Batı’yı ve Doğu’yu İyi Bilmeliyiz!

Biz, 300 senedir Batı’dan sadece korkmayı denedik. Kendimizi geliştirmeyi, ekonomimiz, sanayimizi, ticaretimizi, üretimimizi artırmayı hiç denemedik. Bu psikoloji bize iyice sindi. Bundan dolayı Batı’ya giden her yeni öğrencimiz zehirlenip geri geldi.

Batı’yı ve Doğu’yu İyi Bilmeliyiz!

Son dönemde Türkiye’de yaşananların hepsinin “kontrollü cesaret” sonucu elde edildiğini söyleyebiliriz. Bir Anadolu tabiri vardır; -afedersiniz- “iti vurmayacaksın, korkutacaksın.” diye… Batılılar bize yıllarca bunu yaptılar. Batı’nın güçlü olduğuna “ikna” olduktan sonra aslında bu bizim felaketimize dönüştü. Yani Batı’nın güçlü olduğuna ikna olup realiteyi fark edip ona göre çalışmamız gerekirken, çalışmayı bırakıp yüzyıllar boyu korkmayı denedik. 1718 Lale Devri’nden beri ‘Batı’dan mülhem yenilikler alalım’ diye diye 2018 yılına geldik. 300 yıldır hâlâ “reform” diyoruz. O zalim Cengiz’in devleti 88 sene sürmüştü. Büyük İskender’in devleti 36 sene sürdü. Bir başka zalim Timur’un devleti 137 sene sürdü. Saymış olduğumuz devletlerin kuruluş ve yıkılış süreçlerinden, ömründen çok daha fazlasını bizde “reform süreci” aldı. Böyle bir şey olması mümkün değil. Bir arabayı 2-3 günlüğüne tamirciye veriyorsunuz; arabanın tamiri yapılış sürecinden daha fazla? Böyle bir şey... Batı’dan mülhem yenilikler, yenilikler, yenilikler… Burada bir sorun var.

300 Yıl Batı’dan Korktuk

Sorun şu;

Bizim ülkemizi geliştirme, gelişmemiş yönlerini tedavi ettirme adımlarımızın hiç biri en büyük eksiğimiz olan teknoloji merkezli değildi. Teknoloji merkezli yenilik almaya gidiyoruz; arkasından hayat tarzı dayatmasında bulunuyorlar. Biz de onu alıp geliyoruz. O zaman bize söylesinler; teknoloji merkezli adım atmışsak, Türkiye neden hâlâ onların da istediği seviyede değil? Neden hâlâ “muasır medeniyet seviyesi”ne çıkamadık? Biz, 300 senedir Batı’dan sadece korkmayı denedik. Kendimizi geliştirmeyi, ekonomimiz, sanayimizi, ticaretimizi, üretimimizi artırmayı hiç denemedik. Bu psikoloji bize iyice sindi. Bundan dolayı Batı’ya giden her yeni öğrencimiz zehirlenip geri geldi. Her giden öğrenci bize yüzyıl önce Namık Kemal’in söylediğini tekrar edegeldiler; “Batı ileri biz geriyiz, Batı ileri biz geriyiz.” Bu fitne Namık Kemal’den beri devam ediyor. Zehirlenip gelen gençlerimiz bizim buradaki gençlerimizi zehirliyor. Ve biz bir türlü ne teknolojimizi geliştiriyoruz, ne de -burası çok önemli- kendi gücümüzün farkına varıyoruz. Son yıllarda yapılanlar hariç… Türkiye ciddi üretimler yapıyor artık.

Batı Eskisi Kadar Güçlü Değil, Türkiye Eskisi Kadar Zayıf Değil

Şu noktanın çok iyi bilinmesi gerekir;

Batı ne eskisi kadar güçlü, ne de biz eskisi kadar zayıfız. Fakat Batı’ya korku merkezli baktığımız için bunu cesaretle ölçmeye bile cesaret edemiyoruz. Ölçmeye teşebbüs edemememizin iki sebebi var: Biri cesaretsizlik, ikincisi tembellik. Batı’yı ölçmek için hem Batı’yı hem Doğu’yu iyi bilmemiz gerekiyor. Bu hususta ne okuyoruz, ne öğreniyoruz, ne yeni gelişmelerden haberdarız; cahiliz. İkincisi Batı’nın hâlâ güçlü olduğu vehmiyle hareket ediyoruz.

Bugün yaşananlar, Batı’nın eskisi kadar güçlü olmadığını çok açık bir şekilde gösteriyor. Eski iktidarlar bunlara teşebbüs bile edemezdi. Bir örnek verelim; 1923 yılında Lozan Anlaşması sırasında Yunanistan-Türkiye arasında “kıta sahanlığı” 3 mil olarak belirlenmişti ve bu 8 devlet tarafından imzalandı. Fakat 1926’da, küçücük Yunanistan kıta sahanlığı sorununu tekrar çıkarıp tek taraflı olarak sınırları 6 mile çıkardığını ilân etti. Türkiye 8 devletli anlaşmayı lehine çevirip “ben bunu kabul etmiyorum, en azından 8 devletin de onaylaması gerekir” veya “diğer ülkeler razıysa ben razı değilim” diyebilirdi; denilmedi. Yunanistan’ın bu kararını kabul etti. Yani bize her istediklerini yaptırdılar. Bunda en büyük etken neydi? Korku! Bizi korkutarak her şeyi yaptırdılar. Burada “kontrollü cesaret”ten bahsediyorum. Minareden atlamak cesaret değildir. Ancak gücümüz oranında cesaret de göstermeliyiz. Biz şimdiye kadar bunu göstermedik. Bunu daha önce Davos’ta, “van minut” olayında gösterdik. Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı operasyonunda gösterdik. ABD bundan birkaç ay önce “Türkiye’ye vize uygulaması yapıyorum” dedi; kapıyı çarpıp gitti. Biz de bunun aynısını yaptık, geri dönen kendisi oldu. Heyet gönderdiler; vize görüşmeleri yeniden başlatıldı. Biz bugün de daha önce gördüklerimizi üst üste görmeye devam ediyoruz.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Elinizden ne geliyorsa yapın, ama bir an önce yapın” ifadesini kullandı ve onların istediklerini yapamadığını gördük.

Dolar Güven Kaybetti

24 Haziran seçimleri öncesinde dolar, 4.85’e çıkmıştı. Doların ateşini 35 kuruş indirebilmek için 3 puan faiz artırmak zorunda kalmıştık. O da 4.50 seviyesine nazlanarak inmişti. Şimdi 7.15 seviyesini gördü; 6’nın da altına düşürülebildi. ABD teraziye çıktı, dünyada etkin olduğunu tahmin ettiği gücünün kilosunun altında ağırlığı olduğunu gördü. Yani ABD’nin korkuttuğu kadar gücü olmadığını görmüş olduk. Türkiye ABD’den güçlüdür demiyorum; ancak herkes istediği gibi istediği zaman savaş başlatamaz. Silahlı veya iktisadi… Her ülkenin kendisine ait çekince ve sakıncaları, öncelikleri vardır. Bizim de hesaba katılması gereken ülke olduğumuzu adım adım görüyoruz.

Son haftalarda ABD’nin dünya karşısında çaresizleştiğini ve yalnızlaştığını görüyoruz. Bir süre önce ABD’nin Londra Büyükelçisi İngiltere’yi tehditle, “İran’a karşı yaptırımlara katılmazsa sonuçlarına katlanır” şeklinde İngiltere’yi iyice karşısına aldı.

7 Eylül’de Erdoğan-Putin-Merkel ve Makron bir toplantı yapacak. Bu adım, ABD’nin adaletsiz tutumlarına karşı oluşan yaklaşımlardır. Belki de “Amerikan yüzyılı”nın sonuna da şahit olacağız. Buna inanıyorum. Tartışılmaz gibi görünen doların perişan halde oluşu, Katar Emirliği’nin Türkiye’ye 15 milyar dolar yatırım getirmeye karar vermesi, Merkel-Erdoğan görüşmesinde Almanya ve Türkiye hazine bakanlıklarının buluşma kararı alması, doların sert bir şekilde düşmesi, bizim eskisi kadar zayıf, Batı’nın da eskisi kadar güçlü olmadığının açık göstergeleri.

Burada ABD başka bir şey daha kaybetti. Dünyada kahir ekseriyetle dolar kullanılıyor. Dünya doların silah gibi kullanılacağına şahit oldu. Oysa para ilişkileri güven merkezlidir. Bir bankanın sahibi, kendi bankasını soyarsa, mevduat sahipleri mümkünse oradan parasını çeker, hatta kimse oraya gidip para yatırmaz. Dolayısıyla bankalar kendi iktisadi varlığını sürdürmek için piyasaya güven telkin etmek zorundadırlar. Bu güven olmazsa anında batarlar. ABD dolarıyla bırakın güven telkin etmeyi, silah olarak kullanıldığını gösterdikten sonra diğer ülkeler de şunu düşünmeye başladı; “bu silah bize karşı da kullanılabilir, bir an önce bu tehditten sıyrılmanın yoluna bakmalıyız”. Bu ise ABD’de hiperenflasyonun oluşması mânâsına gelecektir. Düşünün, Türkiye’de olduğu gibi dünyadaki bütün dolarları adeta kampanya şeklinde bozarsa, o dolarlar uçarak ABD’ye geri gidecektir. Bu dolarlar ABD sathını birkaç kez kapatacak şekilde kapsayacak. Bu ne zaman gerçekleşir bilmiyorum. ABD bunu yapmakla aslında “dolardan bir an önce uzaklaşın” demiş oluyor. Trump, ABD dolarına güvensizliği ilan etmiş durumda. Geçtiğimiz gün attığı bir tivitle, “paramızın ne kadar güçlü olduğunu görüyorsunuz” derken aslında şunu söylemiş oluyor; “ben paramla istediğimi döverim.”

Bazı Ülkelerin Parçalanması Plânlanıyor

Çin, para birimi Yuan’ı altına endekslemek için süratle çalışmalarına devam ediyor. Çin binlerce ton altın topluyor. “Bir Yuan-bir altın” şeklinde dünyaya eşdeğer ilan edildiğinde işte o zaman doların hakimiyeti sona erecek. Bilindiği gibi, dünya ülkelerindeki merkez bankaları altına endeksli değil. Bu bankalar altına endeksli Yuan’a dönecek. Bu hengâmede şahıslar da Yuan’a endeksli altına dönecek.

ABD 1970’lerden beri başkan Nixon tarafından Vietnam savaşı gerekçe gösterilerek altına endeksli para basmaya başlamıştı. Sürekli karşılıksız para bastılar. Birçok devlet o tarihten bu yana ABD’ye karşı diş biliyordu zaten. Gücü yetmediği için kalkışamıyordu. Herkes karşılaştığı haksızlık durumunda sağına soluna bakıyor, kimsenin onu destekleyemediğini görünce yutkunup o şekilde devam ediyordu. Şimdi eski ajandalar çıkarılıyor yavaş yavaş. ABD’nin tahakkümünden ilk kurtulmaya çalışan ülke Almanya. Almanya esaret altında. Kendi ordusu yok. Ülkelerinde 25 bin Amerikan askeri var. 35 ABD üssü var. ABD’nin 5. Ordusu orada konuşlu. Ancak bugün Almanya Türkiye’nin tutumundan cesaret alıyor. Almanya belki orta belki uzun vadede ABD’ye karşı başkaldırırsa şaşırmamak lazım. Türkiye ile birlikte attığı adımlar aslında bu yöndedir. Türk ekonomisinin bozulması Almanya’nın işine gelmiyor. İngiltere de tehdit görüyor. Ancak İngiltere’nin Türkiye ile farklı hesapları var. Gelecekte Türkiye ile hesaplaşacaktır. İngiltere şimdilik Çin’i güçlendirerek ABD’nin karşısına dikmeye çalışıyor. Küreselcilerin temsilcisi İngiltere, aslında Almanya ile hesabı olsa da şu aşamada herhangi bir çatışmaya girmiyor. Londra-Pekin demir ipek yolu hayata geçtiği takdirde İngiltere daha da güçlenecek. Bu yolla İngiltere, dünya ticaretinin önemli bir kısmını kontrolüne almayı hedefliyor. Burada ABD ciddi zararlar görüyor, engellemeye çalışıyordu. Başaramadılar. Almanya ABD’nin kaybedeceğini görüyor ve etkisinden sıyrılmaya çalışıyor. ABD’nin parçalanmasını isteyen İngiltere, 40-50 yıl sonra Çin’in de parçalanması için uğraşacak. Daha önce Fransız İmparatorluğunu, Rus Çarlığını, Avusturya-Macaristan İmparatorluğunu, Alman ve Osmanlı İmparatorluğunu parçaladıkları gibi… Dünya devletlerinin sayısı 100’den çok aşağıdaydı. Şu an 196 devlet mevcut. Parçalanma süreci devam ediyor; ABD ve Çin’in de parçalanması gerekiyor. ABD karşısına çıkan her gücün yanında olmak istenmesi anlaşılır bir durum. Türkiye’nin cesareti daha zayıf veya çekimser olan ülkelere şunu gösteriyor; “korktuğunuz Amerika bu işte…”

Kaynak: Prof. Dr. Ebubekir Sofuoğlu - Aylık Dergisi 168. Sayı

adminadmin