Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 19-07-2017 08:32   Güncelleme : 19-07-2017 08:32

Darbeci Generalleri Tam Da Yenmek Üzereydik

28 Şubat 1997 Post Modern Darbesinin en önemli dayanağı başörtüsü olup bu yüzden binlerce asker, bürokrat ve çalışan işlerinden atılmıştır. İşte bu dönemin unutulan bir yönünü ve Feto ile Yaşar Nuri Öztürk’ün bir ihanetini daha anlatmak istiyorum.

Darbeci Generalleri Tam Da Yenmek Üzereydik

28 Şubat 1997 Post Modern Darbesinde faşist generaller, başörtüsünü gerekçe göstererek Silahlı Kuvvetlerde büyük bir kıyıma giriştiler. Devrin bütün siyasetçileri, bu kirli ve iğrenç muameleye sessiz kaldıkları yetmiyormuş gibi bin yıl sürecek denilen darbe sürecini istemeyerek dahi olsa kabullenmişlerdir. Hatta Ak parti hükümeti döneminde dahi binlerce asker ordudan atılmak durumunda kalmıştır.

Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararlarına şerh düşmek ordudan atılma işlemini durdurmamıştır. Şerh düşülerek atılan binlerce asker vardır. Ne yazık ki bunların hiç birisi, haksız yere işten atıldıkları kabul edilse dahi; en küçük bir tazminat dahi alamamışlardır. Üstelik benim gibi mecburi hizmetini bitirmediği için ordudan ayrılanlara tazminat ödettirilmiştir. Bu parayı benden istemeyip kefil olan komşumdan alarak insanları çileden çıkarmayı pek iyi bilirler.

2010 Referandumunda YAŞ kararlarının yargı denetimine alınması ile birlikte 6191 sayılı kanun çıkarılmış YAŞ mağdurlarının kamu kurumlarında çalışmasına imkân tanınmıştır. Ayrıca sosyal güvenlik primleri Kuvvet Komutanlıklarına ödettirilmiştir. Bu kanun çıktığında çok sevinmiş diğer mağdurların özellikle de kararname ile ordudan atılanların da haklarına kavuşacağını ümit etmiştik. Lakin aradan 20 yıl geçmesine rağmen hiçbir düzenleme hayata geçirilemedi. Gizli bir el, hazırlanan yasa tasarılarını tam Meclis gündemine gelmişken engelledi. Hala dahi; Ak Partinin bütün organları tarafından onaylanan hatta Cumhurbaşkanının ivedilikle yasalaşmasını istediği bu tasarı, sümen altında bekletilmektedir. Allah akıl ve vicdan versin diyelim, elden başkası gelmiyor…

Tekrar 28 Şubat dönemine dönüp tam başarı kazanmak üzere iken hainlerin nasıl ortaya çıkıp inançlı insanların muvaffakiyetlerine çomak soktuğunu anlatayım. Aynen şimdilerde olduğu gibi gizli bir el, mağdur insanların haklarını almasına mani oluyor bunu da kamuoyunda öne çıkmış Feto gibi aşağılık insanlar eliyle icra ediyordu.

O günkü deyişle “türban” adı verilen Allah’ın emrini yapmaya çalışan vatandaşlarımız acımasızca haksız muamelelere maruz bırakılmışlardır. Hâlbuki türban Hintlilerin kafasına sardıkları boynu açık bırakan ve başörtüsü ile alakası olmayan bir başlık şeklidir. Başörtüsüne siyasi bir içerik yüklemek isteyen darbecilerin diline pelesenk olan bu türban hikâyesi aynı zamanda FETÖ’nün mahiyetinin anlaşılmasında büyük rol oynamıştır.

Dikkat ederseniz ismi “Fethullah” değil “Fetullah” diye geçmektedir. Aynı Kemal değil de “Kamâl” isminin kullanılması gibi. Zira T.C. kimliğinde yazan isimler bu şekildedir. Tek bir harfe bakıp aldanmayınız. Çünkü isimlerde tek harf dahi olsa büyük anlam kaymalarına yol açmaktadır. Bu isimler şahısların istek ve arzuları ile kullanılmaktadır. Örneğin Feto, basit bir müracaat ve işlemle yapılabilecek bu düzeltmeyi yapmamakta “feth” yerine “fet” harflerini kullanmaktadır. Arapça açmak manasındaki söz “kesmek” manasını almaktadır. Keza Arapça ve Türkçe olgunluk güzellik manasındaki “kemal” yerine İbranicedeki “Kamâl” yani “Tanrının gücü” anlamı tercih edilmektedir. Kam veya kamal eski dilde Şaman rahiplere denilir. Kale, burç anlamında kullanılmaz. Keza Kamâl, büyük sesli uyumuna da uymamaktadır, çünkü Türkçe değildir…

Her ne ise bu konuda dahi çok söylenecek söz olup daha önceki makalelerime müracaat edilmesini öneriyor asıl anlatmak istediğim konuyu yani başarıya ulaşmış iken nasıl kaybettiğimizi anlatmak istiyorum…

Feto, 28 Şubat sürecinde başörtüsünü tahfif ve tahrif eden açıklamalarda bulunuyordu. 14 Asırdan beri Müslümanların, dünyanın her yerinde hatta Afrika’nın en sıcak bölgelerinde dahi giyinmekten çekinmediği başörtüsünü “füruat” olarak nitelendirmekten çekinmiyordu. Feto’nun bu fenalıkta da sabıkası oldukça kabarıktır zira hanımların başlarını açmalarını teşvik etmiş, başörtüsü takmak için mücadele veren kızları ise aşağılamaktan çekinmemiştir. Hatta çeşitli okul ve işyerlerinde başını açmayan kızlara baskı uygulamıştır. Baskı sonucu ağlayıp sızlayan sayısız kadıncağıza rastlamak mümkündür.

Bu dönemde askeriyede özellikle de Deniz Kuvvetlerinde kavga-kıyamet sürüp gidiyordu. Komutanlara karşı disiplini bozma pahasına başörtüsünü müdafaa ediyor bunu yasaklamanın akıl dışı olduğunu anlatmaya çalışıyorduk. Çoğu zaman komutanlar bize hak veriyor böyle bir yasağın olamayacağını, en azından kişinin eşinin kıyafeti nedeniyle suçlanamayacağını kabul ediyorlardı.

İşte tam da amiral ve generallere bu akıldışı yasağın kalkması gerektiğini kabul ettirmek üzere iken devreye İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Yaşar Nuri Öztürk, sokuldu. Başörtüsünün dinde yeri olmadığına dair beyanatlar verdi. O tarihlerde cici çocuk görüntüsü çizen Feto da bu furyaya katılınca; yandı gülüm kestane…

Komutanlar “bak dinde başörtüsü yok, siz gericisiniz işte” diyerek canımıza okumaya başladılar. Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya her fırsatta eşi başörtüsü takan askerin silahlı kuvvetlerde kalamayacağını söylemekten çekinmezdi. Amiral olmak için kaç tane eşi başörtülü asker attığı, önemli bir kıstas ölçüsüydü.

Sanki babasının çiftliği gibi silahlı kuvvetlerde rakı içmekten beyni sulanmış bu general ve amirallerin çığlıkları her geçen gün artmaya başlamıştı. Askeri şura kararları yetmedi ayrıca hiç olmadık biçimde sırf dindar insanları tasfiye etmek için yeni şuralar düzenleyip ordudan ihraçlara devam ettiler.

Biraz gülünç gelecek ama Yüksek Askeri Şura’da kararlar oy çokluğu ile alınıyordu. Hükümet kanadından Başbakan ve Milli savunma Bakanı, askeri kanattan ise bütün orgeneral ve oramiraller şura üyesi idi. Tabiidir ki herkes Genelkurmay Başkanı’nın gözünün içine bakıyor onlar ne isterse derhal kabul ediyorlardı. Çünkü sicil dosyası bu komutanların elinde idi.

Şimdilerde durum değişti. Şura da sivillerin sözü geçiyor. Eskiye özenip “ne güzeldi, kararlar demokratik usullere göre alınıyordu” diyen sığırlara da rastlıyoruz. Neylersin! faşist olmak hastalıklı bir şey. Bunların demokrasi anlayışı işte böyle oluyor…

İşte insanlar genellikle balık hafızalı oluyorlar. Unutulmaması gereken ve Türkiye’nin geleceğini karartan bu faşist Amerikan köpekleri, böylesine feci icraatları yaptılar. Ülkemizin en az 10 yılı bu kuldan utanmayan, Allah’tan da korkmayan darbeciler tarafından karartılıp geriye götürüldü. Şimdilerde cici çocuk pozlarında televizyon ekranlarına çıkıp süslü sözler ettiklerine bakmayın siz, gerçekte çok farklı insanlardır bunlar. Eğer içleri dışlarına çevrilse idi; karşınızda yılan, akrep, maymun ve domuz görecektiniz. Kravat ve ceketlerine aldanmayın.

Bu sözleri; sakın israf ve gereksiz saymayın. Çünkü “beşer nisyan ile maluldür” . Çok çabuk bu büyük cinayetler unutuluyor. İşte hükümetin halini görmüyor musunuz? Ne çabuk bu faşistlerle kol kola girip “ahbap çavuş” oldular. Aralarından su sızmıyor. Ordudan dindar olduğu için atılan on binlerce insanı görmüyor, duymuyor ve bilmiyorlar. Orduda eğitimci olarak istihdam etmeyi bir kenara bırakın; kışlaya yaklaştırmıyorlar bile. Hâlbuki bu cinayetlerin binlercesinde kendi imzaları da var. Yetmedi; bunları düzelteceklerine dair söz de verdiler. Tek başına iktidar olduklarında bütün bu haksızlıklar ve din düşmanlıkları ortadan kalkacak dediler…

Ne de olsa siyasetçi değil mi! Dün dündür bugünse bugün. O günkü şartlar başka idi, dindar insanların desteği alınmalıydı. İyi de oy kazandırıyordu. Şimdi keyif sürme zamanıdır. Koltuklar da pek konforlu hani! Bu marabalar için terk etmeye değmez, zaten! Hem de faşistlerle ortak iş tutmanın başka getirileri de var. Bal tutan parmağını yalarmış, vesselam…

Vehbi KARA

adminadmin