Samsun Haber
Giriş Tarihi : 15-09-2013 09:09   Güncelleme : 15-09-2013 09:09

DEMOKRASİDEN SONRA

Yirminci yüzyılda ümmete yutturulmuş en büyük zoka olan putlaştırılmış “demokrasi”nin kendi tapınıcıları elinden iğfal edildiği bir süreci tüm canlılığı ile yaşıyoruz.

DEMOKRASİDEN SONRA
Sevgili Abdullah Kuloğlu’nun çok güzel ifade ettiği şekliyle, Allahsız bir itikadın, inanışın, kendi hâkimiyet sahası içerisinde ve müsaade ettiği kadarıyla, diğer binlerce inanış ve “yaşam biçimi”ne karşı takındığı tavırda olduğu gibi, Müslümanlara da Allah’a inanma ve ibadet etme lütfunda (!) bulunan bir dünya görüşünün yönetim modeli olan “demokrasi”nin aslında ne olduğunu anlamamızı sağlayan bir süreç…
 
Ümmet coğrafyasında yaşanan onca tecrübeden sonra hala “biz demokratik haklara saygılıyız” diyen Müslüman elitlere rastlayacak mıyız acaba, hala “demokrasi ile başa gelmiş bir iktidara saygı gösterilmeli” diyen Müslümanlık hassasiyeti taşıyanlara rastlayacak mıyız acaba?
 
Evet, belki de rastlarız, sistem teklifin yoksa onlar demokrasinin hakkını veremiyor biz daha iyi tatbik edeceğiz diyerekten yine demokrasi havarisi olmaktan, demokratik haklara saygılıyız saçmalığından, tenakuzundan, kurtulma imkânı bulamayacaksın…
 
Böyle azim bir sorun ile karşı karşıyayız ama ne yazık ki henüz camiamızın öncüsü olması gereken “aydın” kesimimizin, elbette kaşarlaşmış köşe kapmış yazarları kastetmiyorum, Anadolu’nun saf çocuğunun berrak görüşünden bahsediyorum, demokrasi üzerine doğru dürüst değerlendirme yazılarının bile pek fazla örneğini göremiyoruz. Kastettiğim demokrasi sövgüsü içeren yazılar değil, akademik eleştiriler demokrasi denilen yönetim modelinin, demokrasiye hayat vermiş dünya görüşünün, inanış biçiminin ele alınmış olduğu eleştiri- kritik yazıları. Oysa bizce bu mesele çoktan halledilmiş olmalıydı… Zira bu azîm meseleyi halledemedikten sonra kendince bir yönetim biçimi teklif etme ihtiyacını bile elbette hissedebilmen mümkün olmayacaktır…
 
Demokrasiyi nasıl algılıyorsak artık, onun bir inanış biçiminin bir dünya görüşünün, bir yaşam tarzının, o yaşam tarzını mümkün kılacak şekilde tasarlanmış bir yönetim modeli olduğunu düşünmüyoruz ne yazık ki, onu fikir hürriyetini, insan varoluşunu garanti altına almış insanlığa sunulmuş bir hediye gibi algılıyor olmalıyız ki, onun arkasındaki hain gücün, katilin gerçeği ile karşı karşıya geldiğimizde hakikaten şaşırıyor, olanları anlamlandıramıyor neler oluyor yahu gibilerinden etrafa bağırıp çağırıyor, “ama sen kendi koyduğun kurallara uymuyorsun”, “hani böyle anlaşmamıştık” yollu sızlanmalara başlıyoruz… “Demokrasi” ile garanti altına alınmış yaşam biçimi ve hükümranlıkların ne/neler olduğunun üzerinde düşünmemişliğimizin ispatı halinde…
 
***
 
Kendi yaşam biçimimizi mümkün kılacak, kendi imanımızı temel alan kendi itikadımıza uygun bir sistem teklifimiz yok ve bu “yok” aynı zamanda Müslümanların birliklerinin önündeki en büyük engellerden birisi olarakta karşımıza çıkmakta olan bir sorun. Ortak hedef yok… Şimdiye kadar baskı döneminden kurtulmak için ortak tavırlar alındı ve “demokrasi” bu manada idealize edildi. “Muhafazakâr demokrasi”, “Batı tipi laiklik” gibi kavramlar etrafından mevzu götürülmeye çalışıldı. Bu bir süreç idi ve Müslümanlar bu süreci atlatıp kendi yollarını açabilecekleri bir usul olarak denediler. Ve uzun soluklu yolculukların neticesinde “demokrasi”ye varanlar acı gerçeklerle karşılaştılar. Bugün Mısırda yaşananlar daha başka bir şey değildir. Bugün yaşananların “yaşanacağını” birileri birçok veçhesiyle çok öncelerden söylemişlerdi zira “DEMOKRASİDEN SONRA”sı dönem için hazırlığı yoktu MÜSLÜMANLARIN.
 
Bugün… Bu ihtiyacı görmek zoru ile karşı karşıyayız… Bugün yaşananlar elbette temelde bir yaşam biçimi kavgasıdır ve taraflar kendi yaşam biçimlerini muhafaza edecek mümkün kılacak iktidar ve yönetim biçimlerini korumak için ellerinden gelen her şeyi ile yapacaklardır…
 
Ama senin kendi yaşam biçimini mümkün kılacak ideal bir yönetim modelin, sistem teklifin yoksa diğer her husus bir tarafa sen zaten baştan mahkûmsun “düşmanına” ve tüm çabaların boşa gitmek zorunda… Gevezelikler etrafında bir birinle çekişmelere boğdurmak zorundasın zamanı… Senin birbirinle çekişmekten başka çaren yok, varlığını birbirinle çekişmeler üzerinden sürdürmeye mahkûmsun bu şartlarda… Dolayısı ile bir sistem teklifi, yönetim modeli teklifi etrafında yoğunlaşmadığımızda BİRLİĞİMİZİ temin edemeyeceğimiz gibi, dışımızdaki olaylar merkezli alevlenmelerin, hareketlenmelerin bu topraklar lehine verimlenemeyeceği de açık bir gerçek olarak görülebilmeli…
 
Psikolojik şartlar altında ve fiili durumlar karşısında bir şeyler söylüyor tepkilerimizi ortaya koyuyoruz amenna ama sistem teklifi-yönetim modeli hedefli olmayan bu anlık tepkilerin sistem kurabileceğine, derdimize çare olabileceğine inanıyor muyuz gerçekten meselenin bam teli kanaatimizce budur.
 
Hala “daha iyi demokrasi”, “Avrupa tipi laiklik”, “muhafazakâr demokrasi” gibi altı kaval üstü şişhane laflar mı edeceğiz…
 
Mevzuu mugalataya boğmayacak, sorunu gerçekten anlamış aydın soyu olmadan sıradan tepkilerin büyüklüğü keskinliği bir noktadan sonra manasını yitiriyor… Yaşadığın yere–kendi “vatanına” yönelik gerçekliği olmayan köpürmelerin son tahlilde bir kıymeti harbiyesi olmayacağını anlatmanın gereği var mı, hiç sanmıyorum… Orada olan oluyor ama sen orada olmakta olanı burada olması gereken için vesile saymazsan burada olması gereken lehine verimlendirme yoluna gitmezsen sen gerçek hayalleri olan biri olabilir misin?
 
Anti sada olmaktan, anti tez olmaktan öteye geçebilmenin yolu kendi sistem teklifini ortaya koymak ve onun kavgası halinde tepkilerini organize etmek günün enerjisini geleceğin yatırımı haline getirmek olacaktır… Bunun derdin demisin?
 
Bizim bildiğimiz ve söylemeye çalıştığımız Üstâd Necip Fazıl’ın örgütleştirip ümmete hediye ettiği Başyücelik sistemi, yönetim modelidir… Başyücelik Müslümanca, bir imanın, itikadın, yaşam biçiminin idealize edilmiş yönetim modeli teklifidir. Söylediğimiz bunun konuşulması tartışılması ve akademize edilmesinin gerekliliğidir.
 
Başka adam gibi bir sistem teklifi olan varsa buyursun ama yoksa da bu meselenin en azından konuşulmasını sağlamaya bakmak gerekmez mi? Bağırıp çağırıp yarın evlere dönüp vazifesini yapmış insan rehavetine kapılmak onca oluşmuş enerjiyi de berhava etmek istemeyenlere ihtarımızdır diyelim.
 
Evet, soru bu “Başyücelik” nedir? Ne teklif etmektedir nasıl bir yönetim biçimidir, mevcut yönetim biçimlerinden farkları nelerdir? Neler getirmekte, neler götürmektedir?
 
Demokrasiyi ağzına almaktan yer yer ona övgüler düzmekten çekinmeyen “elitimizin”, artık İslâm hakikatlerine emir ve yasaklarına, tefekkür verimlerine, hikemiyatına, tüm tarihi tecrübelerine nisbetle sistemleştirilmiş ve ümmete hediye edilmiş bir yönetim modeli olan Başyücelik idealini dile getirmekten gocunmasa gerektir.
 
Mesele “demokratik yaşam biçimi” ile “Müslümanca yaşam biçimi” mücadelesidir ve “demokrasi”den sonrasının hesabını yapmadan, “demokrasi” ye karşı mücadele verilemez.

http://www.anadolugunluk.com/?p=1308

Nevzat ŞİPLEME – ANADOLU GÜNLÜĞÜ
adminadmin