Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 19-08-2012 07:28   Güncelleme : 19-08-2012 07:28

Giden sadece Ramazan mıdır

Eskiden gelişi daha şaşaalı, varlığı daha mânâlı, gidişi daha hüzünlü, dönüşü daha muhteşem olurdu! Üç arkadaşın üçüncüsüydü

Giden sadece Ramazan mıdır
Eskiden gelişi daha şaşaalı, varlığı daha mânâlı, gidişi daha hüzünlü, dönüşü daha muhteşem olurdu!

Üç arkadaşın üçüncüsüydü. İlki  “ hazır olun ey millet yola çıktı!” diye uzaktan bir nida ile seslenir, herkesi âgâh olmaya çağırırdı. İkincisi makas gibi kollarını açarak, “şimdi yanımdan geçti, gölgesi üzerinizde, kapılarını açın, yürekleri hazırlayın!” diye derûnî iç çekişlerle ruhlarımıza ilâhî müjdeler fısıldardı.

Haneler hazırola dizilir, anneler temizlik perilerini davete koyular, ablalar elleri annede, babalara siparişler verilir, tüller-perdeler suda, halılar-kilimler kapıda, mutfaklar bir yılın en yüce coşkusunda, kapılar ardına kadar açıklıkta, pencereler semâvi ışıklarda, eller göklere niyazda, çocuklar hanelerin sultanlığında, çarşılar ona karşı şükranda dururdu.

Öyle bir efsunu vardı ki, neye dokunsa ilahileştirir, yüzeyleri derinleştirir, kalpsizi bir merhamet âbidesine dönüştürür, sofraları berekete boğar, sesleri dâvûdîleştirir, çocukları meleklere tahvil eder; safları sıklaştırır, anneleri Meryem’e, babaları Eyyûb’a, dedeleri İbrâhim’e, neneleri kapıdan kovulsa da ilahi müjdeleri yüklü oluşun idrakiyle muazzam, mütebessim Hacer’e çeviriverirdi.

Her şey ne kadar da kıymete binerdi onunla. Sular başka sular olurdu; o, bir yudum içip de gerisini döktüğümüz suların her damlası nasıl da, bir damlasını ziyan etmekten korktuğumuz Kevser havuzundan gelen ilahi şerbetlere dönerdi! İki üç tabaklı, pek de özenin uğramadığı sofraları bin bir renkli nevâlelerle donatan, çoğaltan, her bir tabağı imrenilesi cennet taamlarıyla ışıldatan kimdi?

 Akşamlar, o gelmeden akşamlardı, ama şimdi ne kadar aktılar, paktılar, ne kadar coşkulu, ne kadar sihirkâr seslerle, nağmelerle, telaşlarla, ebediyete bağışlanacak ruhaniliklerle doluydular!

Gecelerin sessizliği onunla gidiverirdi; o gelmeden karanlığın hüküm sürdüğü ürkütücü iyi saatte olsunlardı geceler. İşte o ürkütücü geceler; o,  nefesini üfleyince ışıklarla, nurlarla, çocuklarla, telaştan arî babalar, hazırlığa koyulmuş mütebessim anneler, gece yarısı hâlâ müşteri telaşında esnaf amcalarla ilahî panayırlara dönerdi.

Camiler, bütün bir yılın suskunluğunu, ezikliğini, yalnızlığını üzerinden atar, coşkular, tekbirler, salâtlar, teravihlerle; eli bastonlu, yüzleri nurânî, kalbleri titrek dedelerle; arka saflarda güleğen, koşuşturup duran çocuklar; beyaz yazmaları yüzlerinin nuranîliğine karışmış annelerle tam bir ilâhi düğün hanesine tebdîl olurdu!

Onun efsunkâr nefesiydi camileri hatimlerin semâvi nağmeleriyle peygamberî mescitlere çeviren!
Bedenlerin ağırlığı, gözlerin mahmurluğu, yüzlerin süzgünlüğü, seslerin hatifçe kısılmış titrekliği, dillerin kelimeleri özenle seçişi zamanın kasvetinden veya katılığından değil, tam da aksine o gelmedenki zamanların savrukluğuna mani olmak hevesindendi. Her şey biraz daha ağırlaşırdı, yavaşlardı; çünkü ruhlara hız vermek gerekiyordu; o gelmeden elleri kolu bağlı, sesi kısılmış, uhrevî âlemlere giden yolları kesilmiş, elleri kelepçeli ruhlara…

On iki kardeşten Yusuf olanıydı.  Yusuf gibi hüsnüyle bakanların ruhlarını doyurur; rüyalarını müjdelerle doldurur, kasvetlerini giderir, darda kalanların boş ellerini erzaka boğardı.

Dağlarla, taşlarla, kuşlarla zikr u tesbih eden Dâvud; ölmüş bedenleri bir nefesiyle dirilten, ruhlara dinginlik bahşeden îsâ; mahcubiyeti nurlara gark edilmiş, felaketleri nimete çevrilmiş Eyyûb;  sofralara bereketi yağmurlar gibi yağan İbrahim gibiydi. Sofralarımız da onun sofrasına benzerdi o gelince.

Âhir gelişiyle âlemleri rahmete gark eden, kuru çölleri dua ve kutsiyetiyle cennet bahçelerine döndüren, kızlarını diri diri toprağa gömen cânileri bir çocuğun ağlayışıyla arzı titreten merhamet yumağına eviren Muhammed Efendimiz gibiydi…

Yusuf, sadece güzellerden bir güzel; Îsâ sadece tabiplerden bir tabip, âlemlere rahmet olan Muhammed Efendimiz sadece peygamberlerden bir peygamber değildi.

Dört halife efendilerimiz sadece halifelerden birer halife;  İmâm-ı Azam efendimiz sadece imamlardan bir imam; Gazâlî sadece âlimlerden bir âlim; Mevlâna sadece bilgelerden bir bilge; Yunus şâirlerden bir şâir, Süleymâniye sadece camilerden bir câmi; İtrî sadece bestekârlardan bir bestekâr değildi.

Ramazan da sadece aylardan bir ay değildir.

Bayramı onun gidişine sevindiğimiz için yapmıyoruz. Onu bir defa daha hakkıyla ağırladığımızı düşünüyoruz, onu anlamayanların anlamadıklarını bize anlamayı nasip edene şükranlarımızı sunuyoruz; öyle ya bu anlayışı bahşederek bizi seçkinler arasına aldı; seçkinler, seçene hamd u senalarını arz ediyorlar.

Şimdi o tekrar gelinceye kadar on bir kardeşiyle biraz oyalanaduralım.
 
 
adminadmin