Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 19-06-2013 12:22   Güncelleme : 19-06-2013 12:22

Gökten Kitaplar Kar Gibi Yağınca…

Siyasi çatışmalar, varlık kavgaları, güç savaşları, iktidar hesapları, meydan okumalar, kibir kumkumalıkları, efendilik taslamalar, ağalık buyurmaları, “küçük dağları ben yarattım”lar bir gün nihayet bulacak

Gökten Kitaplar Kar Gibi Yağınca…
Siyasi çatışmalar, varlık kavgaları, güç savaşları, iktidar hesapları, meydan okumalar, kibir kumkumalıkları, efendilik taslamalar, ağalık buyurmaları, “küçük dağları ben yarattım”lar bir gün nihayet bulacak.

Ne kalacak geriye bütün bunlardan?

Veya ne kalmayacak?

Kavgalarını verdiğimiz şeyler eğer bir gün gelip de bizim kavgamızı vermeyecekse bizler o kavgayı niçin veriyor oluyoruz?

Kavgasını verdiğimiz şeyler nasıl mı bizim kavgamızı veriyor olacak?
Bu küçücük yazı bunu örneklemeye dairdir.
 
Aramaya ve Bulamamaya dairdir
 
Hafta başında üniversitedeki bir görev sebebiyle Tokat’taydık. Görev ne ise ifa edildikten sonra şehri bir gezelim dedik.

Bilmem kaç devletten ve imparatorluktan eserler barındıran bu ruhani şehirler bakmayı bildiğiniz müddetçe sarıp sarmalıyor sizi.

Aradıklarını baktıkları yerlerde göremeyenler, gördüklerini arayanlar değildir. Onlar aynı zamanda hiç bir zaman da bulamayacakları için bizler bu o sınıftan olmaktan hep imtina ettik…

Bu aziz şehirde gördüklerimiz aradıklarımızdı, bulduklarımız tam da bulmamız istenenlerdi.

Her ruhun besleneceği şehirler ve o şehirlerde mekânlar vardır.

Meşrebiniz sizi hemen de oralara götürür. Necip Fazıl’ın deyişiyle oluklar çifttir: Birinden nur akar birinden kir.
 
Dâireye dairdir
 
Şehrin bunaltan sıcağından kaçılacak yerler vardır. O anda yine meşrebiniz girer devreye ve o, sizleri bir yerlere yönlendirir.

Daha önce de bulunduğumuz bu mübarek şehirde gideceğimiz yerler belliydi.
Ali Paşa camiine, o asırlık çınarların avlusunda yer alan camiin şadırvanına yöneldik.

Yarabbi o nasıl bir tılsımdır, o nasıl bir mimari harikadır: Her tarafı ahşap olan şadırvanın kenarlarına oturuyorsunuz. Dışarıda sizi yakıp kavuran o sıcaklık şadırvana girdiğinizde sanki birden yok oluyor.

İnanılmaz bir serinlik, hatta bir soğukluk kuşatıyor sizi, sırtınızın bir an üşüdüğünü hissediyorsunuz. Öyle bir esiyor ki zannedersiniz şadırvanın dışında fırtına var. Fakat bakıyorsunuz ağaçların yaprakları bile kımıldamıyor: Bu serinlik nerden gelir?

Abdest alıyorsunuz, yeniden o ahşap sedirlere oturuyorsunuz, serinliğiniz katlanıyor.

Manevi bir haz adeta çiviliyor sizleri oralara. İbadet bir haz haline geliyor; inancınızın sizleri nasıl da farklı kıldığına hayret ediyorsunuz. Bu serinliği olmayan yerlerde arayanlara ve bulduğunu zannedenlere acımaya başlıyorsunuz.

O an İhramcızade hazretlerinin şu sözü geliyor aklıma: “Gardaşlarımİçinde olduğumuz durumu sultanlar bilseydi, o hali elde etmek için muhakkak bize kılıçlarıyla savaş açarlardı.” 

Demek ki o “hal”in bilinmesine ruhsat verilmiyor.

Sultanlar asla “o hal”i elde etmek için kılıç çekmediler. Kılıç çektikleri de onlara yar olmadı.

Onlar fasit ve hasit bir dairedeydiler.

Bizler burada bir başka dairede…

Loşun ruhaniyetinde
 
O muazzam sütunların yanı başından içeriye doğru Ali Paşa camiine giriyoruz.
Dışarıda yakıp kavuran ve gözleri kör edercesine parlayan güneş ışıklarına inat içeride ruhlara işleyen bir loşluk ve serinlik…

O mübarek insanlar insan ruhunu ve bedenini nasıl da okumuşlar!

 Kışın ayrı, yazın ayrı bir âlemin hazzını sunan bu mabetleri yapanlar sadece mimar mıydılar, sadece usta mıydılar, sadece taşçı, duvarcı, marangoz muydular?

O insanlar, insanın ruhunu, maddesini, gözünü, bakışını, nazarını, kalbini de mi okumuşlardı?

Nasıl olurda yüzyıllar sonra bile insanoğluna huzur ve keyif vermeye devam ederler?
Bu mabetler sizleri nasıl da ayrıcalıklı kılıyor! Nasıl da üzülüyorsunuz bu hazdan mahrum kalanlara!

Bu camileri yapanlar yüzyıllar sonra bile insanları şâd etmeye devam ediyor, onların kalplerini, ruhlarını, bedenlerini serinletmeye devam ediyor.

Ve her gelen Ali Paşa’nın defterini açık tutmaya, kabarık tutmaya, o defterin sayfalarını ak etmeye devam ediyor!

Yarabbi bunlar ne yüce ruhlulardı ki, öldükten sonra bile yaşamaya, yaşatmaya devam ediyorlar.

Hiç tanımadıkları insanları mutlu kılmaya devam ediyorlar!

Peki, öldükten sonra bizden arda ne kalacak!

Birileri olsun bırakacaklarımızın ardından böyle bir rahmet yazısı yazmaya niyet edecek mi?
 
Kavgalarını verdiklerimiz
 
Bugün kavgasını verdiğimiz şeyler, yarın bizim için kavga edecekse o aziz kavgalara devam edelim.

Bugün kavgasını verdiğimiz şeyler yarın bizim ardımızda bırakalım kavga vermeyi lanetimizi verecekse yine o kavgaya devam mı edelim?

Mevlana’nın dediği gibi: Birisine sordu “malını mı çok seversin, yoksa günahlarını mı?” Adam dedi ki “Hasbünallah, bu nasıl soru? Tabi ki malımı daha çok severim.” O zaman Buyurdu ki Hz. Mevlana “Madem öyle de neden ölünce günahlarını yanın sıra götürüyorsun da malını dünyada bırakıyorsun?”

O adamın bu âlemde sadece mal kavgası ettiği belliydi demek ki; kimlerinin iktidar, kimilerinin makamlar, kimilerinin saltanat, kimilerinin ihtişam, kimilerinin ihtikâr kavgası verdiği gibi!

Bütün bu kavgalar ardımız sıra bizim kavgamızı vermeyecek, aksine tınmayacak bile bizi. Sahip olup da bıraktığımız her şey hemen kendisine yeni bir sahip bulup onu avutmaya devam edecek!

Bunca kavganın ardından yanımızda götürdüğümüz ne olacak?
 
Kitaplar karlar gibi yağınca…

 Eski bir kitapta, mahşer bölümünü okuyorum.

Yazar/şair dua ediyor bir yerde:

“Yarabbi” diyor: “Mahşer gününde, edip eylediklerimizi yazan kitaplar gökten karlar gibi yağdığında bizim kitabımızı ak eyle!”

Tokat’ın o aziz beldesinde bıraktığı muhteşem mabedin Ali Paşa merhumun kitabını ak edeceğinden şüphe yok!

Çünkü yüzyıllardır o eserler ziyaretçilerinin gönüllerini ve bedenlerini ve ruhlarını ak etmeye devam ediyor.

Bu aklardan ona ne çok nasipler düşecektir!

Mahşerde gökten kitaplar karlar gibi yağdığında bizim kitabımız da yağanlar arasında olacak!

Kavgalarını verdiğimiz şeylere dikkat edelim.

Bu kavgalar biz öldükten sonra da kavgamızı verip yüzümüzü ak edecek mi?
Mahşerde gökten yağan kitabımızın sayfalarını ak-pak etmeye devam edecek mi?

Yoksa kendisi için kavga verdiklerimiz bir gün gelecek şeytan’ın şöyle dediği gibi mi diyecek:

“Hesaplar görülüp iş tamamlanınca şeytan onlara şöyle diyecek: 'Allah size doğru vaadde bulundu. Ben de size bir şeyler vaad ettim, ama sözümden caydım. Doğrusu, benim size istediğimi yaptıracak bir gücüm yoktu. Sadece ben sizi dâvet ettim, siz de çağrımı kabul ettiniz. O halde beni ayıplamayın, kendi kendinizi kınayın. Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz.”(İbrahim, 14/22)
adminadmin