Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 21-02-2018 10:07   Güncelleme : 21-02-2018 10:07

Öyle bir “yuh!..” Çekin ki, “dünyâ âlem” işitsin!.. /2

Öyle bir “yuh!..” Çekin ki, “dünyâ âlem” işitsin!.. /2

Saygıdeğer Okuyucularımız!..

 “Türk demek, dil demektir. Milliyetin çok belirgin niteliklerinden biri dildir. Türk milletindenim, diyen insan, her şeyden önce ve mutlaka, Türkçe konuşmalıdır. 17 Şubat 1931”  diyen “Ulu Önder Atatürk”, bir dönem “Güneş Dil Teorisyenleri”nin tesirinde kalarak âdeta bir “Uydurukçacı/Arı Dilci” müdafii kesilmiş ve 1934 yılında Türkiye’yi ziyaret eden İsveç Veliahdı şerefine yaptığı bir konuşmada aynen şöyle demiştir:

“Altes Ruayal; bu gece, ulu konuklarımıza, Türkiye’ye uğur getirdiklerini söylerken, duyduğum, tükel özgü bir kıvançtır. Burada kaldığınız uzca, sizi sarmaktan hiç durmayacak ılık sevgi içinde, bu yurtta, yurdunuz için beslenmiş duyguların bir yankısını bulacaksınız. İsveç-Türk uluslarının kazanmış oldukları utukuların silinmez damgalarını tarih taşımaktadır. Süerdemliği, önü, bu iki ulus, ünlü sanlı sözlerinin derinliğinde sonsuz tutmaktadır. Ancak, daha başka alanda da onlar erdemlerini o denlü yaltınklı yöntemle göstermişlerdir. Bu yolda kazandıkları utkular, gerçekten daha az özençe değer değildir. Avrupa’nın iki bitim ucunda yerlerini berkiten uluslarımız, ataç özlüklerinin tüm ıssıları olarak baysak, önürme, uygunluk kıldacıları olmuş bulunuyorlar; onlar bugün en güzel utkuyu kazanmaya anıklanıyorlar: Baysal utkusu…”

 İşte ulu önder “Atatürk”ün o günkü hitabeti bu. Nerede o meşhûr  1927’deki “Nutuk”ta kullandığı şahâne dil, nerede bu uyduruk “Söylev”?..

Nitekim “Atatürk”, bunun büyük bir çıkmaz olduğunu kısa sürede anlar ve “F. RAtay”ın ifâdesi ile, “Bir gün beni yanına çekip; ‘Çocuk, çıkmaza girmişizdir. Dili bu çıkmazda bırakamayız, tabii yola döneceğiz’ demişti” diyerek yanlışta ısrardan vazgeçmişti. (Bkz: Türkiye Gazetesi- 10.04.2011, s. 20)

Ancak gel gör ki, “Atatürkçü geçinen İnönücüler” ve onların yolunda olduğunu söyleyen  “CHP’liler-Laik Cumhuriyetçi Solaklar-Bir kısım sözde Aydınlar/Akademisyenler-Kalemşor Yazarlar ve tabii ki Bölücüler” bu yanlışa tekrar dört elle sarılırlar ve “O”nun 1938’de aramızdan ayrılmasını fırsat bilerek “maddî mânevî” topyekûn bir saldırıya geçerler…

Bakınız bu konuda “İsmet İnönü- Hatıralar, c. 2. S. 223”de bunu nasıl dillendirmektedir:

“Harf devriminin tek amacı ve hatta en önemli amacı, okuma-yazmanın yaygınlaşmasını sağlama değildir. Devrimin temel gayelerinden biri, yeni nesillere geçmişin kapılarını kapamak, Arap-İslam dünyası ile bağları koparmak ve dinin toplum üzerindeki etkisini zayıflatmaktı. Yeni nesiller, eski yazıyı öğrenemeyecekler, yeni yazı ile çıkan eserleri de biz denetleyecektik. Din eserleri eski yazıyla yazılmış olduğundan okunmayacak, dinin toplum üzerindeki etkisi azalacaktı.”

İşte “Millî Şef”ten bu direktifleri alan ve akla –hayâle gelmez maddî-mânevî destekler karşısında iyice şımaranlardan ve yazılarına “A. Dilaçar” imzasını atan “Agop Martayan” ile “Ataç” imzasını kullanan “Nurullah Ataç” (biri gayrimüslim, diğeri ateist olan iki yazar)ın öncülüğünde yazılı ve sözlü edebiyatımız, Meclis dilimiz, mikrofon hitabetimiz, başta “hayât” kelimesi olmak üzere yüzlerce uydurukça, arsız ve hayâsız “sözcük” ile kirletilmiş, kısırlaştırılmış ve ucubeleştirilmiştir...

İşte bunu gerçekleştirebilmek için de yaptıkları tahribatın belgesi olarak sizlere, okullarımızın lise kısmında okutulan “Tarih II-Ortazamanlar” adlı 1931 yılında Milli Eğitim Vekâleti’nce İstanbul Devlet Matbaası’nda bastırılmış ders kitabının 89, 90 ve 91’ci sayfalarından birkaç cümle aktarmak istiyoruz:

 “Muhammed’in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kuran denir.”, “Muhammed birdenbire Allah’ın Resulüyüm diyerek ortaya çıkmamıştır. O Arapların ahlâk ve âdetlerinin pek fena ve pek iptidaî ve ıslaha muhtaç olduğunu anlamış, bunları ıslah için, tenha yerlere çekilerek senelerce düşünmüş ve yıllarca tefekkürden sonra kendisinde vahiy ve ilham fikri doğmuştur.”, “Hakikatte Peygamberin ilk söylediği Kuran ayetlerinin ne olduğu kat’i surette malûm değildir.  Muhammed uzun bir devirdeki tefekkürlerin mahsulü olan ayetleri lüzum ve ihtiyaçlara göre takrir ediyordu.”,  “Muhammed cinlerin vücuduna samimi olarak inanmıştı.”

Diğer taraftan yine bu yıllarda, esas adı “Moiz Kohen” olan ve ülkemizde takma bir isimle, özellikle de Türkçülere şirin görünmek için “Tekin Alp” adıyla,  başta “Kemalizm” olmak üzere kitap ve makâleler yazan kalemşorlara imkânlar verilmiş, malî ve idarî destekler sağlanmıştır…

Bu malûm şahıs da 1936 senesinde, “Cumhuriyet Gazete ve Matbaası”nda yayınlanan eserinin 94 ve 171’inci sayfasında aynen şöyle demektedir:   “Kahrolsun Şeriat Hükûmeti”,“Artık 1935’teyiz. On iki senelik bir müddet zarfında, yeni Türk, kendine yeni bir ruh, yeni bir ahlâk, yeni bir tarih, hattâ, Allah’ı artık Tanrı diye andığı için, diyebilirim ki yeni bir Allah yaratmıştır.”

“Millî Şef” dedikleri “İnönü”den cesaret alan ve şeriatın gizli-aşikâr düşmanlığını kimselere bırakmayan “CHP Edirne 4. Dönem Mebusu/Saylavı Şeref Aykut” (1874-1939), bu gayr-i Müslimden daha da ileri giderek 1936 yılında bakınız neler söylüyor: “Kamalizm, bütün dinlerin üstünde bir yaşamak dinidir. Şimdi bu yaşamak dini, yarın ahrette nimet bulmak hurâfesini yıkmıştır. Tapılan görünmeyen değil, görünen hakikattir.”, “Kamalizm dininin hiç şaşmayan disiplini altında gençlik,  böyle olacaktır.”, “İslâm dini, tam Araba yakışan bir dindir.”

Ve yine “İnönü”nün gölgesinde çıkarılan “Ülkü Halkevleri Dergisi”nin 1936 yılında yayınlanan 36’ncı sayısı 459’uncu sayfasından bir cümle: “Ne câmi, ne medrese, ne başka bir gençlik kurumu. Bizce: Halkevleri bugünkü neslin gireceği biricik evler, biricik tapınış yerleridir. Gençlik bu evlerde ne bir puta, ne de mevhum bir varlığa tapınmıyor. Gençliğin bu evlerde bir tanrı olarak bulduğu yine kendisidir.”

Bakınız; aynı yıllarda “Türkçeden Osmanlıcaya Cep Kılavuzu”  adı verilen ve İstanbul Devlet Basımevi’nde 1935’te bastırılmış, X+340 sayfalık bir kitapçık daha var elimizde.  Önsöz’ünde bunu neşretme gâyesi şu şekilde açıklanmış:

“Bunu böyle çıkarmakla düşünülen şey, Osmanlıcadan Türkçeye Cep Kılavuzu’na göre yazılmış bir yazıyı okuyanlar, o yazıda gördükleri bir Türkçe sözün ne demeye geldiğinde duraklarlarsa, bunu bulabilmelerini kolaylaştırmaktır. (…) Bu çalışmanın amacı da, yazı dilimizde kullanılan, fakat halkın konuşma dilinde yeri olmadığı için yabancı sayılan sözlere öz Türkçe karşılıklar bulmaktır.”

Sözün özü bu “Kılavuz”; “halkın dili” ile yazılmadıkları için anlaşılamayan metinlerin, ne demek istediğinin öğretilmesi bakımından kaleme alınmışmış ve de yazıların arasına serpiştirilmiş kelimeleri açıklamak için hazırlanmışmış… 

Bu noktada tekrar başa dönüyor ve “Lozan’ın gizli protokollerindeki; 2- Şeriat yasaklanacak”   maddesini hatırlattıktan bunun, “Arı dilci/Uydurukçacı, Agop’çu zihniyet”in asıl niyetinin şeriata dayanan Arapça kelimelerin/İslâm lisanının unutturulması olduğunu açıklayan “örnek bir başka belge”dir...

İşte bu “örnek belge/eser”den bâzı despotik kelime/sözcük”ler (Sâdece ‘A’ harfinden 20-30 tanesini vermemiz, onların asıl maksatlarını ortaya çıkarmak bakımından yeterli olacağı kanaatindeyiz):

Dikkat” kelimesi yerine (Abay); “Dikkatli” kelimesi yerine  (Abaylı); “Keşf” yerine  (Açın); “Keşfetmek”  (Açınmak); “Vâad “ (Adanç); “Vâadetmek”; (Adançlamak); “Nehir yatağı, Mecra” (Akağ);  “Ücret” (Aktı);  “Müsadere” (Alanç);  “Ganimet” (Algı); “Tahsildar” (Alımcı); “Ahize” (Almaç);  “Fatih, Cihangir” (Alpay); “Hâfıza” ( Anak);  “Hâtıra” (Andaç);  “Şöhret” (Angı);  “Şöhretli, Meşhûr” (Angın); “Ehliyet” (Anıklık); “Fıkra”  (Anlatık);  “Mütevazı” (Arasıl);  “Aile” (Arda);  “Ailevî”  (Ardanıl)…  Bu böyle devam edip gidiyor:  Meselâ,  “Müdahale” yerine  (Arsıma); -“Müdahale etmek” yerine  (Arsımak)  ve de “Mermi”  yerine (Atınç);  “Teselli”ye (Avunç);  “Teferruat”a (Ayramlar);  “Muhalefet”  (Ayrış);  “Muhalefet etmek” (Ayrışmak); “İmtiyaz” (Ayrıt);  “Hatib” (Aytaç);  “Muhabir”ler de (Aytar), “Hayat” ise (Dirim) olup çıkmış… Bu eserin (pardon ‘yapıt’ın) 276’ncı sayfasında “Mabûd”, “Hüdâ”, “Bâri” ve “Allah” yerine “Tanrı”, “Peygamber”, “Nebi” ve “Resûl” yerine de “Yalvaç” (Sy: 312) dememiz istemekte; sözün özü bizleri, 12 asır geriye götürüp “Satuk Buğra Han”ın “Abdüllkerim” olduğu yılların ötesine, “îmân” bakımından “Karahanlılar Dönemi”nin ilk devresine döndürüp bırakılmamız ve böylelikle de “Lozan’ın Gizli Protokol Maddeleri”ni yerine getirmemiz arzu edilmekte idi…

Diyoruz ve bu his ve düşüncelerle kaleme aldığımız aşağıdaki mısralarımızı, bu defa da Siz Saygıdeğer Okuyucularımızla paylaşmak istiyoruz…

Kalbî sevgi ve saygılarımızla…

                = = = * = = =

“Hüseyin Hilmi” (*) gibi, “3-5 lisan”ı konuş;

“99 kitap” yaz, “dünyâ âlem” okusun!..

İster “İlmin Kapısı”, Hazret’ Ali”ye danış;

İstersen “Yûnuslayın”, “ilâhiler” dokusun;

İstersen “aşk elinde”, “Kerem”ce olsun yanış!..

 

“Dilimiz kimliğimiz”, hem de “dînimiz olsun”;

İster “fennin” yolunda, seçkin “ilminiz olsun!..”

 

İstersen var “Târih”e; “antik” ara, “soy” ara;

İster “Piri Reis” ol, kitapla “Bahri” tara;

“Engürü”den bugüne, yazın-sözün “Ankara!..”

İstersen “Hacer” gibi, “Zemzem”le olsun kanış;

İster “Köroğlu” kesil, “zulme” çek baştankara!..

 

“Dilimiz kimliğimiz”, hem de “dînimiz olsun”;

İster “fennin” yolunda, seçkin “ilminiz olsun!..”

 

İster “Fizik-Kimya”da, sen “Nobel”i alan ol;

Onca “test” ve “sınav”da, ister sona kalan ol;

İster “siyasî” deha, “politik” bir falan ol!..

İster “Tevhîd”i söyle, “Rabb’il-âlem”i anış;

İster “ebter” desinler, “mezar taşsız” yalan ol!..

 

“Dilimiz kimliğimiz”, hem de “dînimiz olsun”;

İster “fennin” yolunda, seçkin “ilminiz olsun!..”

 

İster “edîb-şâir” ol, sözlerin “şiir” olsun;

İster “tarik” yolunda, “gavs” denilen “pîr” olsun;

İster “kalbi uyanık”, ağzında “zikir” olsun!..

İster “Kâbe”ye doğru, kervanlar olsun tanış;

İster “Hirâ Dağı”nda, dökülen bin “kir” olsun!..

 

“Dilimiz kimliğimiz”, hem de “dînimiz olsun”;

İster “fennin” yolunda, seçkin “ilminiz olsun!..”

 

İster “esnaf-tüccar” ol, “alış-verişin” haktır;

Her ne verip aldıysan, gün gelip bulacaktır;

Şu “boynuzsun koç” var ya, “hakkını” alacaktır!..

“Müslüman’ım” diyende, aynen hep bu inanış;

Hayvanlar ol “Araf”ta, hep “toprak” olacaktır!..

 

“Dilimiz kimliğimiz”, hem de “dînimiz olsun”;

İster “fennin” yolunda, seçkin “ilminiz olsun!..”

 

İster “amir-memur” ol, “masabaşı”nda çalış;

İster köyden şehre gel, “toplu hayâta” alış;

İster “kahvelere” dol, başlar “mânen” alçalış!..

İster “kart” çek, “zar” salla; saat-saat aldanış;

“Zaman isrâfı harâm”, “eller böğürde” kalış!..

 

“Dilimiz kimliğimiz”, hem de “dînimiz olsun”;

İster “fennin” yolunda, seçkin “ilminiz olsun!..”

 

KAYIKÇ’Ali “dil işi”, “dîn işidir” biline;

“Ellerine sadık” ol, illâ-illâ “diline”;

“Dilinle ve elinle”, ne korsan “zembil”ine!..

“Dilimiz kimliğimiz”, hem de “dînimiz olsun”;

İster “fennin” yolunda, seçkin “ilminiz olsun!..”

-------------------------------------------------------------

(*): Hüseyin Hilmi: Hüseyin Hilmi Işık “r. aleyh”

Saygıdeğer Okuyucularımız!..                                                                                                                            

Yukarıda, son bir-iki haftadır,  günlük okuduklarımız arasına kattığımız “Diriliş Postası” adlı gazetede;  genelde fikirlerine katıldığımız, ancak anlatım ifadesi olarak “Uydurukça /Arı Dil/Agop-Ataç’ça”  bâzı “sözcüklerle” karşılaşınca, ister istemez “öfkemiz” kabarıyor ve bize“Necip Fâzıl”  Üstâdımızın, “Ruhsal, parasal, soyut,  boyut, yaşam, eğilim/Ya bunlar Türkçe değil yahut ben Türk değilimOysa halis Türk benim, bunlar işgâlcilerim/Allah Türk’e acısın, yalnız bunu dilerim”   diye haykırarak dünyâya ilân ettiği bir gerçeği hatırlatıyor; diyerek başladığımız işbu sohbet/tenkîd yazımızı, bu gazeteden aktaracağımız bâzı alıntıları yaptıktan sonra, mısralar hâline getirdiğimiz hislerimizle noktalamak istiyoruz:

“Suriye’de Şer İttifakı” (B.S.B.):  “…kolektif bilincin ve…”, “Plân-projeler hangi amaç peşinde şekilleniyor?”, (11.02.2018, sy. 5)

* “Hayalin Eşiğinde” (R. B. Ö.): “…Kördüğüm olmuş yaşamlarımızla mücadele eden ruhumuz…”, “…hepimiz bazı sorunlara göğüs geriyor, sabrediyoruz.” (11.02.20018, s. 14)

*  “Kendi Mikroplarımız” (Dr. E. A. Ç.): “…Bu konuda yapılan çalışmalar, yaşamın ilk 2,5 yılından sonra…” (11.02.2018, s. 16)

*  “Bu Sistemle” (Prof. Dr. K. B.): “Parti kapatma davaları, başörtüsü yasağında olduğu gibi, sivil yaşamı kısıtlayan…” (13.02.2018, s. 2)

* “Allah Belânı Versin Diyecek Kadar” (O. P.): “…yerli yerinde topluma hâkim olmuş İslami yaşam tarzından uzaklaşmamız ile ilgilidir. Özellikle Osmanlı döneminde kaynağını ve hareket şeklini Sünnet-i Seniyye’den almış olan bir toplumsal yaşam modeli gelişmişti.” (13.02.2018, s. 5) 

 *  “Bir ABD Bayrağı” (R. Y.): “Soyut, hayali bir slogan olmuş.” (15.02.2018, s. 5)

*  “Muhabir” (İ. K.): “…geleceğin habercilerini yetiştirmek amacıyla kurulan Haber Akademisi…” (15.02.2018, s. 6)

*  “Terörü Kullananlar” (H. T.):  “Amaç, barış içinde dünyada yaşamak. (…) … yöneticilerine iyi bir yaşam sözü verip…” (16.02.2018, s. 5)

*  “4. Âlemlere Rahmet Uluslar arası Kısa Film Yarışması: Ödüller Sahiplerini Buluyor. Hz. Peygamberin (sas) kutlu yaşamından kesitleri beyaz perdeye taşırken sanat alanında…” (Diriliş Postası Gazetesi-Haber: 16.02.2018, sy: 2)

                = = = * = = =

“Okumayan” okusun, “görmeyenler” de görsün;

Bu “nasıl bir lisan”dır, bu nasıl bir “tanıtma?!..”

“Ar-hayâ”yı dövmeler, bu “sözcük” sanki “örs”ün;

“Sanat” “edep”ten yoksun, “sayfalardan anırtma”;

“Agop-Ataç Fitnesi”, “safâ”sını mı sürsün?!..

 

“Okumayan” okusun, “görmeyenler” de baksın;

“Köy Ensti…”lü kafalar, oynamaya “zil” taksın;

“NFK Sevgisi”nden, milyon kere “uzaksın!..

 “Sanat” “edep”ten yoksun, “sayfalardan anırtma”;

Buna “hizmet” diyorsan, “akl-ı meaş solak”sın!..

 

Öyle bir “Yuh!..” çekin ki, “dünyâ âlem” işitsin;

“Edebiyat” ve “Sanat”, “Tebliğ” için “çeşit”sin;

“Agop-Ataç Ağzı”yla, “Kültürümde IŞİD”sin!..

“Sanat” “edep”ten yoksun, “sayfalardan anırtma”;

“Kimden yanasın?” söyle, “kimlerle” de “eşitsin?!..”

 

“Siyer-i Nebî” vardı, “Kutlu Hayât” sayfası;

Her bir “Sahâbî” örnek, “Mezheplerin en ası”;

“Dört Mezhebin İmâmı”, “Sünnetullah dâvâsı!..”

“Sanat” “edep”ten yoksun, “sayfalardan anırtma”;

“Arı Dil/Ecerufça”, “Millî Kültür belâsı!..”

 

“Hayât” size ne yaptı, “Bostancı…”dan “yasak” mı?

Ol “Bakan”dan evvele, şöyle bir “uğrasak” mı?

“İnönü-Tekin Alp” var, ne diyor “okusak” mı?!..

“Sanat” “edep”ten yoksun, “sayfalardan anırtma”;

“Ülkü” güdümlü “Dergi”, sayfa-sayfa “kussak” mı?..

 

“Üstâd” neye düşmansa, yapmışsınız “baş tâcı”;

“Rabbim” Sen bu “Millet”e, şu “Garip Türk’e acı”;

“KAYIKÇ’Ali” diliyor, “duâlara duâcı!..”

“Sanat” “edep”ten yoksun, “sayfalardan anırtma”;

“Ninem” duysa utanır, yere geçer o “bacı!..”                                                                                                                                             

Ali Kayıkçı

adminadmin