Analiz
Giriş Tarihi : 20-11-2016 12:00   Güncelleme : 20-11-2016 12:00

Silik Vicdanlar Silik Yüzler

​Çoğu yaşam ve görüş bugün hâlâ, Auschwitz ve Hiroşima sanki hiç olmamış, yahut eğer olmuşsa da çok uzaklarda, çok önceleri, bir öfke boşalımı şeklinde olmuş, bizi ilgilendirmezmiş gibi sürüyor’.

Silik Vicdanlar Silik Yüzler

Siz buna Bosna ve Ruanda soykırımlarını, Filistin, Suriye ve Irak’ta ‘savaş zayiatı’ olarak yitirilen milyonlarca insan hayatını ekleyin. Bir ahlak körlüğü dayatılıyor bize. Modern uygarlığın anlattığı masallardan birisi de aklın duygulara karşı nihai bir zafer kazandığı ve aklın zaferine duyduğumuz inancın ahlakın daha ileri bir aşamasını temsil ettiği masalı. Tarihi, insanın içindeki hayvanı ehlileştirmesi ve o hayvandan sıyrılarak, akılcı örgütlenme marifetiyle, yetersiz ve kaba bir hayatı yenişi olarak okuyan anlayış, modern toplumu ahlaklaştırıcı bir güç olarak görür. Bauman’ın ifadeleriyle, ‘onun kurumları artık uygarlaştırıcı güçler, onun baskıcı denetimi de kırılgan insanlığı hayvanca duyguların selinden koruyan bir barajdır’.

Bu masal artık çökmüştür. Bugün bize ahlâk dersi vermeye sıvanan modern kodamanlar son bir kaç on yıldır milyonlarca insanın varlığını yeryüzünden silmişlerdir. Onları görünmez, duyulmaz, ıstırabı değersiz insanlar kılarak yüzlerini silmişlerdir. Onların bu dünyada ahlaki bir özne olarak var olma haklarını gasp etmişler, yoksulları, göçmenleri, toprağı işgale uğrayanları ahlakın görme alanından çıkarmışlardır. Göçmen teknelerinde çıktığı yolculukta kendisine bir ekmek kapısı ararken Akdeniz’de boğulan, evinde oyun oynarken fosfor bombasıyla can veren, bugün artık korkunç bir yalan olduğu ortaya çıksa da kimsenin hesabını vermeye yanaşmadığı o namevcut ‘kitle imha silahları’ yüzünden yerinden, yurdundan, ailesinden, canından edilen milyonlarca insanın yüzü silinmiştir. Yüz silinmesi şu demek: Bu insanlar ahlaki bir taleple Batının karşısına çıkamaz. Onlar artık ahlakın koruma alanında kabul edilmez, görülmez, fark edilmez bile. Akdeniz’de bir tekne daha battığında içimizin sızlaması gerekmez. Zaten böyle olacağı farz edilir. Vicdanı silinmiş olanlar, öteki saydıklarının yüzünü siliyor. Vicdanı silinmiş olanlar bizi ‘katilin makul dayanakları’ olduğuna inandırarak maktulün yüzünü silikleştiriyor. Cinayet gündüz aydınlığında işleniyor ve kimse görmüyor.

Maktul aynı zamanda olağan şüphelidir. O Batı şehirlerinin saflığını bozacak görünmez bir düşmandır. Onun ‘somut ve erişilebilir’ kılınmaması gerekir. Dikenli çitlerin, büyük duvarların ardına hapsedilerek görünmezleştirilir ama orada bir tehdit olarak elde tutulur. Masum olduğunu ispatlaması istenir ondan, sanık sandalyesine oturtulduğu için suçludur ve savcının onun suçunu kanıtlaması gerekmez, o ne yapıp etmeli ve masum olduğunu göstermelidir. ‘Küresel savaş kesinlikle tespit edilmiş düşmanlara karşı değil ama nebulalara karşı, yüzü olmayan ama onun yerine hortlaklarımızı yansıtabileceğimiz hortlaklar olan hasımlara karşı yürütülüyor’ diye yazar Ann Stoler. Düşman meşru bir düşman da değildir üstelik, canavarsı bir varlıktır, ateşler saçan bir ejderha gibi, ancak mitolojik kahramanların durdurabileceği bir canavar.

Küresel sistem coğrafyamız üzerinde bir yap-boz oyunu oynuyor. Kötülüğün efendileri, sistemli bir korku yayarak sıradan insanı edilgenleştirmek istiyor. ‘Ölürseniz bir hiç uğruna ölmüş olacaksınız, kimse yasınızı tutmadığı gibi lanetleneceksiniz de’ diyor direnmek isteyenlere, ‘sesinizi kısıp oturun ve başınıza gelene rıza gösterin’. Oysa ahlakın sesi bizi başka bir istikamete çağırıyor, kötülüğün kadir-i mutlak olmadığını fısıldıyor kulağımıza, ona karşı koymanın mümkün olduğunu ve yüzlerimizin silikleştirilmesine direnebileceğimizi söylüyor. ‘Sesimi çıkarmadığımda hâlâ kurtulma ümidim var’ diye düşünen kişi kendisini tehlikeye atmaz, gözü pek davranışlar göstermez. Oysa ahlak ayartılamaz, satın alınamaz, akla tabi kılınamaz. O bir ‘yüce gönüllülük’ anıdır. Vicdanın sesini duyduğunda ona cevap vermek zorunda hisseden kişi artık ahlakın manyetizmasına kapılmıştır. Öte yanda kötülük meşruiyetini yığınların sessizliğinden alır. Bizi ikna etmek için çabaladığı şey kendi kaderimizi hak ettiğimiz ve bunun asla ertelenemez olduğudur. Tahakkümün temel başarısı, insan yerine konmayanları, bunun doğal olduğuna inandırmasıdır. Tahakküm bizi önce kendi zihniyetimizden avlar. Onun karşısında bizi ruhsal olarak güçsüz bırakarak, felç ederek savunmasız bırakır. ‘Zalimin en büyük silahı mazlumun zihniyetidir’. Korkan insan her türlü zillete rağmen sağ kalmayı bir ülkü olarak benimser, cesaretle dünyayı değiştirmeye çalışan ise ölümü pahasına hakikati el üstünde tutmayı yeğler. Hayatta kalan değil ahlakta kalan kazanır.

Bir temmuz gecesi duygunun akla karşı zaferini beraberce idrak ettik. İnsan iradesinin, korkunun çeperlerini aşarak, yüzlerin ve vicdanların silinmesine karşı duruşunu hayranlıkla gördük. Aklın nihai zaferini ilan eden modern projeye karşı büyük bir meydan okuyuş. Bir yüce gönüllülük anı. Şimdi elimizi kalbimize götürerek dünyayı yeniden okuyabiliriz. Hayatlarımızı, ruhlarımızı ve yüzlerimizi zalimlerin insafına bırakmayacağız.

Kemal Sayar / Gerçek Hayat Dergisi

http://www.gercekhayat.com.tr

 

adminadmin