Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 17-08-2012 17:49   Güncelleme : 17-08-2012 17:49

Size buranın hikâyesini anlatayım mı?

Hello, merhaba! Ben Didem

Size buranın hikâyesini anlatayım mı?

Hello, merhaba!

Ben Didem. Senin adın ne?

Nereden geliyorsunuz?

Size buranın hikayesini anlatayım mı?

 

Mardin’de nereye giderseniz gidin etrafınızı çocuk rehberler sarıyor. Profesyonel bir rehber edasında başlıyorlar anlatmaya… Yol bilmez iz bilmez bir haldeyken bu küçük rehberlerin yardımıyla ve onlardan bir sürü hikayeler dinleyerek unutulmaz bir gün yaşıyorsunuz…

 

Dara’ya gittiğimizde hemen yanımıza gelen Didem de tanıştıktan sonra başladı anlatmaya…

6-7 yaşındaki bu küçük kızın farkında olmayarak Dara’nın tarihini sahiplenip anlatması şaşırtıyor beni. Bir yandan da hoşuma gidiyor bu durum. Didem büyüdüğünde hiç unutmayacak bu tarihi ve belki de bu kadar sahiplendiği tarih önünü açan bir hikaye olarak yol gösterecek ona.

 

Mardin eski Mardin ve yeni şehir olarak ikiye ayrılıyor. Eski Mardin, ilk yerleşim yeri ve geleneksel Mardin evlerinin olduğu muhteşem bir yer. Anlatılanlara göre eski Mardin tamamen turizm alanı olacakmış. Oradaki yerleşimler yeni şehre kaydırılacakmış. Eski Mardin’i bugünlere getiren ve oradaki yaşamını koruyarak bu günlere gelen Mardin halkı bu durumdan rahatsız. Devlet bir çivi çakılmasına bile müsaade etmiyor; restorasyon çalışmalarına aslına uygun bir şekilde yapılması şartı ile onay veriliyor. Düzenli denetimlerle kontrol altında tutulan çalışmalar sürüyor; eski Mardin,  tüm ihtişamıyla turizme hazırlanıyor… Yeni Mardin ise büyük beton kütleleriyle kaplanmış durumda. Bu beton kütlelerin İstanbul’u aratmayacak düzeydeki “ihtişamı” da dikkat çekiyor… Yapılan lüks konutların cazibesi ve konforu yeni neslin ilk tercihi oluyor. Şehre kapkara bir gölge gibi düşen yeni şehir eski Mardinliler için hiçbir şey ifade etmiyor. Eski Mardin kendine özgü mimarisiyle büyülüyor adeta…

 

Mardin kültürüyle, diliyle, inancıyla birçok kültürü bir arada yaşıyor ve yaşatıyor. Sokaklarda Kürt, Türk, Süryani, Arap, Keldani birçok insanla karşılaşabilir, onlarla dilediğiniz dilden konuşabilirsiniz. Mardin’i anlamak Mardinlilerle oturup konuşmakla başlıyor. Ulu Camiye giden ya da Latifiye camiden çıkan bir insanla, Kırklar Kilisesine giden, Manastırda yaşayan insan arasında hiçbir fark yok bu şehirde. Herkes özgürce inancını yaşıyor ve birbirlerinin inançlarını öğreniyor, saygı duyuyor… Bir Müslümanın Ermeni ustanın inşa ettiği minareyi övgüyle anlatırken gösterdiği saygı ve sıcaklık eşine az rastlanır türden bir duyguyu barındırıyor ve ruhumu okşuyor…

 

Ulu Caminin kubbesinde yılan sokmalarına karışı yazılı olan tılsımının Mardin halkını koruduğuna ve bu yüzden Mardin’de yılan sokması olmadığına tüm Mardinliler inanıyor… Aynı şekilde Zinciriye medresesindeki akrep sokmalarına karşı yazılı olan tılsımlı zincirin 1945 yılında çalınmasıyla Mardin halkı evlerinin kapı ve pencerelerini mavi renge boyuyor. Mavi renk akrebin sevmediği ve yaklaşmadığı bir renk…

 

Bütün kültürlerin iç içe geçtiği Mardin’in kendi içinde oluşturduğu inanç özgürlüğü ve kültür birliği yerel iktidarların yok etme girişimleri ile sarsılıyor zaman zaman… Mardin’in tüm dünyaya verdiği birlik mesajlarından rahatsız olan yerel iktidarlar bu birlikteliğe çomak sokmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Basına yansıyan ve yansımayan birçok sarsıcı ve içten yaralayıcı olaylar Mardinlilerin canını yakıyor. Son günlerde basında sıkça duyduğumuz Mor Gabriel Manastırı ile ilgili üzücü haberler Mardinlilerin de içini acıtıyor.

 

Mor Gabriel’in hikayesi, devlet-siyaset-yerel geleneksel iktidar işbirliğinin şaşırtıcı bir kanıtı adeta. Siyaseten de güçlü Çelebi aşiretinin manastırın topraklarına göz dikmesi ve köylüleri kışkırtması sonucu olaylar bu noktaya gelmiş durumda. Aşiret yıllardır manastırın topraklarını ele geçirmek için her türlü yolu denemiş. Manastır, hakkında açılan onlarca mahkemede tüm belge ve tanıklarıyla her duruşmada hazır bulunmuş ve alnının akıyla çıkmış her seferinde. Ancak Türkiye’de hukukun suistimallere açık olması ve vermesi gereken doğru kararların arkasında durmaması şu sıralar manastırı zora sokmuş durumda. Hazinenin, yıllardır manastırın topraklarını usulsüzce geri alma çabası Yargıtay’ın da kararı onaylamasıyla resmileşmiş oldu. Aşiret ve devlet birlikte yürüttükleri işbirliği ile manastırın sadece topraklarına değil manastıra da göz dikmiş durumdalar. Devlet, bu inanç merkezini müze yapmak düşüncesini yavaş yavaş oturtmaya çalışıyor. Bu kadar acımasız ve inançsız işbirliği manastırı zora sokuyor olsa da manastır vazgeçmiyor, vazgeçmeyecek. Mor Gabriel tekrar itiraz edecek ve dosya tekrar Yargıtay’a gidecek. Eğer Türkiye’den haksız bir karar çıkarsa AİHM’e gidecek. Manastır yönetiminin ve Süryani halkının umudu bu ülkede hala varolan vicdanlı insanlar... O vicdana güveniyorlar ve şükrediyorlar. Bu sayede yalnız olmadıklarını biliyorlar ve “Allah hepinizden razı olsun“ diyerek şükranlarını sunuyorlar…

 

Bir Süryani İlahisinde denildiği gibi:

Dünyada barış egemen olsun,
Savaşlar dinsin, yok olsun,
Fesatlar dursun dünyada,
Ki dayanışma ve rahatlık içinde yaşayalım…

 

adminadmin