Analiz
Giriş Tarihi : 19-10-2017 13:24   Güncelleme : 19-10-2017 13:24

Beyaz camın yıktığı Ahlak Perdesi!

Yaşadığımız hayattan devşirdiğimiz zihin ve kalbimizdeki kültürel kodların mayasını ahlaki kurallar şekillendiriyor. Peki, günümüzde medyanın pençesine aldığı ahlak kuralları tuz buz olunca ortaya çıkan “popüler kültür” yeni nesillerin geleceğine nasıl etki ediyor?

Beyaz camın yıktığı Ahlak Perdesi!

Gündelik hayatın içinde boş vakitlerini televizyon ekranları başında geçiren milyonlarca insan olduğu kadar sırf beyaz camın seyirlik eğlencesinden geri durmamak için kendine vakit ayıranlar da var.

Her ne kadar başlangıçta enformasyon kaynağı yani haber alma aracı olarak görülse de televizyon yayınlarının günün 24 saatine nüfuz eden reklam, film, dizi, program v.s. içerikleri seyircisine “rengârenk” bir dünya sunuyor.

Gerçek hayatın içinde elde edemeyeceği hazlardan tutun da hayalini kurduğu karakterlere bürünmeyi sağlayan ve dünyanın dört bir yanında olup biten sıra dışı hadiselere tanıklık etme hissi veren televizyonların tutkulu takipçilerine dönüşen seyircinin zihin dünyası gözüne ve kulağına çarpan görüntü ve seslerin deyim yerinde ise deposuna dönüşüyor.

Bilinçaltı veya bilinç düzeyindeki her türden iletiyi eğlence sosuyla yudumlarken damarlarında gezmeye başlayan yeni ve albenili kodların balyozu, “seyirci” kimliğine bürünen insanın, dış dünyanın kötülük, yanlış, hata veyahut bir başka ifadesiyle günahlarından koruyan ahlak duvarlarını bir bir yıkmaya başlıyor.

Yıllar yıllar süren seyirlik macera zamanla insanları kendine yabancılaştırdığı gibi her gerçekliği dramatize ederek insanların duyarlılıklarını sıfıra indirdiğinde ortaya yaşananlara tepkisiz ve beyni izledikleri içerikler tarafından teslim alınmış vaziyette bireyler çıkıyor.

İşte bu yüzden televizyon yayınlarıyla başkalaşan hem bireyin hem toplumun psikososyal yapısı üzerine derin araştırmaları ve bu alanda yazılmış eserleri bulunan Neil Postman televizyonu “Öldüren Eğlence” olarak niteliyor.

Postman’ın ayrıca bundan çeyrek asra yakın bir zaman önce sarf ettiği “20 yıl önce ‘televizyon kültürü şekillendirir mi yoksa sadece yansıtır mı’ sorusu pek çok araştırmacı ve toplumsal eleştirmen tarafından ilginç bulunmuştu. Ancak televizyon zamanla bizim kültürümüz haline gelmeye başladıkça bu soru da geçerliliğini büyük oranda yitirmiştir” şeklindeki sözleri ise bu konudaki toplumsal yaramızın ne denli derinleştiğini anlatıyor.

Hâsılı artık şunu çok iyi biliyoruz: Günümüzde yüzde yüz televizyon kültürüyle yetişmiş bir nesil var. Hal böyle iken biz, bu neslin ve gelecek nesillerin kültürümüz ile birlikte manevi değerlerimizden uzaklaşmasının mesuliyetini sadece televizyona veya bir başka kitle iletişim aracına yıkamayız. Bu her şeyden önce adil olmaz. Fakat toplum ve insanımız üzerindeki bozulmadan büyük oranda sorumlu olduklarını hiç şüphesiz rahatlıkla söyleyebiliriz.

Çünkü istatistiklere bakıldığında Amerika’dan sonra dünyada ne çok televizyon seyredilen yer maalesef Türkiye…

Yeni nesilleri bekleyen tehlike

Modern dünya koşullarında kıtaları bir ağ gibi dolaşan internet ağlarına bilgisayar teknolojisi olmadan ulaşmak mümkün değil iken televizyon zengin fakir herkesin evinde başköşede yerini alıyor. Böyle bir ortamda hem tarihsel hem toplumsal hayatın içinde öğrenilen ve yıllar boyu tatbik edilmesi yönüyle oluşan bir birinden faklı değerlerin toplamı bir kültüre dönüşüyor. Bu kültürün kullanımı sonraki kuşağa taşınması medya vasıtalarıyla olduğu düşünüldüğünde yeni nesillerin yeteri kadar yerli ve milli olabilmesinin de önünde engeller ortaya çıkıyor.

Gündüz kuşağı programlarıyla kadınları ve çocukları ekran başında zehirleyen akşam dizisi furyasıyla bütün fertlerini hedef kitlesine yerleştirerek aile müessesesini dinamitleyen televizyon programlarının yeni baştan formatlanmasına acilen ihtiyaç var.

Mevcut yayın içerikleri üzerine kafa yorularak alternatif üretilmez veyahut en azından bir iyileştirme yapılmadığı takdirde yeni nesillerin yerli ve milli olmasının hayal olacağı apaçık ortada. Meselenin bu yakıcı tarafını nazara verirken tez vakitte bu konu üzerinde hem yetkili mercilerin hem seyirci konumundaki toplumun kendi kendiyle ve medyayla hesaplaşması gerekiyor. Aksi takdirde kaybedilen kuşakları geri kazanmanın hiçbir yolu yok.

“Altın”saatlerimizi çaldılar

Bütün aile fertlerini evde olduğu akşam saatleri medya için “altın saatler” anlamına geliyor. TV kanallarındaki reyting savaşlarına sahne olan bu saatlerde toplumun değer yargılarının geri plana atılarak aldatma, çarpık ilişkiler, kolay yoldan zengin olma, lüks hayata özendirme, kavga ve şiddetin boca edildiği bambaşka bir hayal dünyası ekrana yansıtılıyor. Elbette ki her olay örgüsünün gerçek hayatta kısmen de olsa bir karşılığı var. Fakat sırf izlenme oranlarını artırmak için en çok toplusal hayatın kusurlu taraflarını konu almak aile yapısının temel taşı olan ahlak kurallarına zarar veriyor. Maddi çıkar odaklı programlara alternatif oluşturmak için kafa yormak yerine kolay yoldan para kazanma yöntemleri tercih ediliyor.

Aykırılıklar zihinlerde normalleştiriliyor

Birçoğu yabancı dizilerden uyarlama senaryolarda Anadolu insanının değer yargılarıyla yakından uzaktan alakası olmayan ensest, aldatma, çarpık ilişkiler sıradan olaylar olarak yer alıyor. Gittikçe normalleşen bu sahneler zihinlerde telafisi güç tahribatlara yol açıyor. Dizilerdeki tecavüz sahneleri gazeteler, internet siteleri ve televizyon magazin programlarında haber olarak adeta seyircinin zihnine kazınırken birileri çıkıp bu duruma aklıselimle “dur” dediğinde “yayın özgürlüğü” tartışmaları başlıyor. Oysa bu nasıl bir “özgürlük” ki bizi tam kalbimizden vuruyor. Ahlak algımızı ve kültürel kodlarımızı yerle bir eden her türden sahneyi süsleyerek ekrana taşıyan televizyonlar evimizin başköşesinde duruyor.

Alternatif üretmek bu kadar mı zor?

Ekranlara bakıldığında bütün kanallar seyirciyi aile sıcaklığı içinde hep birlikte keyifle izlenecek yaşadığımız şehirden, mahalleden veya köyden bir hikâyenin içine buyur ediyor. Mekânlar bizim ve karakterler bizden bir görüntü çiziyor. Fakat diziyi izlemeye başladığınızda başkalaşımı bir çırpıda fark edebiliyorsunuz.

Hemen her dizide ilkokula giden çocukların kız ve erkek arkadaşı olduğu gibi “zamparalık” sempatiklik eseri bir hal alıyor. Çocukların anne ve babalarıyla diyaloglarındaki Batı özentiliği bir toplumun üzerine giydirilmeye çalışılan iğreti bir elbise gibi duruyor. Haliyle çocuklarımız biz değil televizyon ve internette izledikleri terbiye etmeye başlıyor. 

Tam bu noktada Neil Postman, çocukluğun ve kültürel kodların yerleştiği gençlik yıllarının yok oluşunu en çok televizyon eliyle gerçekleştiğini vurguluyor. Bugün yerli ve milli değerlerinden koparılan nesillerin imdadına yetişmekte çok geç kaldığımızı söyleyelim.

Peki, bütün bu olumsuz etkileşimi tersine çevirecek çalışmalar yani alternatif oluşturmak imkânsız mı? Neyse ki bunun böyle olmadığını ispatlayan son dönemde izine rastladığımız eli yüzü düzgün yapımlar ortaya çıktı. İyi örnek olarak gösterebileceğimiz Diriliş Ertuğrul, Abdülhamit, Ekmek Teknesi ve Yedi Güzel Adam adlı diziler hem bizim kültür ve tarih dağarcığımızı canlandırdı hem izlenme rekorları kırdı. Ancak işin tatsız tarafı dizi sektörünü elinde tutan sermaye tekeli bu başarıları belki de maksatlı olarak görmezden geldi.

Muhammed Şimşek / Diriliş Postası

adminadmin