Güncel
Giriş Tarihi : 10-01-2014 13:51   Güncelleme : 10-01-2014 13:51

CEMAAT İÇİN ZOR GÜNLER BAŞLADI!

Hükümet dershaneleri kapatarak, bürokrasideki varlığını en aza indirerek, faaliyetlerine doğrudan ya da dolaylı engeller çıkartarak, mali kaynaklarını kısarak cemaati zaman içinde iyice zayıf düşürmeyi hedefliyor. Hâl böyle olunca cemaatin elindeki kozları fazla zaman kaybetmeden kullanmasını bekleyebiliriz.

CEMAAT İÇİN ZOR GÜNLER BAŞLADI!
Fethullah Gülen cemaati ile AKP hükümeti arasında süren savaşın ilk hasar tespit raporunu 20, ikincisini 26, üçüncü ve sonuncusunuysa 29 Aralık’ta kaleme aldım. Bunların hemen hepsinde hükümetin ağır yaralı ve tereddütlü, cemaatinse sapasağlam ayakta ve kendine güvenli olduğu sonucuna varmıştım. Bugün gelinen noktada dengelerin değişmeye başladığını söylememiz mümkün. Açalım ve geçen süre zarfında tarafların durumunu ayrı ayrı ele alalım. Önce hükümet cephesi:
 
Hükümetin ucuz atlattığı TIR krizi
 
2014’ün ilk günü Hatay’da yaşanan TIR krizi, hem cemaat-hükümet savaşının sadece yolsuzluk iddialarını kapsamadığını, hem de çok ciddi uluslararası boyutları bulunduğunu gösterdi.
 
Şunu artık biliyoruz: Cemaat akıllıca bir stratejiyle, hükümete karşı harekâtını, tam da onun uluslararası platformda, özellikle Suriye başta olmak üzere bölgesel sorunlarda izlediği politikalar yüzünden yalnızlaştığı bir döneme denk getirdi. Bu politikalar nedeniyle nişan tahtasına yerleştirilen kurumların başında MİT bulunuyor. Her ne kadar sivil bir kuruluş olsa da Orta Doğu politikalarında hep hükümetle aynı dalga boyunda ve sık sık da koordineli bir şekilde faaliyet gösteren İHH da eleştiri ve saldırılardan nasipleniyor. Sonuçta TIR operasyonunu planlayanlar bir taşla üç kuş, yani MİT, İHH ve hükümeti vurmuş oldular.
 
Kuşkusuz hükümetin desteğine sahip olan MİT, savcıların TIR’da arama yapmasına izin vermeyerek her şeye rağmen güçlü olduğunu gösterdi, fakat aratmama ısrarı nedeniyle, zaten var olan spekülasyonların daha da büyümesinin önüne geçilemedi.
 
Kuvvetler ayrılığını ihlalin faturası
 
Bu süre içinde hükümetin yediği ikinci ciddi darbe olarak İzmir merkezli ve Binali Yıldırım’ın bacanağını da kapsayan yolsuzluk operasyonu karşımıza çıkıyor. Hükümet yine polis şeflerini görevden alarak soruşturmayı akamete uğrattı, fakat yargıya müdahale etmesinin kamuoyunda yol açtığı rahatsızlıkların önüne geçmesi mümkün olmadı. Aynı durum HSYK’yı Adalet Bakanlığı denetimine almaya yönelik yasa tasarısı için de geçerli. Çoğulcu demokrasinin olmazsa olmazı hâlindeki kuvvetler ayrılığını ihlal eden her türlü adım ve girişimin iktidar partisine belli (ve muhtemelen ağır) bir faturası olacağını düşünüyorum.
 
Bir fenomen olarak Öz
 
Tabii bir de Zekeriya Öz olayı var. Düne kadar hükümet ve cemaat çevrelerinin “demokrasi kahramanı” olarak yüceltmekte hemfikir oldukları Savcı Öz etrafında yaşananlar, cemaat-hükümet savaşının bir tekerrürü gibi: Bu sefer de tarafsız kişiler, her iki tarafın da ayrı ayrı haklı ve haksız yönleri olduğunu düşünüyor ve hiçbirine tam olarak destek olamıyor. Daha önemlisi, Öz-Erdoğan atışmasının da kazananı yok, olacağa da benzemiyor. Burada da kimin daha az ve daha çok kaybettiğine bakacak gibiyiz.
 
Bu konuyu kapatmadan önce Öz’ün yazılı açıklamasındaki “Başıma gelebilecek en kötü şey ölüm olur, görevim nedeniyle ölmem hâlinde de görev şehidi olacağım için bu benim için şeref olacaktır” sözlerinin, kavganın geldiği kritik noktayı göstermesi bakımından anlamlı olduğunu ve nedense bunun üzerine fazla durulmadığını (veya durulmak istenmediğini) vurgulayalım.
 
Doldur-boşalt
 
17 Aralık yolsuzluk/rüşvet operasyonundan beri hükümetin ne tür bir misilleme yapacağını kestirmeye çalışıyoruz. İlk aşamada soruşturmalarda yer alan isimleri görevden alma şeklinde refleks gösteren hükümet Efkan Ala’nın İçişleri Bakanı olmasıyla birlikte özellikle Emniyet’te çok geniş kapsamlı operasyonlar yaptı ve daha da yapacağa benziyor. Milli Eğitim, Maliye gibi diğer bakanlıkların da dâhil olduğu Gülen cemaatini bürokrasiden ayıklama harekâtının başka bakanlıklara da sirayet etmesi şaşırtıcı olmayacak. Çünkü AKP hükümeti, özellikle 2007 seçimlerinin ardından bürokrasiyi cemaate yakın kadrolarla doldurmaya yönelmişti. Yani dün cemaatten oldukları için seçilenler, bugün yine aynı gerekçeyle ayıklanıyor.
 
Bürokrasideki bu kıyımın cemaati hükümet karşısında güçsüzleştireceği belli, ama hükümetin cemaatin mali kaynaklarını kısmaya yönelik olarak attığı ve atması muhtemel adımların daha hayati olduğu muhakkak. Örnek olarak Bugün Gazetesi ve Kanaltürk’ün sahibi Akın İpek’in başına gelenleri, Bank Asya etrafındaki spekülasyonları gösterebiliriz. Savaşın tırmanmasına paralel olarak, hükümetin hiddetinden ürken varlıklı kişilerin cemaate yönelik teveccühlerinde azalma olması herhâlde kimseyi şaşırtmayacaktır. Bu da cemaat için zor günlerin başladığı anlamına geliyor.
 
Hükümet dershaneleri kapatarak, bürokrasideki varlığını en aza indirerek, faaliyetlerine doğrudan ya da dolaylı engeller çıkartarak, mali kaynaklarını kısarak cemaati zaman içinde iyice zayıf düşürmeyi hedefliyor. Hâl böyle olunca cemaatin elindeki kozları fazla zaman kaybetmeden kullanmasını bekleyebiliriz.

Yani her an her şey olabilir.

http://haber.gazetevatan.com/cemaat-icin-zor-gunler-basladi/599412/4/yazarlar

Ruşen ÇAKIR - GAZETE VATAN
adminadmin