eylül
adından ayrılmasıydı vaktin
günün soğuk bir parıltıya teslim olması gibi
düşmesiydi üstüne yakamozların
en hüzünlü yüzüyle
savrularak yola bayıra karşı
ovaya vadiye ve yele
ağaca yongaya yaprağa
hale ve geleceğe
ayrılmıştı güneşten bir kere
bütün kayıtlarından düşerek
ikindiden ve zamandan
başaktan ayrılmıştı
rüzgarın içine doğru
geçip gitmişti sonra
takvimden ve dermandan
yüz geri etmiş bir yaşlı gibi hem de
terlemişti sıcaktan olmasa da
o soğuk bakışları altında
yeknesak bir hayata ısmarlayarak
olan biteni
terlemişti
yarım kalan bir kavga misali
yumruğunun alacasında
ikindi ki daha biperva
akşam ki daha karaşındı
üstelik sorguluyordu onu da
diğer yaşamakları sorguladığı gibi tıpkı
içimizdeki hakka ve hukuka doğru
ulak çıkartıyordu
yaşamak denen o kimya
bitmeyen kızıllığıyla
belki de
uzak geçmişimize nazire olsun diye
vaktin çocukları upuzun
vaktin çocukları
çalı çırpı
bir gölgeye dayanıyordu
masuniyet harcından
gerçeğe uzasın diye boyları
o yıllar
kıpır kıpırdın zahir
eylül derlerdi sana
puslu bir hayal gibi
durmadan savrulurdun
yine de dallarında sarı bir yaprak
uçuşan saçlarında rüzgar düğümlü
ve ufka canhıraş uzayan ellerinle
yürüsen yorulurdun
hayale biraz daha
gömerek geçmişini
biraz daha rüyaya
karışıp kaybolurdun…