Yeni bir yazı dizisine başlıyorum. Hani diyorum ya hep, ülkemde basılan kitapların… Hele ki çocuk edebiyatımızın %90’ı tercüme. Verdikleri mesajlar bizim inancımızla, değerlerimizle örtüşmemekte. Acilen çocuk edebiyatının millileşmesi lazım. Arkasından çizgi filmlerimizin de paganizmden, spüretilizmden, şovenizmden ve eşcinsel içerikten kurtarılması lazım.
Farkında mısınız; Bilim çağında “kötü bilim” diye bir problemimiz var. Ders kitaplarındakiler yetmezmiş gibi bir de onları öykülerle gelecek nesillere aktarıp durduğumuz, saçma-salak mesajları hedefleyen berbat hikayeler-masallar sorunumuz var bir de.
Bunun için bilindik masalları başka türlü ele almak istiyorum. Umarım arkasını getiririm. Yorucu olacak ama sonucun verilecek emeğe değeceğine inanıyorum.
Bilimsel kavramların öğretilmesinde yanlış bilgi, örnek ve çizimlerin kullanılması, fiziksel olguları insanlaştırma artık günümüzde önemle üzerinde durulan bir eğitim-öğretim konusu. Bir de Hollywood’un sanal kahramanlarının tarumar edici hikayelerini de eklememiz lazım bu duruma. Dünyada kötü bilim örnekleri ders kitaplarından bir şekilde insanlığın vicdani yönüyle tek tek çıkartılırken biz ise onları farkında olmadan öykülerle de çocuklarımıza öğretiyoruz. İşin bu yönüyle olay korkunç yani.
Örneğin bilindik “Karga ile Tilki” öyküsünü, La Fontaine’nin felsefesini anlatan en karakteristik öyküsünü ele alalım. Biraz sulandırarak anlatacağım öyküyü.
Tilki cenaplarını bilirsiniz, hani pek kurnazdır kendileri. Fırsatçıdırlar. Kurt, çakal, köpek sülalesinin en dip halkasıdırlar. Koca kuyruklu, sivri burunlu ve sivri zekalı –kurnaz- diye bilinen orman hayvanından bahsediyorum. Ormanlar kralı aslanın köyündendir kendisi. Ama bilin ki tilkinin akrabaları dünyanın her tarafına yerleşmişlerdir. Kutuplara, çöle kadar uzanan geniş bir coğrafyada yaşarlar. İşin ucunda beleş yemek varsa kurnazlıkları kitaplara, hikayelere konu olur.
Evet, hikayemize-masalımıza-öykümüze başlayalım hazırsanız.
Bir gün, ormandaki bir ağacın dalında neşeyle dans eden bir karga varmış. Ormanın nerede olduğunu sormayın, bilmiyorum. Ama kesinkes bildiğim bir şey var ki ahlaksızlaşan insanlık misal talan etmiştir yeryüzündeki ormanların çoğunu. İş yalnızca ağaçların kaybından ibaret değildir. Ağaç deyince de tek bir tür ağaç gelmesin aklınıza. Ormanda sayamayacağımız kadar ağaç türü bulunduğunu, başka başka bitkileri de hesaba katacak olursak muazzam çeşitlilikteki zenginliği bir düşünmenizi isterim. Yine bu bitkilerden faydalanan milyonlarca hayvanı da düşünmenizi rica edeceğim. Yani ağaç, orman diyerek geçiştiremeyeceğimiz bir masallar kitabıdır; kainat ansiklopedisinin ciltlerinden bir cilttir.
Karga diyorduk efendim. Hani zeka konusunda tilkiyi suya götürüp, susuz getirecek kadar çok daha fazlasına sahip olan kuştan bahsediyoruz. Hani insanın ilk ciddi kudurukluğunda… Hani Kabil efendi Habil’i katlettiğinde cesedini ne yapacağını kara kara düşünürken örneklemesiyle ona yol gösteren o müthiş kuşun başından geçeni anlatıyoruz efendim.
Karga o an çok mutluymuş, çünkü ağzında kocaman bir peynir parçası varmış, karga bulduğu peyniri yiyeceği için çok ama çok mutluymuş. Rivayet odur ki karga o peyniri yandaki çiftlikten yürütmüş. Pardon çalmış. Yok yok ödünç almış. Çiftlik sahibi ile tarım il müdürlüğünden gelen bir yetkili ülkenin tarım politikaları üzerine muhabbet ederlerken onların meşguliyetinden istifade sofradaki peyniri gagasının alabildiği kadarıyla “nasibim” diyerek kapıvermiş.
O esnada tarım il müdürü çiftçi amcaya kocaman laflar sarfetmekteyken olmuş bu hadise.
“Efendim, miras hukukumuzu düzeltmeden, arazi reformunu görmezden gelerek tarım politikaları üretemeyiz. Topraklarımızın çoğu ölü. Verimlilikte sıkıntılar büyük. Gübre ve tohumlamada, tarım ekiminde ki planlamada eksiklerimiz saymakla bitmez. Köydeki nüfusumuz şehirlere boca edildiler. Bakınız Hollanda topraklarının %4o ı dolgu iken dünya tarım ve hayvancılığında söz sahipleri. 200 milyar dolar ihracatları var. 21. Yy a biz hala anız yakıyoruz!” Bu eksende konuşuyorlarken sofradan eksilen bir kalıp peynirin elbette farkına varmazlar bu iki ademoğlu. Havva’nın Kızları ise feministlerin peşindeler zaten. Kariyer peşindeler. Kimin umrunda karganın sofradan yürüttüğü bir kalıp peynir. Hem memlekette yürütülmeyen ne kaldı ki? Ama yürümez koca memleket 200 yıldır bir arpa boyu mesafeyi. Yetkililer konuşup durmaktadırlar oysa. Belki çiftçinin “kışşşşt” diye bir tepkimesi olmuştur, hepi topu o karganın peyniri yürütmesine. Zaten aklı mazot parasındadır, pancar parasında filan. Zaten hasad zamanı gızı ayşayı muhtarın oğluyla everecektir, masraflar gafasını gurcalamaktadır.
Neyse efendim. Bizim karga konar yakındaki bir ağacın dalına. Ağzındaki kocaman peyniri tam midesine indirmek üzereymiş ki, ordan geçmekte olan hikayemizin diğer kahramanı olan bir tilki kargayı görür. Kurnaz tilki kargayı kandırıp, peyniri alabilmek için hemen 5 yıllık bir kalkınma planı yapar ve kargaya der ki:
‘Karga kardeş! Merhaba, ne kadar güzelsin! Best of orman güzeli misin be mubarek! Kanarya, bülbül halt etmiş senin yanında! Sesin de çok güzel bu arada. Youtube’de videolarına rastlamıştım, zahir. Ne kadar çok tıklayanın, likeleyenin var ki… Herkes seni konuşuyor, ben de bunca yolu senin sesini duyabilmek, cemalini görebilmek için geldim’ der. “Ekmek, musab çarpsın ki doğruyu söylüyorum. Bana inanmıyorsan Acun’un programına katıl. İster “yetenek sizsiniz”e, ister “o ses patagonya’ya!” “Bak ben bir tilki olarak söylüyorum, Aleyna Tilki senin çömezin bile olamaz!”
“Hem sen neden hayatını anlatan bir kitap yazmıyorsun ki? En az 40 bin satarsın!” Bu ormanın hayvanları nasıl merak ediyorlar senin hikayeni, inanamazsın!”
Bu güzel sözleri duyan karga hemen kendini kanıtlama sevdasına düşer ve sanki metropolitan defilesinde sahne alan lady gaga tripleriyle ‘Ben senin için güzel bir şarkı söylerim’ der.
Bunu söylemek için ağzını açar açmaz, daha “do” sesi çıkmadan ağzından, kocaman peynir parçasını da ağzından düşürür. Kurnaz tilki hemen yere düşmeden havada kaparak düşen peynir parçasını alır, kaçıp uzaklaşır oradan. Eli de, karnı da boş kalan vatandaş karga da bir daha güzel sözlere inanıp, elindekini kaptırmaması gerektiğini anlar. Tilkinin arkasından o karga sesiyle bağırır. “Lan oğlum manyak, ben kargayım bana peynir mi yok! Ben de bu çalma huyu oldukça ben peynirsiz mi kalırım? Adam gibi rica etseydin de birlikte lokmamızı paylaşsaydık. Bu masalı salakça bir sonla bitirmeseydin? Neyse önümüzdeki seçimde görüşürüz!”
Hadi biraz da ciddiyet. Hikayenin bize verdiği izlenim tilkinin kurnaz, karganın ise aptal bir hayvan olduğudur. Ama gerçek hiç de öyle değil. Karga da en az tilki kadar akıllı ve hatta daha sosyal bir hayvandır. Hikayenin esas rahatsız edici konusu ise hikayeyi okuyan çocukların bilinçaltına yerleştirdiği felsefe... Çocuklara tilki gibi olmayı yani rakibini kurnazca aldatıp onlardan bir şeyler kapmayı öğretiyor. Yani çocukların bilinçaltına birbirimizi nasıl kandırırız felsefesi yerleştiriyor. Fransız La Fontaine felsefesinden etkilenen o kadar çok insan var ki günümüzde, neticesinde her şeye Fransız kalan… Yani kayıtsız kalan, ben merkezci. La Fontaine’nin kötü öyküleriyle büyümüş anne-babalar! Lütfen, artık yanlış felsefeleri kötü hikayelerle genç beyinlere sokmayalım. Çünkü, “Kafalara neler koyduğunuz konusunda çok ama çok dikkatli olun, çünkü onları bir daha asla değiştiremezsiniz”.
Çocukluğumuzda aldığımız, çocuklara verdiğimiz ilk kayıtlar çok önemli. Bu ilk kayıtlar hayata bakış açımızın temellerini oluşturur.
Edindiğimiz şartlanmalar, yanlışlarımızı bile akla uygun hale getirmemize sebep olur. Kendi davranışlarımızı ve toplumsal hayata bakışımızı şekillendirir. Nedeni bilinmeyen korkularımızı (fobiler), kaygılarımızı, değer yargılarımızı inşa eder. En önemlisi, artık bu şartlanmalar bizi doğru düşünebilmekten uzak tutar. Hegemon güçlerin istedikleri olmuştur. Peynirimizi ağzımızdan almışlardır.
E hadi tilki ile karganın hikayesinin devamına geçelim.
Orman bu! Ne kavgası biter, ne barışı! Her şey yaşamak için. Doğal döngü ve denge için! Herşey yüce yaratıcıya şükür için!
Bir şekilde kahramanlarımız barışırlar. Hikayeleri için Walt Disney’den teklif alırlar. Hikayeleri çizgi filme dönüşecektir. Öyleye yaşadıkları Patagonya’da çizgi filmden anlayacak, ona kafa yoracak, yatırım yapacak çapta hayvan nerde? Bütün bildikleri bütün ormanı fast food dükkanlarıyla bezemek. Plastikten yuvalar yapmak. Ağaçları katledip betondan yaşam alanları yapmak. Ormandaki hayvanların yavrularını insan denilen en vahşi hayvana benzetmek için okullar açmak. Bir de kahredici yönü kral aslan da bu salaklıklara izin veriyor görmezden geliyor. Ya da onun da kafası basmıyor. Onun içindir ki goriller, domuzlar, sırtlanlar işbirliğine girmişler aslanı koltuğundan edeceklermiş.
Nihayet beklenen gün gelir. Bir gün kargayla tilki Amerikanya’ya gitmek üzere uçağa binerler. First class bilet almışlardır. Daha uçak havalanmadan tilki boş beleş siyasetçiler gibi her konuda konuşmaya başlar.
-Biliyormusun, dünyada ilk uçma teşebbüsünde bulunan insan Ebu Firnas’tır.
-Hezarfen Ahmet Çelebi’yi biliyor musun sen?
-Sen nasıl kargasın? Nasıl Vecihi Hürkuş’un adını duymazsın? Sen şimdi Nuri Demirağ’ı da tanımıyorsundur? Peki söyle Devrim Otomobillerinden haberin var mı?
Kafası şişer karganın. Aklında hala unutamadığı o “peynir” olayı vardır.
Bir süre sonra uçak havalanır, yarım saat geçmeden karga hostes çağırma butonuna
basar.
Hostes: Buyrun karga bey ne istersiniz
Karga : Hiiiiççç!
Hostes: O zaman niye bastınız çağırma butonuna
Karga : Pislik olsun diye
Hostes kızarak oradan uzaklaşır.
Karga bir süre sonra tekrar hostes çağırma butonuna
basar.
Hostes: Buyrun karga bey ne istersiniz!
Karga : Hiiiiççç! Pis pis sırıtmaktadır bunu söylerken.
Hostes: O zaman niye bastınız çağırma butonuna?
Karga : Pislik olsun diye!
Hostes iyice kızarak uzaklaşır yanlarından. Tilki olaydan karganın aldığı keyfi görünce kıskanır. “Lan” der, “benim kargadan ne eksiğim var? Bi de ben yapayım? Ben de eğleneyim!” der içinden. Tilki’de akabinde hostes çağırma butonuna basar, hınzırca gülerek.
Hostes: Buyrun tilki bey ne istersiniz
Tilki : Hiiiiççç!
Hostes: O zaman niye bastınız çağırma butonuna
Tilki : Pislik olsun diye!
Hostes iyiden iyiye kızmıştır düşüncesizce ve terbiyesizce davranışlarından dolayı bu iki yolcuya. Hemen Pilota şikayete gider. Durumu anlatır.
Kaptan pilot: Uçaktan aşağı atın pislikler, der öfkeyle.
Görevliler kargayla tilkiyi karga tulumba kapıya getirirler. Tilki uçağın açılan kapısıyla birlikte bi kargaya bakmış bi kendine…
Tilki : Ama ama ben uçmayı bilmem ki!
Karga: (Hınzırca gülümsemesini artırarak) Madem uçmayı bilmiyorsun, neden el alemin rızkına göz koyuyorsun? Neden peynirimi çalıyorsun? Neden pislik yapıyorsun?!
Haydi hikayemizi bitirelim artık. Anlatılır ki… Hz. Süleyman'ın sarayına kuşluk vakti saf bir adam telaşla girer. Nöbetçilere, hayati bir mesele için Hz. Süleyman'la görüşeceğini söyler ve hemen huzura alınır. Hz. Süleyman benzi sararmış, korkudan titreyen adama sorar:
- Hayrola ne var? Neden böyle korku içindesin? Derdin nedir? Söyle bana...
Adam telaş içinde:
- Bu sabah karşıma Azrail çıktı. Bana hışımla baktı ve hemen uzaklaştı. Anladım ki, benim canımı almaya kararlı..
- Peki ne yapmamı istiyorsun?"
Adam yalvarır:
- Ey canlar koruyucusu, mazlumlar sığınağı Süleyman! Sen her şeye muktedirsin. Kurt, kuş, dağ, taş senin emrinde. Rüzgarına emret de beni buradan ta Hindistan'a iletsin. O zaman Azrail belki beni bulamaz. Böylece canımı kurtarmış olurum. Medet senden!
Hz. Süleyman, adamın haline acır. Rüzgarı çağırır ve:
- Bu adamı hemen al. Hindistan'a bırak!" emrini verir. Rüzgar bu... Bir eser, bir kükrer. Adamı alır ve bir anda Hindistan'da uzak bir adaya götürür.
Öğleye doğru Hz. Süleyman, meclisi toplayarak gelenlerle görüşmeye başlar. Bir de ne görsün, Azrail’ de topluluğun içine karışmış, divanda oturmaktadır. Hemen yanına çağırır:
- Ey Azrail! Bugün kuşluk vakti o adama neden hışımla baktın? Neden o zavallıyı korkuttun?" der.
Azrail cevap verir:
- Ey dünyanın ulu sultanı! Ben, o adama öfkeyle, hışımla bakmadım. Hayretle baktım. O yanlış anladı. Vehme kapıldı. Onu, burada görünce şaşırdım. Çünkü Allah bana emretmişti ki:
- "Haydi git, bu akşam o adamın canını Hindistan'da al!" Ben de bu adamın yüz kanadı olsa, bu akşam Hindistan'da olamaz. Bu nasıl iştir, diye hayretlere düştüm. İşte ona bakışımın sebebi bu idi.
İnsan nasibinden kaçamaz. Atalarımız, gelin ata binmiş, ya nasip demiş, demelerinin sebebi budur.
Hiç düşündünüz mü, bir şey yedikten sonra elhamdülillah der, Allah’a hamdederiz. Ağzımızda da olsa onun bizim nasibimiz olduğunu bilemeyiz.
Tekrar karga ile tilki hikayesine dönelim ve yeniden yorumlayalım. Karga o peyniri nasibi olmadığı için yiyemedi. Nasibi olsa kanmazdı veya tilki yanına gelmeden çok önce peyniri yer bitirirdi. Burada ne karga aptal, ne de tilki çok kurnaz. Peynir tilkinin nasibiymiş. Bir vesile olması gerekiyordu, karga saflaştı ve tilki de kaptı. Meselenin aslı budur efendim.
Bakış açısı efendim.
Masallara biraz bu gözle bakalım diye yazmaya başlıyoruz. Takipte kalın!
Fehmi DEMİRBAĞ