Zombilerin sadece filmlerde olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Yanılıyorsunuz. Artık gerçek hayatımızda da sık sık zombilerle karşılaşıyoruz. Bakın sokaklara, kafeteryalara ölü ruhlu yaşayan bedenlerle karşı karşıyayız. Yabancılaşmanın etkisinde, mazisi Türk şu anki haliyle en beter gavurdan daha gavur bir sürü mahluktan geçilmiyor şehrin sokakları. Hatta köyler, kasabalar.
Biz bu çalışmamızda işte bu yabancılaşmanın getirdiği çürümeye işaret etmek, dikkat çekmek istiyoruz. Biraz dolambaçlı yollardan da olsa hakikatle yüzleştirmek istiyoruz; özellikle gençlerimizi.
Kahretsin ki toplumumuz kitap okumuyor. Bilgiye de yabancılaştı. İşte kendisini böcekler alemiyle mukayese ederek belki empatilik bir kıssadan hisse ile en azından birilerine meramımızı anlatırızın derdindeyiz.
İlerleyen aşamada unutmazsam size “Mankurtlaşmak”tan da bahsedeceğim.
Haydi dönelim yine hayvanlar alemine. Koru Beni Kelebeği’ni inanın ilk fırsatta anlatacağım. N’olur sabırsızlık etmeyin. Ona da sıra gelecek.
Amazon ormanlarının yeşilliklerinde yaşayan salyangozları zombiye çeviren bir parazit, neslini sürdürebilmek için çok farklı bir yöntem izler.
Bu parazit salyangozun beynini ele geçirerek, kendi neslini sürdürebilmesi için yönlendirir. Öncelikle salyangozda nedenini daha sonra anlayacağımız bazı fiziksel değişikliklere yol açar. Salyangozların başındaki dokungaçlarını renkli büyük bir kurtcuk görünümüne çevirir ve sürekli kurtcuk benzeri hareketler yaptırır.
Salyangozlar daha sonra kendileri için çok tehlikeli olan ve normalde yapmadıkları bir şey yaparlar. Salyangozlar yakıcı güneş ışınlarının olduğu ölümcül yüksek dallara tırmanmaya başlar ve yüksek bir dalda dokungaçları ile kurtcuk hareketi yapmaya devam eder. Amacı salyangozu bir kuşun farketmesini sağlamaktır. Kuş salyangozun dokungacını kurtcuk zanneder ve avlayarak dokungacı yer. Bu saldırıdan salyangoz genelde sağ kurtulur. Parazit bu sayede neslini sürdürebilmesi için en ideal yere, kuşa geçmiş olur. Kuş binlerce parazit yumurtasını dışkı yoluyla tüm ormana yayar. Kuşun dışkısı ile beslenen salyangozu böylece yeni parazitler ele geçirir ve neslini böylece sürdürür.
Gözle farketmesi bile zor olan bir parazitte, salyangozu zombiye çevirecek bilgi nasıl olabilir? Salyangozun dokungaçlarını şişirecek biyolojik etkiyi nasıl oluşturabilir? Bu biyolojik etki sonucunda dokungaçların kurtcuğa benzeyeceğini ve bu kurtcuğu kuşun yediğini nerden bilebilir? Ufacık bir parazit yumurtalarını geniş alana yaymak ve neslini sürdürmek için en iyi fikrin kuş olduğunu olmayan beyni ile nasıl düşünebilir? Beyni olmayan bu parazit salyangozların kuşun dışkısı ile beslendiğini nerden bilebilir? Bir kuşun atığında gizlenip de salyangozun içine giren... Sonrasında ilerleyerek onun gözlerine yerleşen... Vakti geldiğinde ise onu saklandığı yerden yükseklere çıkaran... Rengarenk bezenip de hareket ederek böylelikle en nihayetinde yine bir kuşun dikkatini çeken ve kendisini ona yedirten varlığın yaratıcısı RAHMAN ve RAHİM olan YÜCE ALLAH'a sığırım.
Tüm bu soruların tek bir cevabı vardır. O paraziti Allah, insanlar ibret alıp düşünsünler diye yarattı. Allah bir ayette şöyle buyurur: Allah; gökleri, yeri ve ikisi arasında olanları altı günde yarattı, sonra arşa istiva etti. Sizin O'nun dışında bir yardımcınız ve şefaatçiniz yoktur. Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz? (32/4)
Düşünmeyenlere, düşünemeyenlere argo’da özellikle yer etmiş çok sayıda kelimeyle betimlemede bulunulur. Misal, dilimizde “mankafa” sözcüğü argo da olsa yaygın biçimde kullanılmakla beraber, “mankurt” sözcüğünün aynı yaygınlıkta olmadığını biliriz.
Mankurt sözcüğünü Cengiz Aytmatov gündemimize yeniden soktu.
Mankurtlaşmak, ulusal kimlikten uzaklaşma, topluma ve kültüre yabancılaşma, zihnin yeniden inşası yoluyla bilinçsizleşme, egemen güçlere ve süper devletlere yaranmayı içeren sosyo - kültürel bir kavramdır.
Zihni yeniden kurgulanarak mankurtlaştırılan kişi, düşmanını “efendi” kabul ederek kendi halkına ve değerlerine karşı savaşan bir köledir.
Dilimizde “mankafa” sözcüğü argo da olsa yaygın biçimde kullanılmakla beraber, “mankurt” sözcüğünün aynı yaygınlıkta olmadığını biliriz.
Mankurt sözcüğünü Cengiz Aytmatov gündemimize yeniden soktu. Mankurtlaşmak, ulusal kimlikten uzaklaşma, topluma ve kültüre yabancılaşma, zihnin yeniden inşası yoluyla bilinçsizleşme, egemen güçlere ve süper devletlere yaranmayı içeren sosyo - kültürel bir kavramdır.
Zihni yeniden kurgulanarak mankurtlaştırılan kişi, düşmanını “efendi” kabul ederek kendi halkına ve değerlerine karşı savaşan bir köledir.
Okumuşlar kolay mankurtlaştırılabilirken halk aynı kolaylıkla ve kısa zamanda mankurtlaştırılamaz. Kültür kodları halkı kendi değerleriyle ayakta tutarken, aydın ya da yöneticiler gerek arayış içinde olmaları, yeni değerlere kontrolsüz biçimde açık olmaları ve bireysel çıkarlarını toplumsal çıkarların önünde tutmaları onları mankurtlaştırma sürecine sokar ya da bu süreci hızlandırır.
Aytmatov’un “Gün Olur Asra Bedel” adlı yapıtında anlattığı bir efsane vardır: Mankurt Efsanesi.
Juan-Juan adlı barbar bir toplum, tutsak ettiği kişileri nitelikli (!) köleler haline getirmek için onların belleklerini silermiş.
Bunu şöyle yaparlarmış:
Önce tutsağın başını kazır, saçlarını tek tek kökünden çıkarırlarmış.
Bu arada bir deveyi keser derisinin en kalın yeri olan boynundaki deriyi tutsağın kanlar içindeki kazınmış başına sımsıkı sararlarmış.
Kuruyup büzülen deri kafayı mengene gibi sıkıp, dayanılmaz acılar verirmiş.
Bir yandan da kazınan saçlar büyüyüp dışarı çıkamayınca başına batarmış. Tutsak başını yerlere vurmasın diye bir kütüğe bağlanır, yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye elleri ayakları bağlı olarak ıssız bir yerde dört beş gün aç susuz bırakılırmış.
Beşinci günün sonunda tutsakların çoğu ölürmüş. Kalanlar ise belleklerini yitirirmiş.
Tutsak zamanla kendine gelir yiyip içerek gücünü toparlarmış. Ama o artık bir insan değil, ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan “mankurt” olurmuş.
Bir mankurt kim olduğunu, hangi soydan geldiğini, anasını, babasını ve çocukluğunu bilmezmiş. İnsan olduğunun bile farkında değilmiş. Bilinci, benliği olmadığı için, efendisine büyük avantaj sağlarmış.
Ağzı var, dili yok, itaatli bir hayvandan farksız, kaçmayı dahi düşünmeyen, hiçbir tehlike arz etmeyen bir köle. Onun için önemli olan tek şey efendisinin emirlerini yerine getirmekmiş.
İşte, toplumumuzda olup bitenleri bu bağlamda değerlendirmek gerekir.
Bugün Türk toplumu mankurtlaştırılıyor. Ulusal kimliği, kişiliği, onuru dejenere ediliyor, aşağılanıyor. Geçmişimiz ve kim olduğumuz bize unutturuluyor. Azar azar, alıştıra alıştıra, şiddeti zamana yayıp alıştırılarak mankurtlaştırılıyoruz. Uygarlıkların kurucusu olmuş bu milletin insanları mankurtlaştırılıyor! Topluma “geçmişi unut, kim olduğunu unut, geleceği düşünme, anı yaşa” düşüncesi genel geçer yapılarak mankurtlaştırılıyor.
Başta artık bizim olmaktan çıkmış ulusal (?) kitle iletişim araçları olmak üzere her türlü araç bu amaçla kullanılıyor. Bir daha kendimizi toparlayamayacak biçimde zihnimiz yeniden inşa ediliyor! Böylece ulusal refleksimiz ve direncimiz kırılıyor. Görünüşe bakıldığında da epey yol aldıkları anlaşılıyor.
Devam edeceğiz…
Fehmi DEMİRBAĞ